Showing posts with label sevgi. Show all posts
Showing posts with label sevgi. Show all posts

Saturday, March 13, 2021

İnsanı Sevmek

 


Sevgi, varlığın özüdür. Cenâb-ı Hak, Zât’ına muhabbetin bir ifadesi olarak varlığı yaratmış; bu koskocaman âlemlerin bir fihristi, özü ve usaresi olarak da insanı yaratmıştır. Fakat bu, mukaddes ve münezzeh bir muhabbettir. Bizim sevgimiz gibi değildir. Zira bizdeki sevgi ya zaafın ve elimizde olmayan temayüllerin bir ifadesidir ya da işlene işlene tabiat ve karakterimizin bir yanı hâline gelmiş bir duygudur. Bunların hiçbirisi Zât-ı Ulûhiyet’e isnat edilemez. Bundan dolayı, Zât-ı Ulûhiyet’i tenzih etme adına O’nun, münezzeh, mukaddes ve müberra bir muhabbetin ifadesi olarak varlığı yarattığını söylüyoruz.


**

Sevmek zordur. İnsan, irade sahibi bir varlık olduğu için en başta bu konuda alıştırma ve rehabilitasyona ihtiyacı vardır. Onun, ilk başta diğer insanlara karşı gönlünün kapılarını açacak vesileler her ne ise onları bulmaya ve bunlar üzerinde düşünmeye ihtiyacı vardır. Farklı bir ifadeyle, diğer varlıklar arasında cebr-i lütfî olarak mevcut bulunan sevginin, insanlar arasında yaygınlaşabilmesi ceht ve gayrete vabestedir. Bu konuda ısrarcı olunur ve sevgiyle kurulan münasebetler sıkı bir şekilde devam ettirilirse zamanla insan tabiatına mâl olabilir. Bundan sonra artık onun sökülüp atılması çok zordur. Sevdiğimiz insanlar bizim için ihtiyaç hatta zaruret ölçüsünde bir kıymet ifade etmeye başlar. Bizden ayrıldıkları zaman, ayrılıklarını derinden derine hissederiz. Sevinçleri sevincimiz, üzüntüleri de üzüntümüz olur. Âdeta hayatı onlarla birlikte yaşamaya başlarız. İşte bundan sonradır ki insana karşı duyulan muhabbet mantıkî bir keyfiyete bürünür ve daha sağlam bir hâl alır. Böyle bir muhabbet, insanları idare etme ve onlara şirin görünme adına ortaya konulan ve sûrî (yüzeysel) sevgi gösterileri şeklinde tezahür eden hissî ve mecazî muhabbetten çok farklıdır.


**






Monday, May 4, 2020

Hadislerle İslam Cilt 3: Sevgi


Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resûlullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resûlü"nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” Dâvûd (as) da Allah"tan sevgisini şöyle istemektedir: “Allah"ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah"ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle”  Hz. Dâvûd'un Allah'tan talebi sevgi olduğu gibi, “Allah"ım beni sevginle rızıklandır.” buyuran Allah Resûlü"nün duası da O'nun sevgisidir. Çünkü sevgi imanın özüdür. Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz. Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” Bu nedenle müminin kalbi, kemale ermiş bir imanı elde etmek uğruna sevgiyi arar, sevmeyi ister. Allah ve Resûlü'nün sevgisi nihayetinde cennete girmeye vesile olur. Zira kıyamet günü için Allah ve Resûlü'nün sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye Sevgili Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur.

**

Hanımlarına karşı sevgisini esirgemeyen ve her zaman nazik bir eş olan Allah Resûlü, ilk eşi Hz. Hatice'yle ilgili, “Bana onun sevgisi bahşedildi.” buyurmuştur. Onun vefatından sonra hatırasına hürmeten eşinin sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettiren Hz. Peygamber zaman zaman Hz. Hatice'ye karşı duyduğu özlemi de dile getirmiştir. Hz. Hatice'nin vefatından yıllar sonra kız kardeşi Hâle, Resûlullah'ı ziyarete geldiğinde, Hâle'nin sesinin Hatice'ninkine benzerliği karşısında bir an ürperen Allah Resûlü, onu Hz. Âişe'yi kıskandıracak sevinç ve heyecanla karşılamıştı.

Sevgili Peygamberimiz, Hz. Âişe'yi çok severdi. Amr b. Âs bir gün Peygamberimize, “Sana insanların en sevimlisi kimdir?” diye sormuş ve “Âişe” cevabını almıştı. Bir defasında Hz. Âişe, mescitte kılıç kalkan gösterisi sunan Habeşli grubu seyretmek istediğinde Resûlullah, Hz. Âişe gösteriden sıkılana kadar, yanağı Âişe'nin yanağında gösteriyi izlemişlerdi. Allah Resûlü"nün Hz. Âişe'ye olan bu muhabbetinin farkında olan hanımlarından Hz. Sevde, Peygamber"in kendisine ayırdığı günü Âişe'ye hibe etmişti. Böylelikle Sevde, sevgide fedakârlığın hangi boyutlara varabileceğini göstermesi bakımından emsalsiz bir davranış sergilemişti.

Friday, July 31, 2015

Çalışan Anneleri Bekleyen Risk


İlgisiz Çocuk Sendromu; insan yaşamında gelişimin en hızlı olduğu ilk dört yaş döneminde, çocuk ile sosyal çevre arasında sözel ve duygusal iletişimin sağlıklı yürümemesi sonucunda oluşan bir sendromdur. Bilhassa çalışan annelerin, çocuk gelişimi konusunda yeterli donanıma sahip olmayan bakıcı kadınlara emanet ettikleri çocuklarda sıklıkla bu sendrom görülür.

Bu sendromu taşıyan çocuklar hırçın, içe dönük, konuşmayı çok sevmeyen, muhatabı ile göz teması kuramayan özellikleriyle dikkat çekerler. Ancak burada hemen belirtmekte fayda var ki ilgisiz çocuk sendromu, sadece bakıcılara emanet edilen çocuklarda değil, annesi bizzat yanında olduğu halde çocuk ile duygusal ve sözel iletişim kurmayan (veya kuramayan) çocuklarda da görülmektedir.
Böylesi bir sendroma yakalanan çocukların ortak özelliği aşırı derecede televizyon izleyicisi olmalarıdır. Yapılan araştırmalarda, bu tür çocukların gelişim sürecinin adım adım takip edilmediği, gelişimi destekleyici faaliyetlerin yapılmadığı, aksine çocuğun tıpkı bir zihin ölümüne terk edilmesi gibi gündelik yaşantıda oyalanması için televizyonla baş başa bırakıldığı görülmektedir.
Dil gelişiminin taklitle gelişen bir beceri olduğu ve ilk iki yaş içinde çocukların konuşmaya başlayabilecek kabiliyetleri olduğu dikkate alınırsa bu dönemin televizyon karşısında geçirilmiş olması çocuktaki dil gelişimi geriliği olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuklar ilk iki yaşta doğal bir süreç içinde konuşmayı öğrenebilecekken vaktinde kazanılamayan bu yetenek çocuğun diğer gelişim süreçlerini de etkileyebilmektedir.

Örneğin sözel iletişim kurma becerisi elde edemeyen çocuk, muhatabıyla göz teması kurabilme yeteneğinde de eksik kalmaktadır. Göz teması ise duygusal iletişimin en önemli unsurudur. Duygusal iletişimde de gelişme sağlayamayan çocuk genelde içe kapanmayı tercih etmekte, “asosyal” bir yaşantıya yönelme eğilimine girmektedir.

Anne Sevgisi Yokluğu

Çocukluk yıllarında anne sevgisinden mahrum kalan gençler, üniversite yıllarında çok çabuk âşık oluyor, kendilerine ilgi gösteren bir arkadaşlarının peşinden çok çabuk gidiyorlar. Gençler, çok defa içlerinde duydukları “anlık” mutluluğun gerçek sevgi olup olmadığından habersiz, ilgi ve sevgi gördüğü kişilerin peşinden, pembe hayallerle yola çıkıyorlar. Hâlbuki çocukluk yıllarında doyurulmamış anne sevgisi, kişinin bir ömür boyu sevgiye muhtaç yaşamasına neden oluyor.

Kız ya da erkek fark etmiyor, anne sevgisi çocukluğun ilk yıllarında hayatî önem taşıyor. Çocuk; özellikle ilk yedi yılda “doya doya” anne “sevgisini” ve “ilgisini” aldıysa hayatının geri kalan kısmını emin adımlarla ilerleyebiliyor, neyi, neden istediğini iyi değerlendirebiliyor. Ancak çocukluk yıllarında yeterince alınamayan anne sevgisi, kişide bir ömür boyu kendi yokluğunu hissettiriyor.

***
Annesinden yeterince sevgi alamamış kişiler, kendileri anne ya da baba olduklarında kendi çocuklarıyla aralarındaki sevgi bağında da sorunlar yaşama ihtimalini taşımaktadırlar.



Anne Sevgisi

*Meşhur Psikiyatr Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı isimli eserinde, çocukluk yıllarında anne babalarından yeterli sevgiyi alamamış kişilerin, bir ömür boyu o doyamadıkları sevgiyi başkalarında arayacağından bahseder; ama bu sevgi arayışı boşunadır. Çünkü çocukluk yıllarında anne babalarından bir türlü doyasıya sevgi alamayan bu kişilerin karşılarına asla o sevgi ihtiyacını karşılayabilecek birileri çıkmayacaktır. Çünkü o sevgi özeldir. O sevgi, “zaman” itibarıyla özeldir. Karşılıksız verilmiş olması itibarıyla özeldir. İhtiyaç duyulduğu an verilebilmesi itibarıyla özeldir...

*Çocukluk yıllarında yemeden, içmeden daha önemli olan şey, çocuğun sevgiye doymasıdır. Bir çocuk için anne sevgisi farklıdır. Doyurucu ve özeldir. Başkalarının sevgisine benzemez. Bir çocuk, herkesten yeterince sevgi alsa da yine de anne sevgisine muhtaçtır. Ve anne sevgisine doyamadan büyümüş bir çocuk, bu ihtiyacını bir ömür boyu sırtında bir yük gibi taşıyacak, kendisini delice sevenler olsa da sevgi ihtiyacını bir türlü doyuramayacaktır.

*Çocuklar, özellikle ilk dört yaş döneminde, anneye “muhtaç”tır. Bu öylesine bir muhtaçlıktır ki çocuğun gözünü her açtığında annesini görebilmesi, korku ile ürktüğü her an annesinin sesini duyabilmesi ve teselli alabilmesi, acıktığında, susadığında annesini karşısında bulabilmesi hayatî önem taşımaktadır. Çocuk bu “güven” içinde, bu sevgi zenginliği içinde hayata adım atmalıdır.

*Çocukların annesine muhtaç olduğu bu döneme “bağımlılık dönemi” diyoruz. Çocuk bu dönemi ne kadar rahat atlatırsa sevgiye muhtaçlığı o kadar az olacaktır.
İhtiyaç duyduğunda annesini karşısında göremeyen çocuk, ilerleyen yıllarda anne sevgisini başkalarından temin etmeye çalışacaktır ki bu sevgi onu hiçbir zaman anne sevgisi gibi doyurmayacaktır.

*Annesinden kopuk olarak büyümüş çocuklar hayata güven duymakta zorlanmakta, etrafına yeterince güven duyamamaktadır. Bu öylesine bir güvensizliktir ki evlendiğinde eşine karşı güveni zayıf, iş yerinde arkadaşına karşı güvensizdir.

Ayrıca böylesi çocuklar yetişkinlik döneminde bir yandan annelerinden tamamlayamadıkları sevgiyi etraflarından devamlı aramakta, öte yandan kendilerinden sevgi bekleyen kişilere karşı da yeterince sevgi verememektedirler. Sanki sevgi kanalları kapanmış gibi hem sevgiye aç hem de sevgi cimrisi olmaktalar.

*Genel itibarıyla çocukların sosyal gelişimi için tabii ki kreşlerin oynadığı rol büyüktür; ama unutulmamalıdır; her ne kadar çocuklar kreşte arkadaşlarıyla oynuyor olsa da evlerinde oynayacak kardeşleri yoksa yine “asosyal” olma riski taşımaktadırlar. Bu itibarla bakıldığında, her çocuğun mutlaka en az bir kardeşi olmalıdır. Sosyalleşme kreşteki çocuklarla değil, ilk etapta kardeşle, daha sonra akraba, konu komşu ile olmalıdır. Bununla birlikte, kreşlerin düzenli bir program takip etmelerinin çocuğun gelişimine katkısı vardır. Düzenli yaşama alıştırma açısından kreşlerin oynadığı rol büyüktür.




Friday, November 22, 2013

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 9: Âl-i İmran Suresi'nden



  • Muhkem, anlamı açık, ifade ettiği manâ kesin olup, izahı için başka delile ihtiyaç bulunmayan demektir. Müteşabih, birden fazla manâya ihtimali bulunduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren âyettir.
  • Sevgi, kâinatın bağı, varlığın mayasıdır. Kemal, zatından dolayı sevilir. Allah, Zâtı, şuûnu, sıfatları ve isimleriyle mutlak kemaldedir. Vedûd olan Allah, Kemalinden dolayı Kendi Zâtına olan kudsî ve münezzeh sevgisi, yani Kendi Kendisi’ndeki kudsî sevgi tecellisi sebebiyle kâinatı yaratmıştır. Mutlak kemaldeki bu saf ve katışıksız sevgi, varlığın mayası, kâinatın bağı ve özüdür. Allah’ın, yaratıklarına olan sevgisi, O’nun kemali nisbetindedir ve her türlü tarifin üstündedir. Bu sonsuz ve sınırsız sevgi de, öncelikle ve bütün kemaliyle, kâinatın hem çekirdeği, hem meyvesi; bütün hayatında Allah’ın tecelli ettiği ve O’nu kullarına tanıtan ve sevdiren Allah Rasûlü’nde odaklanmıştır. İnsan gibi şuurlu varlıklara düşen, Allah’ın kâinata ve bilhassa insanlara olan sevgisine mukabele etmektir; Allah’ı tanımak ve O’nu sevmektir. Allah’ı sevmek, Rasûlüllah’ı sevmeyi gerektirir; çünkü gerçek Allah sevgisinin kapısı Rasûlüllah’la açılır. Rasûlüllah’ı sevmenin hem gereği, hem ölçüsü O’na uymak, O’nun getirdiği Din’i hayata hayat yapmaktır.
  • Hz. İsa’nın Kıyamet’e yakın yeryüzüne inmesiyle ilgili hadis-i şeriflerden, O’nun misyonundan hareketle, Kıyamet’e yakın tıp ilminin her zamankinden daha fazla önem ve değer kazanacağı, dolayısıyla tıp ilminde çok büyük gelişmelerin olacağı ve o zamanda İseviyet’i temsil edenlerin, bir yandan iman nuruyla kalbleri diriltirken, bir yandan da tıp ilmiyle maddî hastalıklara çare olacakları manâsı çıkarılabilir.
  • Allah’ın varlığını, birliğini ve hakimiyetini kabulden diğer iman esasları, ibadeti O’na has kılmaktan bütün türleriyle ibadet, hayatı Allah’ın dinine göre tanzimden muamelat esasları doğar. Peygamberlere itaat ise, rehberlik kurumunun esasını teşkil eder.
  • Kur’ân, her türlü inatlarına ve direnmelerine rağmen Ehl-i Kitap’la diyalogu kesmemekte ve bu diyalogun önce müşterek noktada başlaması gerektiğinin sinyalini vermektedir.
  • Esasen, insanların çoğu iman etmese de, insan vicdanı küfre, zulme ve fıska evet demez. Ancak insan, nefsine uyarak vicdanını susturmakla ebedî azabı hak edecek şekilde küfre düşer. Ayrıca, bilhassa böylesi bir küfrü ve ona sebep olan zulmü, fıskı her insan vicdanı lânetlediği gibi, bunların ferdî ve içtimaî hayatta yaptıkları tahribat da zamanla ortaya çıkar ve dolayısıyla en azından sonraki nesillerin lânetine maruz kalır. Aradan binlerce yıl da geçse peygamberler rahmetle anılırken, zalimlerin, tağutların lânetle anılması bundandır. Asıl lânet ise, bütün gerçeklerin en açık biçimde ortaya çıkacağı Âhiret’te olacaktır.
  • Sünnet’e ittiba, Kur’ân’a ve bu iki temel esasa dayanan İslâm Dini’ne ittibaın da yoludur. Sünnet, en geniş manâsıyla, Allah Rasûlü’nün fert ve toplum hayatının her bölümünde İslâm’ı uygulama yol, yöntem ve düsturlarının bütünüdür.
  • Allah’ın nimetlerini sürekli hatırlama ve dolayısıyla sürekli şükür, kişiyi imandan sonra küfre düşmekten alıkoyar. Bu şekilde insan, bütün hayatı boyunca herhangi bir konuda yanlışa sapmaktan korunur.
  • Apaçık gerçekleri gördükten ve tecrübe ettikten sonra insanın sapmasının en büyük sebebi, nefse uymaktır. Nefse uyma, insanları birbirlerine karşı bağye, haksız tecavüze iter. Bu da, toplumda farklı menfaat gruplarının oluşmasına yol açar ve neticede kendinde hiçbir çelişki ve ihtilâf olmayan Din’de de ihtilâflar baş gösterir. Bu ise, fert ve toplum hayatı adına artık ölüm hastalığı demektir.
  • O müttakîler ki, (Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetten, bilhassa servetten Allah için) bollukta da darlıkta da harcamada bulunur; kızdıklarında, (intikam almaya güçleri yettiği halde) öfkelerini (zor da olsa) yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, (işte böyle) ihsan sahiplerini, (Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyiliğe adanmış olanları) sever.(Al-i İmran-134)