Showing posts with label Hz. Adem. Show all posts
Showing posts with label Hz. Adem. Show all posts

Sunday, January 5, 2014

Hz. Adem'den Sonraki Farklı Diller

Hz. Âdem’den sonra dillerin nasıl meydana geldiğine dair elimizde net bir bilgi mevcut değildir. Tarih ve siyer kitaplarında, hususiyle de mevsuk dinler tarihinde Hz. Âdem ve Hz. Âdem’den sonraki nesillerin, Süryani dilini kullandıkları ifade edilmektedir. Bugün de Mardin civarında hâlâ bir kısım Süryaniler vardır. Ancak bunlar amelde Hristiyandırlar. Binaenaleyh Hz. Âdem zamanında diller henüz teşa’ub (gruplara ayrılma) etmemiştir.
Bu mevzuda dilin tekâmülüyle alâkalı dil uzmanları bize bazı bilgiler vermektedirler. Onların dediklerini reddetmek için de ciddî bir sebep görünmüyor. Aslında din de bunları reddetmemektedir. Aynı zamanda bunları kabul etmek de dine ters değildir. Hz. Âdem’in evlâtları ve torunları –ihtimal– muhitlerinden ayrılıp ayrı ayrı mıntıkalara gidip oralara yerleşmişlerdir. Ayrı ayrı mıntıkalarda eşya ve hâdiselerin tesiriyle o ibtidaî dilleri o ortama göre geliştirmişlerdir. Böylece o dil, zamanla değişmiş, tekâmül etmiş, ayrı bir hâl almıştır. Nitekim mevsuk tarihin rivayet ettiğine göre Türk milletinden sayılan Finliler aslen Türk olmalarına rağmen bugün Finlandiya’da konuştukları dilin Türkçe ile hiçbir alâkası yoktur. Bugün soydaşlarımız Orta Asyalıların konuştukları dildeki pek çok kelimeyi anlamakta zorluk çekmekteyiz. Hatta bazı kelimelerin sonlarına eklenen heceler o dili tamamen başkalaştırmıştır. Bin senelik metinler karıştırıldığında bugünkü dille onlar arasında çok büyük bir fark bulunduğu görülecektir.
Dahası halk edebiyatı ve saray edebiyatı ile bugünkü konuştuğunuz dil arasında bile ciddî farklılıklar vardır. İhtimal, bu tür istihaleler geçire geçire diller, sürekli farklılaşagelmiştir. Bugün bizim dilimiz de bir hayli değişmiştir. Bazen diller öyle bir istihale geçirmektedir ki âdeta ayrı bir dil hâline gelmektedir. Meselâ, bundan elli sene önce konuşulan Türkçe ile bugünkü Türkçe arasında çok büyük farklar vardır.
Dil, elli sene gibi kısa bir zaman içinde böyle istihalelerle kendi kökünden uzaklaştığına göre Hz. Âdem’den bu zamana kadar dillerin teşa’ub etmesi, farklılaşması gayet normaldir ki, bir kısım dil uzmanları da aynı şeyleri söylemektedir.

Monday, November 4, 2013

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 6: Bakara Suresi'nden 5 - Hz. Adem


Eşiyle birlikte Hz. Âdem’in yerleştirildiği cennet gibi, yaklaşmaları yasaklanan ağaç konusunda da farklı mütalâalar vardır. Cenab-ı Allah bu ağacı Hz. Âdem’e yasaklarken, söz konusu yasağa uyma karşılığında onun acıkmayacağını, susamayacağını, çıplak ve güneşin sıcaklığına maruz kalmayacağını beyan buyurmuştur (20: 118−119). Şeytan da, insanı bu ağaca yaklaşmaya ikna etmek için, onun ebediyet ağacı ve yok olmayacak bir mülk-hükümranlık olduğunu (20: 120), Allah’ın bu ağacı ona melik olarak cennette ebedî kalmaması (7: 20) için yasakladığını ileri sürmüştür. Bütün bu hususlarla birlikte, ağaca yaklaştıktan sonra insanın düştüğü durumu (avret yerlerinin açılması ve utançla buraları örtmeye çalışması (7: 22) ve ağaç manâsı verilen şecere kelimesinin “soy” anlamına da geldiğini dikkate aldığımızda, yasaklanan ağacın insan fıtratının en temel özelliklerinden olan ebediyet adına tenasül yoluna başvurma olabileceği akla gelebilir. Acıkmama, susamama, sıcağa ve çıplaklığa maruz kalmama gibi hissiyatın hatırlatılması, eğer bir halin, ortaya çıkacak bir vakıanın tasviri değil de, böyle bir hatırlatma gerçekten yapılmışsa, bu takdirde, bunların ya Hz. Âdem’e önceden öğretilmiş olması veya Hz. Âdem’in bunları daha önce hissetmiş olması gerekir. Bu ikinci durumda, eşiyle birlikte Hz. Âdem’in konduğu cennet, insanın tam bir yeryüzü varlığı haline gelme sürecinde bir his, bir duyuş, bir idrak, bir hâl boyutu ve âlemi olabileceği gibi, yasaklanan ağaca da, onda potansiyel olarak bulunan bütün bu hisleri harekete geçirip, onu fizikî-biyolojik ergenliğe ulaştıracak bir faktör, bir sebep olarak da bakılabilir. Cennet tenasül yeri olmadığından, artık tenasüle açık bir varlık cennette kalmayacak veya cennet halini daha fazla koruyamayacaktır. 

Cenab-ı Allah’ın Hz. Âdem’e ve eşi Hz. Havvaya koyduğu bir ağaca yaklaşmama yasağı, Din’e ait bir yasak değil, Şeriat-ı Tekvinî veya hayat kanunlarına ait bir yasaktı. Bu yasağı işlemekle Hz. Âdem ve Hz. Havva dinî bir yasağı çiğnemiş ve günaha girmiş olmadılar. Çünkü, gelecek olan 38’inci âyette buyrulduğu üzere, insan için daha henüz Din gönderilmemişti. Ayrıca, yukarıda arz edildiği üzere, Cenab-ı Allah (c.c.), söz konusu yasağa uymanın cezası olarak acıkma, susama, çıplaklığa ve sıcağa, soğuğa maruz kalma gibi dünyevî sıkıntıları beyan buyurmaktadır ki, bütün bunlar, ağaca yaklaşmama yasağının hayat kanunlarına ait bir yasak olduğunu anlamak için kâfidir. Bu kanunlara uymamanın karşılığı ise, eğer Din’le ve Âhiret’le alâkalı değiller ise, dünyada görülür. Böyle bir yasağa uymama, peygamberlerin ismet (günahsızlık) sıfatını ihlâl etmez. Ayrıca Hz. Âdem, eşiyle birlikte kendisine bu yasak konduğunda peygamber de değildi ve henüz ortada peygamberlik vazife ve misyonu yoktu.