Showing posts with label zihin. Show all posts
Showing posts with label zihin. Show all posts

Saturday, January 16, 2016

Dimağda İlmin Mertebeleri


Dimağda ilmin mertebeleri vardır ve bu mertebeler birbiriyle iç içe olup, çok defa birbirine karıştırılır.

Dimağda üretilen her şey, ilim değildir. İlim, dimağ ile birlikte kalbin ürünüdür ve kesinlik taşır. Dimağa gelen ve ilimle karıştırılan malûmat, ilim oluncaya kadar pek çok işlemlerden, mertebelerden ve imbiklerden geçer. Kalbin ışığında yol alan dimağda üretilen ilim insanı imana ve Kur’ân-ı Kerim’de buyrulduğu gibi, Allah’a derin saygıya götürür ve götürmesi gerekir. Bir diğer ifadeyle, ilim ile iman birbiriyle özdeş görülebilir. Fakat örfî kullanımda, insanı harekete geçiren çok defa ilim değildir. Çünkü nice bilen vardır ki, bildiğini yaşamaz, tatbik etmez. Öyleyse, bunların bildiğine ilim değil, ilmin malzemesi olarak ‘malûmat’ demek gerekir.

İnsan, düşünme ve ilim üretme sürecinde önce hayal eder (tahayyül) veya çevreden bazı manzaraları alır, ya da beş duyusuyla hisseder. Sonra bunlardan bir suret oluşturur, yani bunlara zihninde bir biçim verir (tasavvur). Ardından, bu biçim veya şekil üzerinde sistemli olarak, etraflıca ve derin derin düşünür, muhakemede bulunur (taakkul, tefekkür, muhakeme). Neticede bir tasdike ulaşır; yani zihninde işleme tâbi tutulan malûmat veya mahsûsatın, duyularla elde edilen malzemenin tamamını ya da bir kısmını doğrular veya doğruya ulaştırır, doğru ile buluşturur (tasdik). Tasdikten sonra ‘iz’an’, yani kesin kanaat hâsıl olur. Kanaat, insanı benimsemeğe ve taraftarlığa sevkeder (iltizam). Nihayet ‘itikad’, yani bütünüyle bağlanma gelir. Aslında bu nihaî mertebe, bir bakıma ilmin kendisidir.

Zihinde malûmat veya çevreden alınan manzaralardan, teoriden, mahsûsattan elde edilen malzemeden ilme yürürken geçilen mertebelerin her biri bir hükme sebep olur. Her ne kadar insanlar zaman zaman hayallerine ilim süsü verseler de, sadece hayal, genellikle safsata doğurur. Tasavvurun da ilim ve gerçekle alâkası yoktur. Tasdik benimsemeye yol açarken, iz’an tutunmaya, alıp kabûl etmeye, iltizam, yani taraftarlık ise taassuba, fanatizme kaynaklık eder. Ancak itikad, yani doğruluğuna mutlak inanma ve sımsıkı bağlanmadır ki, artık kesin ve hiçbir şüpheyle sarsılmaz ilim ve inanç demektir.

Monday, May 25, 2015

Sınavlarda İnternet Kullanımı Serbest Olmalı

Eğitim konusundaki tüm varsayımları sorgulayan Sugata Mitra iki veya daha çok basamaklı sayıların çarpımının öğretilmesini de lüzumsuz olarak görüyor. Bütün bunları bir hesap makinesi yapabilirken çocuklara bunları öğretmek için uğraşmak lüzumsuz. Sugata Mitra’ya göre aynı şekilde herkesin klavyeleri kullandığı bir ortamda yazı yazmayı öğretmek için aylarca çaba harcamak da gereksiz. Önemli olan okumak ve hızlı klavye kullanabilmek. Eğitim sisteminde yaptığımız her şeyi tek tek sorgulamalıyız.
Sugata Mitra eğitim konusundaki değişimin karşısındaki en büyük engeli, sınav ve değerlendirme sistemi olarak görüyor. Sınavlarda hesap makinesi ve interneti kullanmak yasak. Bu durumu, kolunda saati olmayan bir öğrenciye, tam olarak saatin kaç olduğunun sorulması olarak tanımlıyor. Gerçek yaşamda problemleri çözmek için ihtiyaç duyulan bilginin erişiminde internet yanı başımızdayken, çocukları ezber bilgileri depolamaya zorlamak mantıksız. Sınav sistemlerimiz çocukların yeteneklerini değil, bilgi depolama düzeylerini ölçüyor. Sugata Mitra’ya göre ölçme ve değerlendirme sistemini değiştirmeden eğitimde performansı iyileştirmek imkansız gibi görünüyor.
Teknolojideki ve işleri yapma yöntemlerindeki değişim ve ilerleme, bizim zihinlerimizdeki değişimin önünde gidiyor. Onun için açık zihin ve kafalarla, eğitimin ve öğrenmenin temel varsayımlarını radikal değişiklikler yapmaya açık bir şekilde sorgulamalıyız.
Melih Arat
Zaman Gazetesi, 24 Mayıs 2015

Friday, April 10, 2015

Dimağda Üretilen Her Şey, İlim Değildir


Dimağda ilmin mertebeleri vardır ve bu mertebeler birbiriyle iç içe olup, çok defa birbirine karıştırılır.

Dimağda üretilen her şey, ilim değildir. İlim, dimağ ile birlikte kalbin ürünüdür ve kesinlik taşır. Dimağa gelen ve ilimle karıştırılan malûmat, ilim oluncaya kadar pek çok işlemlerden, mertebelerden ve imbiklerden geçer. Kalbin ışığında yol alan dimağda üretilen ilim insanı imana ve Kur’ân-ı Kerim’de buyrulduğu gibi, Allah’a derin saygıya götürür ve götürmesi gerekir. Bir diğer ifadeyle, ilim ile iman birbiriyle özdeş görülebilir. Fakat örfî kullanımda, insanı harekete geçiren çok defa ilim değildir. Çünkü nice bilen vardır ki, bildiğini yaşamaz, tatbik etmez. Öyleyse, bunların bildiğine ilim değil, ilmin malzemesi olarak ‘malûmat’ demek gerekir.

İnsan, düşünme ve ilim üretme sürecinde önce hayal eder (tahayyül) veya çevreden bazı manzaraları alır, ya da beş duyusuyla hisseder. Sonra bunlardan bir suret oluşturur, yani bunlara zihninde bir biçim verir (tasavvur). Ardından, bu biçim veya şekil üzerinde sistemli olarak, etraflıca ve derin derin düşünür, muhakemede bulunur (taakkul, tefekkür, muhakeme). Neticede bir tasdike ulaşır; yani zihninde işleme tâbi tutulan malûmat veya mahsûsatın, duyularla elde edilen malzemenin tamamını ya da bir kısmını doğrular veya doğruya ulaştırır, doğru ile buluşturur (tasdik). Tasdikten sonra ‘iz’an’, yani kesin kanaat hâsıl olur. Kanaat, insanı benimsemeğe ve taraftarlığa sevkeder (iltizam). Nihayet ‘itikad’, yani bütünüyle bağlanma gelir. Aslında bu nihaî mertebe, bir bakıma ilmin kendisidir.

Zihinde malûmat veya çevreden alınan manzaralardan, teoriden, mahsûsattan elde edilen malzemeden ilme yürürken geçilen mertebelerin her biri bir hükme sebep olur. Her ne kadar insanlar zaman zaman hayallerine ilim süsü verseler de, sadece hayal, genellikle safsata doğurur. Tasavvurun da ilim ve gerçekle alâkası yoktur. Tasdik benimsemeye yol açarken, iz’an tutunmaya, alıp kabûl etmeye, iltizam, yani taraftarlık ise taassuba, fanatizme kaynaklık eder. Ancak itikad, yani doğruluğuna mutlak inanma ve sımsıkı bağlanmadır ki, artık kesin ve hiçbir şüpheyle sarsılmaz ilim ve inanç demektir.

Thursday, August 29, 2013

Şuur ve Evrim


"Darwinist evrim, hiçbir zaman şuurun kökenini açıklayamayacak. Belki Darwinistler şuurun zaman içinde hangi süreçlerden geçtiğini açıklayabilirler, çünkü şuurun sebebi olduğu davranışlar, hayatta kalmada önemli bir etkendir. Ancak şuurun kökenini asla açıklayamazlar."


"Genel olarak, bilgisayarlar zekâyı taklit edebilir, ama hiçbir zaman şuur sahibi olamaz. Davranışı; canli, hareketli ve bilinçli olmakla kariştirmamalıyız. İleride çok yüksek zekâli bir bilgisayar, şuur sahibi olduğunu söyleyecek, hatta şuurluymus gibi davranacak şekilde programlanabilir. Ama hiçbir zaman gerçekten şuurlu olamaz, çünkü şuur beyinden bağımsız, tamamen gayr-i maddi bir mevcuttur.”


“Dilediğiniz sayıda bilgisayarı birbirine bağlayabilirsiniz ama sonuçta gene de şuur sahibi olmayacaklardir, çünkü ne olursa olsun tek yaptiklari sembolleri ardi ardina dizmekten ibaret olacaktir. –durduk yere suur sahibi olamayacaklardir- ” [“do brains make minds?” içinde closer to truth, ekim 2000]

J.P. Moreland

Saturday, August 24, 2013

Çin Odası ve Yapay Zeka


bilincin maddî süreçlere indirgenemeyeceğini savunanların hepsi, zihni madde dışı bir cevherle ilişkilendirmezler. Buna göre zihin, madde dışında bir cevherle hem alakalı değildir hem de maddî süreçlere indirgenemez; zihin, madde belli bir şekilde bir araya gelince “zuhur eden” (emergent) bilinç gibi özelliklere (bu görüşte “cevher” kavramıyla “özellik” yer değiştirir) sahiptir, zihni bilgisayar programı ile aynı görmek mümkün değildir. Bu konuyla ilgili John Searle’ün “Çin odası” örneği meşhurdur. Searle, Çince bilmediğiniz ve bir odaya kapatıldığınız varsayımıyla örneğine başlar. Bu odada, mektupla gelen Çince yazıları, talimatlar doğrultusunda, odadaki bir kitapta bulunan Çince yazılarla eşlemeniz, bu bir araya getirme işleminde kitabın işaret edeceği Çince yazıları da mektupla geri göndermeniz istenir. Odaya gelen Çince yazılar bazı sorulardır, kitapta bunlarla ilgili eşleşmede cevapları bulursunuz ve geri gönderirsiniz ama Çince bilmiyorsunuzdur. Dışarıdan olayı izleyen ve size verilen komutlarla hareket ettiğinizden ve Çince bilmediğinizden habersiz olanlar, sizin Çince bilip soruları cevapladığınızı zannedeceklerdir. Searle, bilgisayarların işlemesinin de buna benzetilebileceğini; bilgisayarların bilincinde olmadan sembolleri kendilerine verilen programa göre kullandıklarını; sonuçta bilgisayarlar insanla tamamen aynı bir davranışı yaptıklarında bile bu davranışların arasında mahiyet farklılığı olduğunu ve yapay zekânın insan zihnini taklit etmesinin mümkün olamayacağını söyler.

Evrenin Anlaşılır Olması

Zihnin en önemli özelliklerinin başında evreni anlaması gelmektedir. Einstein en anlaşılmaz şeyin evrenin anlaşılması olduğunu söylemiştir; o, evrenin alaşılır olmasını ve zihnin onu anlamasını Allah’ın kendisini açığa vurması olarak görmüştür. Her adım attığımızda ileri gideceğimizi bilmemiz, yağmurun yağışında ne olduğunu anlamamız, yanımızda yürüyen eşimizin veya çocuğumuzun bir anda yok olmasına ihtimal vermememiz, sabah kalktığımızda ayaklarımızın yerinde olmasından şüphe etmememiz hep zihnimizin evreni anlaması sayesindedir. Birçok kişiye çok basit ve sıradan gelebilecek bu anlayışlarımız, aslında, zihnimizin anlamasını sağlayan birçok önşartın mevcut olması sayesindedir. Kültür oluşturabilmemiz, sayabilmemiz, dil aracılığıyla iletişim kurmamız zihnimizin sahip olduğu özelliklerle gerçekleşmektedir.

Saturday, August 17, 2013

Zihin ve Tasarım

Zihnin varlığından tasarım deliline ulaşmak iki şekilde olabilir.
Birincisinde, insan zihninin maddî evrende olmayan bir
cevher içerdiği savunulur; buna göre “ruh” maddeden farklı
bir cevherdir ve maddî bedenle buluşturulmuştur. Maddî evrene
ait olan bir evrim süreci elbette ki maddî olmayan bir
cevherin açıklaması olamaz. Bu yaklaşıma göre ayrı bir cevher
olan “ruh”un maddî bedenle uyum içinde çalışması, ayrı bir
cevherle ilişkilendirilen “bilincin” davranışlarımızı kontrol etmekteki
başarısı, ancak bilinçli bir Yaratıcı’nın bu uyumu sağlaması
ve bu farklı iki cevheri buluşturmasıyla mümkündür.
Fakat gözle görülemeyen, elle dokunulamayan bir cevherin
varlığını natüralist-ateist görüşü savunanlar kabul etmezler
ve “bilinç” veya “ruh” diye adlandırılan zihin özelliklerinin,
maddenin, beyin şeklini aldığında kazandığı özelliklerden
ibaret olduğunu savunurlar. Bilgisayarın sırf maddeden oluşması,
bilgisayar alanındaki gelişmelerle “yapay zekâ”nın (artificial
intelligence) özelliklerinin geliştirilmesini de tezlerini
destekleyen bir olgu olarak kullanırlar.90
Sıkça yapılan bir hatanın tam da bu noktada altını çizmek
istiyorum. Yapay zekâların, daha da geliştirilmeleri sonucunda
birçok konuda insanın başaramayacaklarını başaracaklarına,
hatta şu anda bile birçok şeyi daha iyi gerçekleştirdiklerine
hiçbir şüphem yok. Fakat yapay zekâların insan zihninden
mahiyet olarak farklı olduğunu, bu makinelerin beceri derecesini
arttırmanın hiçbir şekilde onları, insan zihni gibi bilinçli
bir zihne çeviremeyeceğini düşünüyorum; çünkü asıl sorun
beceri derecesi değil, bu mahiyet farklılığıdır.