Showing posts with label rüya. Show all posts
Showing posts with label rüya. Show all posts

Friday, March 11, 2016

Nefsin Ölümü


İnsanda ölen nefistir; Kur’ân-ı Kerim, ruhun değil, nefsin ölümü tadacağını beyan buyurur. Nefsin ölümüyle birlikte vücudun kabre girmesinin ardından, hattâ vücut kabirde çürüdükten sonra ölenlerin ruhlarıyla görüşenler pek çoktur. Avam halktan da hemen herkes, ölenleri rüyalarında görür. Ölüden geriye bâkî bir şey kalmamış olsa ne sözkonusu görüşmeler olur, ne de rüyada ölüler görmek mümkün olur.

Evet, ölümlerinden sonra –bazıları için bir aldanmadan ve şeytanın oyunundan ibaret ruh çağırmaları hariç– kendileriyle şu veya bu şekilde temas edilen pek çok insan vardır. Manen ve ruhen çok tekâmül etmemiş avam, bu teması rüyada yapar. Ölümünden sonra rüya yoluyla olsun kendisiyle temas kurulmamış kimse yoktur denebilir. Rüyanın, Freud psikoloji ekolünün iddia ettiği gibi, sadece yaşanmış hadiselerin, tecrübelerin, arzu ve isteklerin yansımasından ibaret bulunmadığına en açık delil, hiç düşünülmediği ve haberimiz olmadığı halde gelecekle, gelecek hadiselerle alâkalı görülen, çok açık müjde ve ikaz ifade eden sâdık rüyalardır. Dolayısıyla, ölen insanların rüyada görülmesi, çok zaman onlarla bir nevî temas ifade eder. Bu rüyalarda onlardan bazılarının öldüklerinden haberdar olduğunu görürüz; bazıları, durumlarından haber verir; bazıları, ölmediklerini söyler. Hattâ, bazıları, dünyada bıraktıkları kişiler veya tamamlayamadıkları işler, üzerlerinde bulunan bazılarına ait haklar konusunda bilgi verir ve talepte bulunurlar. Bütün bunlar gösteriyor ki, cesetleri toprağa karışmış insanlarla temas, onların ruhlarıyla, yani asıl duyan, gören, hisseden, düşünen… ruhlarıyla, insan varlığının asıl özüyle temastır. Yine bu göstermektedir ki, insanın ölümünden sonra ruh katiyen bâkîdir. Melekût ve ruhlar âleminde bulunan vefat etmiş insanların ruhları bizimle münasebettardır. Onlara gönderdiğimiz dua, Kur’ân tilâveti, sadaka gibi manevî hediyelerimiz onla-ra gider, onların nûranî feyizleri de bize gelir.

Sunday, October 18, 2015

Ehl-i Suffa

Ebû Hüreyre Ehl-i Suffa'yı "İslâm'ın misâfirleri (edyâfu'l-İslâm)" diye tavsîf eder. Kur'an'la olan iştigallerinin çokluğu sebebiyle bunlara Kurrâ da denmiştir. Suffa ehlinin müşterek vasıfları fakirliktir. Mal veya herhangi bir gelir kaynakları söz konusu değildir. Geçimleri diğer müslümanların yardımı ve husûsen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yakın alâkasıyla sağlanmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelen sadakaların tamamını onlara göndermekte, hediyelere de ortak etmektedir. Ayrıca, akşam namazlarından sonra, Ashâb (radıyallahu anhüm)'a, herkesin imkânı nisbetinde Ashâb-ı Suffa'dan beraberinde götürerek akşam yemeği vermelerini söyler. Ashâb'tan her biri birer, ikişer, üçer kimseyi alarak götürür, geri kalanları da Hz. Peygamber götürürdü. Resûlullah'a kalanların bâzan on kişiden fazla olduğu belirtilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bunları yedirip içirdikten sonra beraberinde geceyi geçirebileceklerini de söylerdi.

Bâzı rivâyetlerde burda kalanların her birine günlük olarak muayyen miktarda hurma tahsîs edildiği kaydedilir. Bu miktar rivâyetten rivâyete fark gösterir. İbnu Hacer'in de belirttiği üzere, gelişen maddî şartlara göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara tahsîsat bağlamış, bilâhare de artırmıştır.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Suffa Ashâbı'nın iâşelerini te'mîn için, Mescid'e hurma salkımı asma tedbîrine de başvurmuştur. İsteyen sadaka olarak bunları asar, acıkanlar da deynekle birer ikişer tane düşürür yerdi. Bir seferinde âdi ve kalitesiz hurma salkımı asıldığını gören Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duruma üzülür ve: "Keşke daha iyisi asılsaydı" der. Bu vak'a üzerine şu meâldeki âyet nâzil olur: "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin. İğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağnî ve hamde lâyık olduğunu bilin".

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâb-ı Suffa'ya olan yakın alâkasını gösteren rivâyet çoktur. Bunlardan bilhassa Hz. Fâtıma ve Hz. Ali ile alâkalı olan bir tanesi burada kayda değer: Bir gün Hz. Fâtıma ve Hz. Ali (radıyallahu anh) çalışmaktan ellerinin kabardığını söyleyerek kendilerine yardımcı olacak bir köle taleb ederler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verir: "Allah'a kasem olsun, size köle veremem. Suffa ehli açlıktan kıvranırken ben onlara infak edecek bir şey bulamıyorum. Köle olsa onu satar bedeliyle, Suffa ehline yiyecek alırım. "Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bu sert ve acı karşılığı vermeye sevkeden gerçekten sıkıntılı günler yaşanmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bütün tedbirlerine rağmen, günlerce yiyecek bir lokma bulamayarak açlığını karnına taş bağlayarak hafifletmeye çalışanlar olmuştur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cuma hutbesi verirken kendini tutamayarak: "Ey Allah'ın Resûlü, açlık!" diye çığlık atanlar, "Hurma, (yemekten bıktık) karınlarımızı yakıyor!" diye bağıranlar olmuştur. Rivâyetler, başta Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) birçoklarının açlıktan düşüp bayıldıklarını, yerlerde kıvrandıklarını belirtir. Öyle ki onları gören yabancılar ve bedevîler, bunların delirdiğine hükmederlerdi.

Bunlar sadece yiyecekten yana değil, giyecekten yana da yoksuldular. Ebu Hüreyre: "Ashâb-ı Suffa'dan yetmiş zât gördüm. İçlerinden ridâsı (yâni belinden yukarısını örtecek ihramı) olan bir tek kimse yoktu. Ya izâr (yâni belden aşağıyı örten peştemal) bağlar, yahut boyunlarına bağladıkları bir kisâ giyerlerdi..." der.

**

Rivâyetler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sabah namazlarından sonra Suffa'ya geçip, onlarla sohbet ettiğini, onların rüyalarını dinlediğini belirtir.

Resûlullah namaz saatlerinin dışında da zaman zaman buraya uğrayıp, teftişlerde bulunmuştur. Bir keresinde gecenin sonlarına doğru uğrar. Bu uğrayışında yüzükoyun yatmış uyumakta olan Tıhfe İbnu Kays'ı ayağıyla dürterek uyandırıp: "Bu yatıştan Allah gadaba gelir" der.

Thursday, January 30, 2014

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 32: Yusuf Suresi'nden 2 - Rüya Tabiri

“Ey benim zindan arkadaşlarım! Rüyalarınıza gelince: İlk soran arkadaş, efendisine eskiden olduğu gibi yine şarap sunacak; diğeri ise asılacak ve kuşlar başını gagalayacak. Yorumunu istediğiniz konuda artık hüküm verilmiş bulunmaktadır.”
Müfessirler, âyetten, ikinci rüya sahibinin gerçekten rüya görmediği, fakat görmüş gibi yalan söylediği, yorumu duyunca da, bu defa gördüğünü iddia ettiği rüyayı yalanladığı anlamını çıkarmışlardır. Fakat bu yalanlama artık neticeye tesir etmeyeceği için Hz. Yusuf (a.s.), “Yorumunu istediğiniz konuda artık hüküm verilmiş bulunmaktadır.” buyurmuştur. Rüya uydurmak, iki katlı yalan ve çok büyük günahtır. Âyetin ortaya koyduğu ikinci bir gerçek, tabirin rüya için çok önemli olduğu ve rüyanın, peygamber gibi, özellikle bazı şahısların tabirlerine göre tecelli ettiğidir. Bu bakımdan, rüyalar mutlaka rüya tabirini iyi bilen kişilere yordurulmalı ve kötü rüyalar anlatılmamalıdır. Hadis-i şerifte, kötü olduğuna inandığımız bir rüya gördüğümüzde, başımıza gelebilecek kötülüklerden bizi koruması için Allah’a dua etmemiz ve sadaka vermemiz tavsiye buyurulmuştur.

Saturday, October 5, 2013

Tefe'ül ve Rüya ile Amel Hakkında


Kur'an ile tefe'üle ve rü'yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar degiller. Çünki Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müsevves ediyor. Hem rü'ya dahi hayr iken, bazı aks-i hakikatla göründüğü için serr telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû'-i zan verir. Çok rü'yalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor.
Herkes rü'yanın suretiyle manasının hakikatı mabeynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me'yus olur, keder eder.

Saturday, September 21, 2013

"Sizden bir rüya gören yok mu?"


Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu:

" Sizden bir rüya gören yok mu ?"

Kendisine:

"- Bizden kimse bir Şey görmedi!" dediler. Bunun üzerine:

" Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi geldi.

Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanıda biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazan bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama, başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere:

- Sübhânallah ! nedir bu ? dedim. Dinlemeyip:

- Yürü! Yürü!

dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da:

- Sübhanallah, nedir bu? dedim. Cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp:

- Bunlar kimdir?

diye sordum. Bana cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp:

- Bu nedir?

diye sordum. Cevap vermeyip yine:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine:

- Bu nedir?

diye sordum. Cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine:

- Bunlar kimdir?

dedim. Cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağàç hiç görmedim. Arkadaşlarım:

- Ağaca çık !

dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altun ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara:

- Gidin şu nehire banın!

dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyaz. . . Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olark geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.
Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar:

- Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da metin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi.

- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.

- Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin, dediler. Ben:

- Geceden beri acaip şeyler gördüm, neydi bunlar? diye sordum.

- Sana anlatacağız, dediler ve anlattılar:

- Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'ân'ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saran kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (bûluğa ermeden) ölen çocuklardır. "

Cemaatten biri hemen atılarak:

"- Ey Allah'ın Resülü! Müşrik çocukları da mı`?" diye sordu.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

" Evet, dedi, müşrik çocukları da." ve anlatmaya devam etti:

" Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir."

Friday, September 20, 2013

Rüya



  • Rüya alemi herkese açıktır. Bu hususta beyaz, siyah, mü'min, kâfir, iyi, kötü insanlar arasında bir fark yoksa da asıl hakikat sağlam gözlerin eşyayı daha güzel görmesi gibi, ancak fiziksel be ruhsal basiretleri berrak ve sağlam olanlar tarafından görülür. 
  • [Efendimiz (sas)], "Peygamberlik sona ermiştir. Devam edecek olan birşey vardır. O da mübeşşirattır."demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber'e "Mübeşşirat nedir?" diye sorulmuş, o da "Nübüvvetin kısımlarından olan sadık rüyalardır."buyurmuştu.
  • "Mü'minin halis bir rüyası nübüvvetin kırk altı kısmından bir kısımdır."
  • "İçinizde en sadık rüyayı gören, en doğru söz söyleyendir."