Showing posts with label yalnızlık. Show all posts
Showing posts with label yalnızlık. Show all posts

Monday, March 21, 2016

Yazarlık


Yazarlığın kalıbı yok. Genel geçer reçetesi yok. Her insanın hayatı, kişiliği, mayası ve kimyası nasıl farklıysa, yazı serüveni de farklı olmak durumunda. Kimi kırkından sonra yazmaya başlar, kimi en güzel eserlerini gençliğinde verir. Kimi bir kitabı beş senede tamamlar, kimi beş ayda. Hiçbir yol diğerine üstün değildir. Aslolan ortaya çıkan eserin derinliğidir. Başkalarına bakarak değil, ancak kendi içimizi görerek yazabiliriz. Her işte olduğu gibi burada da temel itki içeriden gelir insana, dışarıdan değil. Ama gene de formül arayanlara söyleyebileceğim tek şey şu: İki temel kaynaktan beslenir yazı. Birbirine zıt, ama ikisi de kudretli iki ana akıntı eşlik eder edebiyatçıya.

Formül Bir: (Hınç/Hırs çarpı Emek artı Disiplin) bölü (Yalnızlık). Yazmanın ilk formülü kişisel hınçlar ve hırslarla bağlantılıdır. Kimi yazarlar ve şairler kızgınlıktan, kırgınlıktan, hakkının yenildiği ya da kıymetinin yeterince bilinmediği saplantısından, bir konuda kimsenin kendileri kadar uzman olmadığı inancından yahut birilerine bir şeyler anlatma arzusundan, bazen de kavgadan, kavgacılıktan beslenir. Hınç, hırs ve öfke... Üçü de kudretli çarklardır. İnsanı üretken kılabilirler. Yanısıra muhakkak emek ve disiplin gereklidir, bir de tabii yalnız kalmak. Yalnızlık olmadan yazarlık olmaz. Bu formül kısa vadede başarılı gibi görünse de uzun vadede tavsar. Öfke keskin sirkedir, kabına zarar. Hınçtan beslenen insan sonunda kendi bindiği dalı kesmeye başlar.

Formül iki: (Aşk/Tutku çarpı Emek artı Delilik) bölü (Yalnızlık). Burada temel etmen aşktır. Yaptığın işi sevdiğin için ve severek yapmak. Akıl mantıkla açıklanamayan bir öte boyutta gezinmek. İnsan niye âşık olduğunu bilebilir mi? Tek bildiği âşık olduğudur. Niyesi değil. Yazıya da âşık olunur. Kişi severek ve tutkuyla yazar. Yaptığı işi o kadar benimser ki yazmadan yaşamayı düşünemez bile. Disiplinin yerini delilik almıştır. Yazmaya koyuldu mu durmadan, duramadan, gece gündüz yazar. İçinden cin çıkartırcasına. Saatler, günler, aylar ve senelerce gıdım gıdım biriken emek. Ve tabii bir de yazarlığın olmazsa olmazı: yalnızlık. Yazarlığın iki altın formülü var. Bu ikisinden hangisinin seçileceği tamamen kişiye kalmış, kişinin ruhunun rengine.


Sunday, March 20, 2016

Roman Sanatı

Roman, sanatların en yalnızıdır. İlk sayfadan son sayfaya kadar tek başına yoğun üretim gerektirdiğinden romancılar hep kardeşsiz, "tek çocuk" olarak kalırlar. Bizler ekip çalışması nedir bilmeyiz. Başkalarıyla ortak üretmenin inceliklerine vâkıf değiliz. Kendimizi bir hayal dünyasının merkezine yerleştirip, oradan yazıyoruz. Haftalar, aylar, mevsimler, bazen seneler boyu hayali roman karakterlerimize annelik ve babalık ederek yaşıyoruz.Yeterince semiz olan egolarımız daha da şişiyor roman yazarken. Ben bu yaşa geldim, bir romancının bir başka romancı hakkında olumlu iki çift kelime ettiğine henüz pek tanık olamadım (kıymetli istisnalar hariç). Hele iki yazar benzer alanlarda, benzer stillerde yazıyorsa! Hele benzer yaş gruplarından ya da yaşam tarzlarından geliyorlarsa, mümkünü yok birbirlerini beğenmezler! O onu "hırslı" olmakla eleştirir, beriki onu "daha da hırslı" olmakla itham eder.


Saturday, March 19, 2016

Yalnızlık Efendi


Bilmem Yalnızlık Efendi ile aranız nasıl? Benim oldum olası iyidir. Severim kendisini, zannımca o da benden memnundur. Yalnızlık Efendi uzunca boylu, titiz, temiz ve bakımlıdır. Çok yakışıklı sayılmaz belki, fakat hayli alımlıdır. Kıyafetlerini nerede diktirir bilmem, ama giyimi kuşamı farklıdır. Hayatımda tanıdığım en donanımlı, en kültürlü, ayakları en çok yere basan varlıklardan biridir. Okumayı, düşünmeyi ve hayal etmeyi sever; haftada en az üç kitap bitirir. Tefekkürü de bilir, tevekkülü de. Özgüveni yüksektir, kendi kendine yeter. Kimseye yalakalık etmez, hesap kitap yahut pazarlık ve çıkar işlerinden hazzetmez. Elâlemin nabzına göre şerbet vermez, kula kulluk etmez. Vefalıdır. Sadıktır. Kendisine yapılan iyilikleri asla unutmaz, ama kötülüklere gelince hafızası balıkların hafızasına döner; kemlikleri ve kinleri çabuk unutur. Kimseyle düşmanlığı yoktur. Kancıklık sevmez. Dedikodu etmez. Başkasının gölgesine muhtaç olmadan tek başına yaşayan hür ve gür bir ağaç gibidir. Canı sıkılınca duvarında asılı eski bir yazıya bakar; kim bilir hangi mahir hattatın elinden çıkma yazıda şöyle yazar: "Bu da Geçer Ya Hu." Yalnızlık Efendi yazıyı okurken gülümser, yarı mahcup, yarı mağrur. Ne zaman ona insanlardan ya da dış dünyanın çarkından şikâyet etmeye kalksam, eliyle savuşturur sözlerimi. "Boş versene ya hu" der. "Yalnız geldik bu dünyaya. Sanki yalnız gitmeyecek miyiz?" Gerçi şahidim, zaman zaman onun da içinin daraldığı olur. Yalnızlık Efendi en çok başkalarıyla karıştırılmaktan rahatsızdır. Yalnızlık, "Issızlık" demek değildir. Issızlık Efendi başka mahallede yaşar. Biraz huysuz bir tiptir. Hani bahçesine kaçan topları kesmeye kalkan aksi ihtiyarlar var ya, onlardandır. Bizimkiyle ara sıra selamlaşırlar o kadar. Keza Yalnızlık, "Kimsesizlik" demek de değildir. Kimsesiz Efendi şehrin dışında bir mağarada yaşar. Saçı sakalı birbirine karışmış. Bizimkiyle kırk yılda bir karşılaşırlar o kadar. Yalnızlık ne Issızlıktır ne Kimsesizlik. Yalnızlık insana en çok başkalarıyla çevriliyken gelen bir histir ki, kimileri buna "etraf kalabalıkken kalbin yalnız olması hali" derler.

Düşüş


Ama adam ayrılır ayrılmaz, suskunluğun yükü sanki bir kat daha çöktü kadının üzerine, sanki yüksek tavanı tek başına sırtında taşıyacak, bastırmakta olan karanlığı tek başına uzakta tutacaktı. O güne dek hiçbir zaman yalnız kalmadığı için bir tek kişinin bile kendisi için ne kadar önemli olduğunu hiç bilmemişti. Hava nasıl hissedilmezse insanları da öyle değerlendirmişti hep, ama şimdi, yalnızlıktan boğazı düğümlenirken, o insanlara ne kadar ihtiyacı olduğunu hissediyor, yalan söyleseler de aldatsalar da onların ne kadar önemi olduğunu anlıyor, salt onların yanında olmasının bile kendisine neler hissettirdiğini, onların tasasızlığını, güvenlerini ve neşelerini nasıl benimsediğini anlıyordu. Onlarca yıl insanların arasında yüzmüş, ama bu dalgalardan beslendiğini, onların kendisini taşıdığını hiç bilmemişti, şimdi, bir balık gibi yalnızlığın kıyılarına fırlatıldığında çaresizlik ve şahlanmış acılar içinde çırpınıyordu.