Showing posts with label Hadislerle İslam. Show all posts
Showing posts with label Hadislerle İslam. Show all posts

Monday, May 4, 2020

Hadislerle İslam Cilt 3: Hayır




Resûlullah (sav) çeşitli münasebetlerle ve kendine özgü üslûbuyla mümini seçkin ve mümtaz kılacak çeşitli niteliklere işaret etmiştir. Güzel ahlâk bu nitelemelerin başında gelmektedir. Kûfe"ye yerleşip orada vefat eden sahâbîlerden Câbir b. Semüre, babasıyla birlikte bulunduğu bir mecliste Allah Resûlü"nün (sav) şöyle dediğini aktarmaktadır: “Çirkin söz ve davranışların İslâm"da hiç yeri yoktur. Müslümanlığı en iyi olan insanlar, ahlâkı en güzel olanlardır.” 
Bir başka hadiste ise, sosyal dayanışma ve kaynaşmayı teşvik sadedinde, “İslâm"ın en hayırlısı” olarak, “Başkasına yedirmek ile tanıdık tanımadık herkese selâm vermek.” gösterilmiştir. Borcunu en güzel şekilde ödeyenler, hanımlarına karşı en iyi olanlar,ömrü uzun, ameli güzel olanlar, Kur"an" ı öğrenen ve öğretenler,canıyla ve malıyla Allah yolunda mücadele edenler ile kuytu bir köşede Rabbine ibadet edenler ve insanlara kötülüğü dokunmayanlar, idarecilik veya yöneticilik gibi görevleri talep etmeyenle Hz. Peygamber"in çeşitli vesilelerle “insanların en hayırlıları” olarak işaret ettiği kimselerdir.
Bunların yanı sıra bir hadisinde, “Biliniz ki sizin en hayırlı ameliniz namazdır.” buyuran Hayır Önderi (sav) bir başka hadisinde de, “Hayâ ancak hayır getirir.” buyurmuştur. Yine, “Hayâ sırf hayırdır.” diyen Efendimiz (sav) hayâ erdemini hayırla özdeşleştirmiş, Ebu"d-Derdâ"nın naklettiği bir hadiste ise yumuşak huyla hayır arasında bir ilgi kurmuştur: “Kime rıfktan (nezaket ve kibarlıktan) bir pay verilmişse o kimse hayırdan nasibini almış demektir. Rıfktan mahrum olan kimse ise hayırdan nasip alamamış demektir.” 

Hadislerle İslam Cilt 3: İhsan

“Kişinin değeri, işindeki ihsanıyla ölçülür.” (Hz. Ali)

**
İhsan, kişinin kulluk görevini yerine getirirken Allah"ın kendisini gördüğünü, davranışlarını gözetlediğini hissetmesidir. Bu şekilde ihsan ile hareket edenler, “Allah, her an beni görmektedir, her yaptığımı bilmektedir, benim kalbimden geçenlerden bile haberdardır.” duygularını taşıyacaklardır. İnsanlardan kimileri, sorumlu oldukları şeyleri sırf üzerlerinden sorumluluk gitsin diye yaparlar. Gerçek ihsana ulaşanlar ise yaptıkları her şeyi, Yüce Allah"ın kendilerini görüp murakabe ettiğinin farkında olarak samimi bir ruh ve ihlâsla yerine getirirler. “Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.” , “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah"ın bildiğini görmüyor musun?” gibi birçok âyette aynı şekilde Yüce Yaratıcı"nın murakabesi vurgulanmakta ve her şeyden haberdar olan, her zaman ve her yerde yapılanlara şahit olan Allah"a bilinçli bir şekilde ibadet edilmesi gereğine işaret edilmektedir. Nitekim Resûlullah da (sav) “ihsan”ı,“Allah"ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O"nu görmüyor olsan da O seni görmektedir.”  şeklinde tanımlayarak aynı gerekliliğe vurgu yapmaktadır.

**

Muhsinler her türlü iyi hasleti kendilerinde toplamak için çaba sarf eden, yaptıkları işleri de en güzel şekilde yerine getirmek için gayret gösteren kişilerdir. Çünkü en güzel olanı en güzel şekilde yapan Allah, aynı şekilde insanlardan da işlerini güzel yapanlara muhabbet besler, onlara sevgi ve merhametiyle muamele eder. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz, “Allah"ım! Benim yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.”  şeklinde dua etmiştir. Çünkü en güzel surette yaratılan insanın sorumluluklarını da en iyi şekilde yerine getirmesi sürekli ihsan ile karşılaşması için gereklidir.

**

Borç alıp verme, aile içi haklar ve boşanma gibi durumlarda da ilişkilerin adaletin ötesinde yani ihsan düzeyinde olması istenmiştir. Ebû Hüreyre anlatıyor: “Bir adamın Peygamber Efendimizden genç bir deve alacağı vardı. Bu zât Peygamber Efendimize gelerek alacağını istedi. Hz. Peygamber de, "Bu adama devesini verin." buyurdu. Sahâbîler onun alacağına denk bir deve aradılarsa da bulamadılar. Ancak ondan daha değerli bir deve bulabildiler. Peygamber Efendimiz, "(Bulabildiğinizi) ona verin." buyurdu. Bunun üzerine bedevî, "Benim borcumu tastamam verdin, Allah da senin mükâfatını tastamam versin." dedi. Ardından Resûlullah da (sav), "Sizin en hayırlınız, borcunu ihsan ile (en güzel şekilde) ödeyeninizdir." buyurdu.” Bu şekilde de kişinin herhangi bir şarta bağlı olmaksızın borcundan fazlasını vermek suretiyle ihsanda bulunabileceği anlaşılmaktadır.

Hadislerle İslam Cilt 3: İhlâslı Amel ve Kalp Temizliği




İnsanların Allah katındaki kıymeti, dış görünüşlerine ve mal varlıklarına göre değil niyetlerinin samimiyetine ve işledikleri amellere göredir. Bu konuda Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” Niyetin samimiyeti, ihlâslı amelle, kalbin temizliği de dışa yansıyan samimi tutum ve davranışlarla belli olur. Amelin onaylamadığı bir kalp temizliği ve iyi niyet iddiası samimiyetten ve inandırıcılıktan uzaktır. Hayatı ve ölümü, hangimizin daha iyi amel yapacağını sınamak için yarattığını bildiren Cenâb-ı Hakk"ın bireysel ve toplumsal alanda sonucu görülmeyen soyut bir kalp temizliği iddiasına değer vermeyeceği açıktır.

İslâm, iyi niyet ve samimi tutuma verdiği önemden dolayı, niyet etmesine rağmen mazereti sebebiyle yerine getiremediği amelin sevabından bile kişiyi mahrum bırakmamıştır. Sevgili Peygamberimizin şu hadisi buna işaret etmektedir: “Her kim şehit olmayı Allah"tan samimiyetle isterse, yatağında ölse bile Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır.”

Hadislerle İslam Cilt 3: Sevgi


Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resûlullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resûlü"nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” Dâvûd (as) da Allah"tan sevgisini şöyle istemektedir: “Allah"ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah"ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle”  Hz. Dâvûd'un Allah'tan talebi sevgi olduğu gibi, “Allah"ım beni sevginle rızıklandır.” buyuran Allah Resûlü"nün duası da O'nun sevgisidir. Çünkü sevgi imanın özüdür. Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz. Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” Bu nedenle müminin kalbi, kemale ermiş bir imanı elde etmek uğruna sevgiyi arar, sevmeyi ister. Allah ve Resûlü'nün sevgisi nihayetinde cennete girmeye vesile olur. Zira kıyamet günü için Allah ve Resûlü'nün sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye Sevgili Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur.

**

Hanımlarına karşı sevgisini esirgemeyen ve her zaman nazik bir eş olan Allah Resûlü, ilk eşi Hz. Hatice'yle ilgili, “Bana onun sevgisi bahşedildi.” buyurmuştur. Onun vefatından sonra hatırasına hürmeten eşinin sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettiren Hz. Peygamber zaman zaman Hz. Hatice'ye karşı duyduğu özlemi de dile getirmiştir. Hz. Hatice'nin vefatından yıllar sonra kız kardeşi Hâle, Resûlullah'ı ziyarete geldiğinde, Hâle'nin sesinin Hatice'ninkine benzerliği karşısında bir an ürperen Allah Resûlü, onu Hz. Âişe'yi kıskandıracak sevinç ve heyecanla karşılamıştı.

Sevgili Peygamberimiz, Hz. Âişe'yi çok severdi. Amr b. Âs bir gün Peygamberimize, “Sana insanların en sevimlisi kimdir?” diye sormuş ve “Âişe” cevabını almıştı. Bir defasında Hz. Âişe, mescitte kılıç kalkan gösterisi sunan Habeşli grubu seyretmek istediğinde Resûlullah, Hz. Âişe gösteriden sıkılana kadar, yanağı Âişe'nin yanağında gösteriyi izlemişlerdi. Allah Resûlü"nün Hz. Âişe'ye olan bu muhabbetinin farkında olan hanımlarından Hz. Sevde, Peygamber"in kendisine ayırdığı günü Âişe'ye hibe etmişti. Böylelikle Sevde, sevgide fedakârlığın hangi boyutlara varabileceğini göstermesi bakımından emsalsiz bir davranış sergilemişti.

Hadislerle İslam Cilt 3: Kalbin Hastalıkları


Allah Resûlü, kalbin hastalıkları üzerinde çok fazla durmaktadır. Pek çok hadiste, insanlar bencillik, haset, kibir, başkalarına tepeden bakmak (ucb), sûizanda bulunmak, kin beslemek (hıkd), insanların başına gelen musibetten zevk almak (şematet), dostlara darılıp onları yüzüstü bırakmak (hecr), sözde durmamak (gadr), dünyaya karşı gözü doymamak (tûl-i emel) gibi kötü duygulara karşı uyarılmıştır.

Friday, March 27, 2020

Hadislerle İslam Cilt 3: İyilik-Kötülük


Hz. Peygamber ile bir arada yaşayan sahâbîler, istedikleri zaman gidip ona soru sorabiliyorlardı. Ancak o dönemde İslâm"ı kabul eden herkes, Peygamber"in yakın ashâbı kadar şanslı değildi. Hicretin dokuzuncu senesinde, kabilesinden on kişilik bir heyetle Medine"ye gelip Müslüman olan Vâbisa b. Ma"bed el-Esedî de bunlardan biriydi. O, Medine"nin yerlisi değildi ve Peygamber Efendimizden İslâm ile ilgili gerekli hususları öğrenip memleketine geri dönecekti. Medine"de kalacağı süre zarfında sorumluluklarını, nelerin sevap nelerin günah olduğunu öğrenip dönmek istiyordu. Bu amaçla, doğru Resûlullah"a gitti. Ne var ki, Hz. Peygamber"in etrafında oldukça kalabalık bir cemaat vardı. Ancak Vâbisa kararlıydı. Oradakileri kızdırmak pahasına da olsa, kalabalığı yararak ilerlemeye ve "yanı başında olmaktan en çok mutluluk duyacağım insan" diyerek niteleyeceği Sevgililer Sevgilisi"ne yaklaşmaya çalıştı. Vâbisa"nın bu telaşını takip eden Nebî (sav), “Yaklaş ey Vâbisa! Yaklaş ey Vâbisa!” dedi. Bunun üzerine dizi dizine değecek kadar yakınına gelen Vâbisa henüz sorusunu sormadan Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Bana iyilik ve kötülüğün (sevap ve günahın) ne olduğunu sormaya mı geldin?” “Evet” dedi Vâbisa. Elleriyle Vâbisa"nın göğsüne dokunan Resûl-i Ekrem (sav):“Kendine danış ey Vâbisa! İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir; kötülük ise, insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile, gönlü(nü) huzursuz eden ve iç(in)de bir kuşku bırakan şeydir.”  buyurdu.
Aynı soruyu on sekizinde İslâm"la şereflenen ve Allah"ın Resûlü"ne daha fazla soru sorup daha çok şey öğrenmek amacıyla bir yılını Medine"de geçiren Nevvâs b. Sem"ân da sormuştu. Onun aldığı cevap da Vâbisa"nınkinden pek farklı değildi: “İyilik, güzel ahlâktır; kötülük ise, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” 

Hadislerle İslam Cilt 2: İtidal


İbadetlerde olduğu gibi toplumsal hayatta da ölçülü ve dengeli olmak, gerek Kur"an"da ve gerekse hadislerde emredilmiştir. “...(Allah"ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”  buyuran Cenâb-ı Hakk"ın talimatına uygun olarak O"nun Elçisi, hayatın hiçbir alanında dengesizliği ve aşırılığı hoş karşılamamıştır. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, düşmanlıkta aşırı gitmeyi yasaklamış ve “Allah"ın en sevmediği kimse, husumette aşırı gidenlerdir.” buyurmuştur. Allah yolunda savaşırken düşmana karşı olsa bile, haksızlık ve hainlik yapmak, işkence etmek ve çocukları öldürmek gibi aşırılıklara karşı ashâbını uyarmıştır. Yine adam öldürme suçu için konulan kısas cezasının uygulanmasında meşru ölçülerin aşılmaması konusunda titizlikle durulmuştur. Bütün bu uyarılar, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin! Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”  âyetinin bir izahı gibidir. Yine Kur"an"da inkârcılara karşı savaşmak emredilirken ve Hz. Peygamber"in ashâbı inkâr edenler karşısında çetin davranmalarıyla övülürken; müminlere karşı savaş açmayan, onlara baskı ve işkence gibi uygulamalarda bulunmayan müşriklere karşı iyi davranılmasında bir sakınca görülmemesi, Müslüman olmayan toplumlar ile ilişkilerdeki itidalin bir gereğidir.
Allah Resûlü, Müslümanların kendisine karşı olan saygı ve övgülerinin de bir ölçü içinde olmasını arzu etmiş ve Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa"yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah"ın kuluyum. Onun için bana "Allah"ın kulu ve resûlü" deyin.”  buyurmuştur. Ayrıca o, öfkesinde ve kederinde olduğu gibi sevincinde de mutedil davranmaya dikkat etmiş, Bir şeyi (aşırı) sevmen, (seni) kör ve sağır eder.  buyurarak duygulardaki kontrolsüzlüğün olumsuz sonuçlarına dikkat çekmiştir.

Hadislerle İslam Cilt 2: Azimetler ve Ruhsatlar



Peygamber Efendimiz, bir Ramazan gününde hazırlıklarını tamamlayıp ashâbı ile birlikte bir sefere çıkmıştı. Dayanılmaz bir çöl sıcağı vardı. Sıcaktan kavrulan toprak ayakları, güneş ise başları kavuruyordu. Resûlullah (sav) yolda ilerlerken sıcağın ve orucun etkisiyle ashâbının yorulduğunu görünce dinlenmeye çekilmelerini istedi. Yeteri kadar gölgelenebilecek ağaç olmadığı gibi, çadır kurmak için de vakit yoktu. İnsanlar gölgelenmek için buldukları ağaçların altına sığınmaya çalışıyorlardı. Bu arada Peygamberimiz insanların toplandığını gördü. Seslerin geldiği yere vardığında bazı kimselerin bir ağacın gölgesinde baygın hâlde yatan Ebû İsrâil isimli sahâbînin başında toplandıklarını, yüzüne su serperek onu serinletmeye, rahatlatmaya çalıştıklarını gördü. Peygamberimiz durumu öğrenmek maksadıyla, “Bu arkadaşınıza ne oldu?” diye sordu. Onlar, “Ey Allah"ın Resûlü, o oruçlu.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “(Zorlanmanız yahut zarar görmeniz hâlinde) yolculukta oruç tutmak, fazilet değildir. Allah"ın size tanıdığı ruhsatı kullanın ve onu kabul edin.” buyurdu.
Allah"ın kullarını sorumlu tuttuğu çeşitli emirler ve yasaklar, helâller ve haramlar asıl hükümleri oluşturur ve bunlarla amel etmek “azimet” olarak anılır. Fakat bu hükümlerin uygulanması esnasında karşılaşılan zaruret, meşakkat ve ihtiyaç gibi ârizî durumlar sebebiyle bazı hükümlerde çeşitli kolaylıklar gösterilmiştir. İşte bu kolaylıklara da “ruhsat” adı verilir. Buna göre “azimetler” Allah"ın kulları üzerindeki hakkı, “ruhsatlar” ise kulların Allah"ın lütfundan aldıkları bir paydır. Ruhsatlar dini yaşamada bir gevşeklik değil, bilakis zorluk ve güçlüğün bulunduğu özel şartlarda dinin yaşanabilir olmasına imkân sağlayan özel ve geçici uygulamalardır. İnananlar öncelikle asıl yapmakla yükümlü oldukları hükümlerle yani azimetle amel ederler. Ancak güçlerini aşan bir zaruret, ihtiyaç ya da zorlukla karşılaştıklarında kendilerine verilen ruhsatlardan da istifade etmeleri gerektiğini bilirler. Bu nedenledir ki Cenâb-ı Hak, zorluk doğurabilecek bazı durumlarda bir çıkış yolu olarak ruhsatları da bildirmiştir. Örneğin Müslümanlara orucu farz kılmış, hastalık veya yolculuk durumunda orucun ertelenip daha sonra uygun bir zamanda kaza edilebileceği, buna imkân olmaması hâlinde de fidye verilebileceğini bildirerek güçlüğü ortadan kaldırmış ve “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez!” buyurmuştur. Yine, “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur...” buyrulmuştur. Bu bağlamda Allah Resûlü de savaş ve sefer hâlinde öğle ve ikindi namazlarını birlikte, akşam ve yatsı namazlarını da birlikte kılmıştır (cem" etmiştir).
Ancak Sevgili Peygamberimiz kimi zaman ruhsata uymak istemeyenleri de zorlamamıştır. Nitekim Hamza b. Amr el-Eslemî (ra), “Ey Allah"ın Resûlü! Yolculukta iken oruç tutabilecek gücü kendimde bulabiliyorum. Böyle yapmamda bir sakınca var mı?” diye sormuş, bunun üzerine Allah Resûlü (sav),“Bu, Allah"ın verdiği bir ruhsattır. Kim bunu alıp uygularsa güzel olur. Ama kim de oruç tutmak isterse bunu yapmasında bir sakınca yoktur.” buyurarak tercihi kişinin kendisine bırakmıştır.
Peygamber Efendimizin bu tutumunu bilen sahâbe de kendi durumuna uygun hareket ediyordu. Hatta bazı yolculuklarda Hz. Peygamber dışında sadece bir kişinin oruç tuttuğuna bile rastlanıyordu. Ancak aynı ortamda farklı uygulamalar içinde olan ashâb birbirlerini hoşgörüyle karşılamaktaydı. Ebû Sâid el-Hudrî anlatıyor: “Biz Peygamber (sav) ile beraber Ramazan ayında savaşa çıkardık. Aramızda oruç tutan da vardı tutmayan da. Oruç tutanlar tutmayanları, tutmayanlar da tutanları kınamazdı. (Ashâb) kendisini güçlü hissedip oruç tutanın da, zayıf hissedip tutmayanın da yaptığını hoş görürdü.” 
Sahâbe arasında, ruhsatlardan yararlanmayıp daha çok azimeti tercih eden hatta çok fazla ibadet yapmak isteyenler vardı. Bu özelliğiyle bilinen Abdullah b. Amr b. Âs, Peygamberimiz ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle anlatmıştı: “Bir gün Allah Resûlü bana, "Ey Abdullah! Gündüz oruç tuttuğun, geceleri de ibadetle meşgul olduğun kulağıma geldi, gerçekten öyle mi?" diye sordu. Ben, "Evet, ey Allah"ın Resûlü!" diye cevapladım. Efendimiz, "Böyle yapma. Oruç tut, bazen de tutma! (Gece) namaz kıl, bazen de uyu! Çünkü vücudunun sende hakkı var, gözünün sende hakkı var, hanımının sende hakkı var, misafirinin sende hakkı var. Her ay üç gün oruç tutman yeterlidir. Çünkü işlediğin her iyilik için on kat sevap vardır. Bu da yılın tamamını oruçlu geçirmek anlamına gelir." buyurdu. Ancak ben ısrar ettim ve "Ey Allah"ın Resûlü! Benim gücüm kuvvetim yerinde, (daha fazlasını yapabilirim)." dedim. Bu defa o, "Öyleyse Allah"ın peygamberi Dâvûd"un (as) orucundan tut. Daha fazlasını yapma!" dedi. Ben, "Allah"ın peygamberi Dâvûd"un (as) orucu nasıldı?" diye sordum. Efendimiz, "Bir gün oruç tutup bir gün tutmamak suretiyle yılın yarısı(nı oruçlu geçirmek şeklindeydi)." diye cevapladı.”

**
Azimetler de, ruhsatlar da Yüce Allah"ın kullarının yararına vermiş olduğu hükümlerdir. Normal şartlarda azimetle amel eden Müslümanlar, yeri ve zamanı geldiğinde ruhsatlarla da amel edebileceklerini bilmelidirler. Bu ikisinden birini tercih ederken belki de ölçü, “zararın def edilmesi, menfaatin celp edilmesi” olacaktır. Azimetler de ruhsatlar da Rabbimizin verdiği ikramlardır. Rahmet Elçisi"nin ifade buyurduğu gibi, “Allah, yasakladıklarının yapılmasından nasıl hoşlanmıyorsa, tanıdığı ruhsatların kullanılmasından da öylece hoşnut olur.”

Hadislerle İslam Cilt 2: Sadaka


Kutlu Nebî, sadakanın insan psikolojisi üzerindeki faydalarına işaret ederek sadaka vermekle kişinin şahsiyetini geliştirebileceğine dikkat çekmiştir. Meselâ, katı kalpli olmaktan şikâyet eden bir sahâbîye yufka yürekli olabilmesi için ihtiyaç sahiplerine yedirme ve yetimin başını okşama suretiyle sadaka vermesini tavsiye etmiştir. “Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin.”  buyuran Peygamber Efendimiz, ihtiyaç sahiplerine yardımcı olan ve onların duasını alan kişinin karşılığını bulacağına işaret etmiştir.
“...Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da hataları söndürür (ortadan kaldırır)...” buyuran Hz. Peygamber"in sünnetinde sadaka vermek, hataların tashihi için değerlendirilmesi gereken iyi bir fırsattı. Kişinin yaptığı hatalara karşılık sadaka vermesi, bu davranışlarından pişmanlık duyup kendi nefsine karşı bir nevi müeyyide uygulaması anlamına geliyordu. Yine bu anlamda, “Bir kişi, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile imtihana çekilir. Oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma ise, bu imtihan için kefaret olur.” buyuruyordu. Bir gün tüccarlarla sohbet ederken de, “Ey tüccar topluluğu! Muhakkak ki alışveriş esnasında boş söz ve yemin bulunur. Bu nedenle alışverişi sadakayla karıştırın (ki hatalara kefaret olsun).” tavsiyesinde bulunuyordu.

Hadislerle İslam Cilt 2: Teravih


Bu rivayetlerden, Rahmet Elçisi"nin, ümmetine zahmet vermemek için teravih namazını düzenli bir şekilde kıldırmadığı, namaza çok düşkün olan ashâbının devamlılığını görünce farz olması endişesiyle onlara bu namazı kıldırmaktan vazgeçtiği, Enes rivayetinde olduğu üzere, onlara kıldırırken kısa tuttuğu, ancak Kadir gecesi olma ihtimalini dikkate alarak 23. 25. ve 27. geceleri süreyi gittikçe artırıp saatler süren uzunlukta namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimizin Ramazan"da nafile olan gece namazını her gece düzenli olarak kıldırmamasının, hatta evlerde kılınmasını tavsiye etmesinin ardında yatan sebep, farz kılınır da, sonra ümmetinin bunu yerine getirmeye gücü yetmez şeklindeki endişesidir.

**


Burada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus da, Peygamberimizin ancak sekiz Ramazan geçirdiğidir. Oruç, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Aynı senenin Ramazan ayında Bedir Savaşı gerçekleşmiştir. Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında da Mekke"nin fethi vuku bulmuştur. Bu savaşlar esnasında büyük bir ihtimal ile Hz. Peygamber ve ashâbı teravih namazı kılmaya fırsat bulamamıştır. Dolayısıyla teravih namazının oldukça uzun süre sekiz rekât olarak kılınması Allah Resûlü"nün sünneti olup, yirmi rekâta tamamlanması ise sahâbenin uygun gördüğü üzere asırlarca yaşatılan bir Ramazan geleneğidir.
Hz. Peygamber"in pek çok hadisini nakleden tâbiînin büyük hadisçisi İbn Şihâb ez-Zührî"nin dediği gibi, Resûlullah vefat ettiğinde teravih namazının durumu yukarıda anlatıldığı gibiydi. Hz. Ebû Bekir"in hilâfetinde ve Hz. Ömer"in hilâfetinin ilk zamanlarında da böyle devam etti.
İnsanları teravih namazı için tek bir imamın arkasında ilk toplayan Hz. Ömer oldu. II. Halife, hicretin on dördüncü senesinde, bütün bölgelere tebligat göndererek teravih namazı kılmalarını emretti. Erkeklere ayrı, hanımlara ayrı imamlar tayin etti. Hz. Ömer"in ilk defa Medine"de böyle bir kararı nasıl aldığını, Hz. Peygamber döneminde doğduğunu bildiğimiz Abdurrahman b. Abd el-Kârî şöyle anlatır: “Bir Ramazan gecesi Ömer ile birlikte mescide çıktık. Bir de baktık ki, insanların kimisi kendi başına namaz kılıyor, kimisi de başkalarının namazına uyarak kılıyordu. Hz. Ömer, "Dağınık şekilde namaz kılan bu insanları tek bir imamın arkasında toplarsam sanırım daha iyi olacak." dedi. Sonra buna kesin kararını verdi ve (ertesi gece) onları Übey b. Kâ"b"ın imamlığı arkasında topladı (ve böylece teravih namazı cemaatle kılınmağa başlandı). Sonra bir başka gece yine Hz. Ömer ile beraber mescide çıktık. İnsanlar imamlarına uyup namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer bu manzarayı görünce: "Ni"meti"l-bid"atü hâzihî! (Teravihin böyle cemaatle kılınması) ne güzel bir yenilik (bid"at) oldu! Fakat şimdi uyuyup, gecenin sonunda kalkıp kılanlarınki, şu anda kılanlarınkinden daha faziletlidir." dedi. Çünkü o (cemaatle kılan) insanlar, bu namazı gecenin evvelinde kılıyorlardı.”
Hz. Ömer, insanların mescitte tek tek veya gruplar hâlinde namaz kıldıklarını görünce, Hz. Peygamber"in Ramazan"da topluca nafile namaz kılmaya devam etmesine engel olan “farz kılınma endişesinin” ortadan kalktığını, şayet onlar dağınık bir şekilde devam ederlerse, zamanla Müslümanların bu mübarek ayın ihyası konusunda gevşeyebileceklerini düşünmüş olmalıdır. Ayrıca o, mescittekileri tek bir cemaat yapmanın, Müslümanların birliği açısından önemli mesajları içerdiğinin bilincindedir ve bu doğrultuda hareket etmeyi daha yararlı bulmuştur.
Rivayetlerde, Hz. Ömer dönemindeki teravih uygulamasının detayları da yer almaktadır. Tâbiînin büyük âlimlerinden Hasan-ı Basrî"den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, insanları Übey b. Kâ"b"ın arkasında topladı. Übey onlara yirmi gece teravih kıldırır, son on gün mescitten ayrılıp namazını evinde kılardı. Bunun üzerine insanlar da “Übey kaçtı!” derlerdi.
Hz. Ömer döneminde Medine çarşısının sorumlularından biri olan Sâib b. Yezid anlatıyor: “Halife Ömer, Übey b. Kâ"b ve Temîm ed-Dârî"ye Ramazan geceleri cemaate imam olarak on bir rekât namaz kıldırmalarını emretti. İmam namazda âyet sayısı yüzden fazla olan sûrelerden okuyordu, öyle ki uzun süre ayakta durmaya mecalimiz kalmıyor, bastonlara dayanıyorduk. Namazdan ancak şafak yaklaşınca dönüyorduk.” “İmam, Bakara sûresini sekiz rekât teravih namazında okuyordu. Bu sûreyi on iki rekâtta okuduğu vakit, cemaat "(İmam) kısa tuttu." diye düşünüyorlardı.” Bazı rivayetlere göre, Müslümanlar Hz. Ömer"in hilâfeti zamanında Ramazan"da vitir dâhil yirmi üç rekât namaz kılıyorlardı.  Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ve daha sonraları da uygulama bu şekilde devam etmişti.
İmam Tirmizî"nin de tespit ettiği üzere, Ramazan gecelerindeki bu ibadet konusunda âlimler arasında farklı görüşler ve uygulamalar söz konusudur.

Hadislerle İslam Cilt 2: Yatsı Namazı


Yüce dinimizin temel unsurlarından olan günlük beş vakit namazın son halkası, yatsı namazıdır. Akşam namazının vakti çıktıktan sonra yatsı namazının vakti girer ve sabah namazı vaktine kadar devam eder. Yatsı namazı, uyumadan önce günün son demlerinde Rabbin huzuruna durmayı, günü O"na ibadet ile sonlandırmayı ifade eder. Bu sebeple bir günün bitiminde yapılacak en son iş olması ve mümkün olduğunca geç kılınması tavsiye edilmiştir. Bununla ilgili olarak Muâz b. Cebel (ra) bir hatırasını şöyle anlatır: “Yatsı namazı için Resûlullah"ı bekledik. O kadar gecikti ki, artık gelmeyeceğini zannettik. İçimizden biri, "(Herhalde) Resûlullah namazını kıldı (bize namaz kıldırmaya) çıkmayacak." dedi. Bir müddet sonra Resûlullah (sav) çıkageldi. Kendisine: "Ey Allah"ın Resûlü! Senin gelmeyeceğini zannettik. Hatta içimizden biri, "(Herhalde) Resûlullah namazını kıldı (bize namaz kıldırmaya) çıkmayacak." bile dedi." deyince, Resûlullah şöyle buyurdu: "Bu namazı gece karanlığında kılın (geciktirin)! Bu namaz nedeniyle diğer ümmetlere üstün kılındınız, çünkü sizden önce bunu hiçbir ümmet kılmadı."” 

Bedevîlerin gece karanlığına kadar develeriyle meşgul olmalarından ötürü yatsı namazını “ateme (karanlık)” diye isimlendirmelerine karşı çıkan Yüce Peygamber (sav), bu namaza Allah"ın Kitabı"nda anıldığı üzere “ışâ” yani “ortalık kararınca kılınan namaz” denilmesini istemiştir. Münafık tabiatlı insanlara son derece zor gelen iki namazdan biri yatsı namazı, diğeri de sabah namazıdır. Böyle olunca da bu iki namaza devam etmek, kişinin Allah"a teslimiyetinin ve inancındaki samimiyetin bir göstergesi kabul edilebilir. Hatta yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kişinin, o gecenin tamamını namaz kılarak geçirmiş gibi ecir kazanacağı Peygamberimiz tarafından müjdelenmiştir. Bu kadar önemine ve faziletine rağmen yine de insanların değerlendiremedikleri bu nadide vakitler, Hz. Peygamber tarafından, aslında yerlerde sürünerek de olsa gidilip kaçırılmaması gereken namazlar olarak tanımlanmıştır.

Saturday, February 15, 2020

Hadislerle İslam Cilt 2: Akşam Namazının Vakti

R'cif Camii - Fas

Gün sona yaklaşıp güneş batınca yeni bir namazın vakti de girmiş olur. Mümin, Yüce Rabbimizin akşam namazı çağrısına icabette elini çabuk tutmalıdır. Zira akşam namazının vakti diğer namazlara oranla en kısa olanıdır. Bunun için Sevgili Peygamberimiz (sav), Ümmetim, akşam namazını kılmak için yıldızların (ortaya çıkıp) birbirine karıştığı zamanı beklemedikleri sürece hayırda olmaya devam edecektir.” buyurmak suretiyle, akşam namazını mümkün olduğunca erken kılma hususuna dikkatlerimizi çekmektedir. Sahâbeden Seleme b. Ekvâ" (ra) akşam namazını güneş kaybolur kaybolmaz kıldıklarını söylerken, Râfi" b. Hadîc (ra), “Biz akşam namazını Peygamber ile birlikte kılardık da namazdan çıktıktan sonra birimizin attığı okun düştüğü yeri rahatlıkla görebileceği kadar aydınlık olurdu.” diyerek sahâbenin bu konudaki hassasiyetini ifade etmektedir.

Thursday, December 19, 2019

Hadislerle İslam Cilt 2: Dua-2



“Allah’ım! Günahımı, bilgisizliğimi(n sonucu olarak yaptıklarımı), haddimi aşarak işlediklerimi ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! Allah’ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sensin, geride bırakan da sensin. Ve senin gücün her şeye yeter.”

Hadislerle İslam Cilt 2: Dua