Showing posts with label Mektûbat. Show all posts
Showing posts with label Mektûbat. Show all posts

Saturday, October 5, 2013

Aşk, Fakr, Şevk, Şükür Tarîki


Cenab-ı Hakk'a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alınmıstır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur'andan istifade ettigim "Acz ve fakr ve sefkat ve tefekkür"
tarîkıdır. Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eslem bir tarîktir ki; ubudiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha genis bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin,
daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "Letaif-i Aşere" gibi on hatve degil ve tarîk-ı cehriye gibi "Nüfus-u Seb'a" yedi mertebeye atılan adımlar deşil, belki "Dört Hatve"den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır. Yanlış
anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenab-ı Hakk'a karsı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Tefe'ül ve Rüya ile Amel Hakkında


Kur'an ile tefe'üle ve rü'yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar degiller. Çünki Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müsevves ediyor. Hem rü'ya dahi hayr iken, bazı aks-i hakikatla göründüğü için serr telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû'-i zan verir. Çok rü'yalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor.
Herkes rü'yanın suretiyle manasının hakikatı mabeynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me'yus olur, keder eder.

Mevlid Hakkında



Mevlid-i Nebevî ile Mi'raciyenin okunması, gayet nâfi' ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin, gayet latif ve parlak ve tatlı bir medar-ı
sohbetidir. Belki hakaik-i imaniyenin ihtarı için, en hoş ve şirin bir derstir. Belki imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenab-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi mevlid
yazanlara Cenab-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennet-ül Firdevs yapsın, âmîn...

Cennet ve Sinema



Meselâ ehl-i Cennet, elbette arzu ederler ki, dünya maceralarını tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler; belki o maceraların levhalarını ve misallerini görmeyi çok merak ederler. Elbette sinema perdelerinde görmek gibi; o levhaları, o vak'aları müsahede etseler çok mütelezziz olurlar. 

Madem öyledir, herhalde dâr-ı lezzet ve menzil-i saadet olan dâr-ı Cennet'te,
"alâ sururin mütegabilîn" işaretiyle; sermedî manzaralarda, dünyevî maceraların muhaveresi ve dünyevî hâdisatın manzaraları Cennet'te bulunacaktır.

Dua Âdâbı


Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı serifeyi sefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem  "gıyaben ona dua etmek"; hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-ı icabede; hem suhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me'muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

Ölümün Hakikati




Sizlere müjde! Mevt i'dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz
değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz
bir in'idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir,
bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir
sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecma'ı olan âlem-i berzaha bir
visal kapısıdır.

Mün'im'i Tanımak


Ey insan! Nimetin zevalinden elem çekme. Çünki rahmet
hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevalini düşünüp, o elemden feryad etme.
Çünki o nimet meyvesi, bir rahmet-i bînihayenin semeresidir. Ağacı bâki
ise, meyve gitse de yerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten
yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp,
lezzeti birden yüz derece yapabilirsin.Nasılki bir padişah-ı zîşanın sana
hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin
fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de:
"lehül hamdü" kelimesiyle, yani hamd ve şükür ile, yani nimetten in'amı
hissetmekle, yani Mün'imi tanımakla ve in'amını düşünmekle, yani onun
rahmetinin iltifatını ve sefkatinin teveccühünü ve in'amının devamını
düşünmekle; nimetten bin derece daha leziz, manevî bir lezzet kapısını
sana açar.

"Lehül Mülkü" Der Ki


Manen sevdigin ve alâkadar olduğun ve
perisaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir
Kadîr-i Rahîm'in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını
degil, safasını çek. O hem Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği
gibi tasarruf eder, çevirir. Dehset aldıgın zaman, �brahim Hakkı gibi
"Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret,
içlerine girme.

Hz. Hüseyin Niye Muvaffak Olamadı


Eğer denilse: [Hz. Hüseyin]Bu kadar haklı ve hakikatlı olduğu halde, neden
muvaffak olmadı? Hem neden kader-i İlahî ve rahmet-i İlahiye onların
feci bir akibete uğramasına müsaade etmiş?

Elcevab: Hazret-i Hüseyin'in yakın taraftarları değil, fakat
cemaatine iltihak eden sair milletlerde, yaralanmıs gurur-u milliyeleri
cihetiyle, Arab milletine karşı bir fikr-i intikam bulunması Hazret-i
Hüseyin ve taraftarlarının safi ve parlak mesleklerine halel verip,
mağlubiyetlerine sebeb olmuş.

Amma kader nokta-i nazarında feci akibetin hikmeti ise: Hasan ve
Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed
idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem'i gayet müşkildir. Onun
için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ,
kalben dünyaya karsı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî
bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye
tayin edildiler; âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci' oldular.

Nur ve Topuz


Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'anın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor.

Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düserek kalkarak gider, tâ boşulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.

İşte bunlara karşı iki çare var:
Birisi: Topuz ile o sarhoş yirmisini ayıltmaktır.
İkincisi: Bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irade etmektir.

Ben bakıyorum ki; yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam "Acaba nurla beni celbedip, topuzla
dövmek mi istiyor?" diye telaş eder. Hem de bazan ârızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.

Mektûbat'tan Notlar



  • Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hakka bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâb etmek istemem.

  • Hem en cüz'î islerde de herkes hırsın sû'-i tesirini hissedebilir. Meselâ: �iki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diger sâkin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder.

  • "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."

  • Cenab-ı Hak bir abdini severse, dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir.

  • Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikayeti tazammun eder. Ve ef'alini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musibetin darbesine karsı şekva suretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı.

  • Mahz-ı tevhid dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar, ya enaniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için bir kısmı lâkayd kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar.

  • Velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir.

  • Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki: Kanaat ve iktisad; maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder.

  • Ehl-i Vahdet-ül Vücud, o kadar vücud-u İlahîye kuvvet-i iman ile ehemmiyet veriyorlar ki, kâinatı ve mevcudatı inkâr ediyorlar. Maddiyyunlar ise, o kadar mevcudata ehemmiyet veriyorlar ki; kâinat hesabına, Allah'ı inkâr ediyorlar.

  • Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir.

  • Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.

  • Bir şeyde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş ederler; seyyiat olsa, avama taksim ederler.

  • Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.

  • Şöhret insanın malı olmayanı dahi insana mal eder.

  • Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüb eder. Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.

  • Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.