Showing posts with label hac. Show all posts
Showing posts with label hac. Show all posts

Sunday, July 27, 2014

Misâlîler Meclisi'nin Soruları

Misâlîler meclisinde o meclisin reisi tekrar sordu ve “Musibet her zaman hıyanetin neticesidir ve mükâfatın da sebebidir. Ey şu asrın adamı, kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı. Hangi fiilinizle kazaya, hem kadere böyle bir fetva verdirdiniz ki, ilâhî kaza, musibetle hükmedip sizleri hırpaladı? Çünkü umumî musibetlere daima ekseriyetin hatası sebep olur?” dedi. Dedim:

İnsanların fikri dalâleti, Nemrutça inadı, Firavunca gururu, yerde şişti şişti, göklere yetişti. Hem de yaratılışın hassas sırrına dokundu. Bunun üzerine, şu Birinci Dünya Savaşı’nın göklerden indirdiği tufan ve tâûna benzeyen zelzelesi, gavura yapıştırdı semâvî bir silleyi. Demek ki, şu musibet, bütün insanlığın musibetiydi. Bütün insanlığa şâmil olan bu musibetin müşterek sebebi, maddecilikten gelen ve hayvanî hürriyet ve hevânın istibdadından doğan dalâlet fikri idi.

Misâlîler Meclisi’nin, Birinci Dünya Savaşı ile başımıza gelen musibetve felâketin hikmetini sorup kader sırrını araştırmasına karşılıkverilen cevap çok enteresan... Allah nimet verdikçe insanlığa düşenvazife, bunlara karşı şükür ve hamd ile karşılık vermek iken, maalesefinsanlar, bilhassa Cenâb-ı Hakk’ın fen, teknik ve teknoloji yoluylayaptığı müthiş ihsanlara nankörce cevap verdiler. Aynen Karun’un“Ben bunları ilmimle elde ettim.” (Kassas, 28/78) demesi gibi bir tavıraldılar. Bilhassa uçakların yapılması ile göklere çıktıkça Firavunlukve Nemrudluk damarları kabarmaya başladı: “Beşerin dalâlet-i fikrisi,Nemrudâne inadı, Firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetiştisemâvâta” Artık “Gökleri bir kâğıt gibi deleceğiz ve Tanrının yokluğunuispat edeceğiz!” demeye başladılar. Nitekim Firavun da veziriHâmân’a “Bana bir kule yap, bakalım Musa’nın iddia ettiği gibi göklerde bir ilâh var mı araştıralım?” (Gafir, 40/36) demişti. (Günümüzde Rusastronotu Yuri Gagarin’in de benzer bir iddiasının olduğu söylenmişti.)Tabii bu sözler “Dokundu hassas sırr-ı hilkate.” Evet insanın yaratılışhikmeti böyle bir nank.rlük değildi. Onun için de “Semâvâttan indirditufan, tâun misali, şu harbin zelzelesi, gavura yapıştırdı semâvî birsilleyi.” Cenâb-ı Hak, insanlar azıp taşınca yerden gökten belâlarınıyağdırır. Sodom Gomore’de Lut kavmine ve diğer Ad ve Semudkavimlerine yaptığı gibi... Ama bazen bunu teröristin elinde bombanınpatlaması gibi, teknoloji ile küfrân-ı nimet edip şişinen insanların ellerindeaynı şeyleri patlatmakla veya ellerindeki gelişmiş silâhları birbirlerininkafalarına vurdurmakla yapar. Ama bunu anlamayan zavallılarbunun İlâhî bir sille, unutulmaz bir ceza olduğunu bir türlü akıledemezler. “Demek ki, şu musibet, bütün beşer musibetiydi. Nev’enumûma şamil. Bir müşterek sebebi; maddîyunluktan gelen dalâletfikriydi, hürriyet-i hayvânî, hevanın istibdadı.” Birinci ve İkinci DünyaSavaşı bütün insanlığı derinden sarsmıştı. Medeniyetin imkânları şeklindeAllah’ın bağışladığı, aslında ilhâmen ikram ettiği bu nimetlerin vemeyvelerin şükrü eda edilmemiş Cenâb-ı Hak, bizlere bu hususta Hz.Süleyman ile bir misal vermektedir:

“Daha sonra Süleyman onların (Sebe Melikesi Belkıs ve adamlarının)itaatlerini bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öğreninceyanındaki danışmanlarına: ‘Değerli danışmanlarım, onların itaatiçinde huzuruma gelmelerinden önce içinizden kim onun tahtınıbana getirebilir?’ dedi. Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: ‘Ben, senmakamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Benim onu taşımayagücüm yeter, hem de zâyi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin birkimseyim.’ dedi. Ama yanında kitaptan ilim olan bir zât da: ‘Ben, seng.zünü açıp kapamadan onu getirebilirim.’ der demez, Süleyman,Kraliçenin tahtının yanıbaşında durduğunu görünce: Bu, Rabbiminlütuflarından, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağımdiye beni sınamak içindir bu nimet. Şükreden sadece kendi lehineolarak şükreder, nank.rlük eden ise bilmelidir ki, Rabbim onun şükründenmüstağnidir, şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi boldur.”(Neml, 27/38-40).

– Acaba bizim suçumuz neydi? Hazreti Üstad’a göre o da şu idi:

Hissemizin sebebi, İslâmiyet’in rükünlerindeki ihmal ve terkimizdi. Zira Cenâb-ı Hak, yirmi dört saatten bir saati beş vakit namaz için istedi, yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik. Gafletle ihmal oldu. Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima tâlim ve meşakkatle tahrik ve
koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ayı, oruç için istedi. Nefsimize acıdık. Keffâret olarak, beş sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiği malından, kırkından veya onundan birini zekât istedi. Cimrilikle zulmettik, haramı karıştırdık, isteyerek vermedik. O da bizden yığılmış zekâtı aldırdı. Haramdan da kurtardı.

– Burada namaz, oruç ve zekât sayıldığı hâlde acaba niçin hactan
söz edilmedi?

Hac ile ilgili hususu ise Sünûhât isimli eserinde açıklıyor:
“Rüya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celbetti. Cezası da keff.retü’z-zünûb (günahlara kefaret) değil. Kessâretü’z-zünûb (günahları çoğaltma) oldu. Haccın bilhassa tanışmakla fikir birliğine ulaşmayı, yardımlaşma ile çalışmaları ortak hâle getirmeyi tazammun eden içindeki İslâm’ın
yüce siyasetinin ve çok geniş içtimâî faydaların ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde kullanmaya zemin hazırladı.

İşte Hind, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. (İngilizler, Hind’li Müslümanları, Halifenizle ittifak hâlindeyiz, savaşa katılın diye karşımıza çıkarmışlardı. Çoğunun aklı başına ancak Çanakkale’de, İstanbul’da ezan seslerini duyunca geldi.)

İşte Tatar, Kafkas, .ldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare vâlideleri olduğuna, ‘Basra harap olduktan sonra’ anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. (Onlar da Ruslar’ın benzer bir oyununa gelmişlerdi.)

İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini .ldürüp hayretinden ağlamayı da bilmiyor. (O da meşhur İngiliz casusu Lâvrens’in kışkırtmalarına ve entrikalarına kanıp bilmeden din kardeşine düşman oldu.) İşte Afrika, biraderini tanımayarak .ldürdü, şimdi vaveylâ (feryat) ediyor.

İşte Âlem-i İslâm, bayraktar oğlunun (Osmanlı’nın) gafletle bilmeyerek öldürülmesine yardım etti. Vâlide gibi saçlarını çekip âh ü fîzâr ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, tamamen hayır olan hac seferi için yola koyulmak yerine, tamamen şer olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi. İbret alınız.”(Aslından sadeleştirilerek alınmıştır).

– Peki neden böyle bir ceza uygun bulundu? Üstad, şöyle cevap veriyor:

Amel, ceza cinsindendir. Ceza, amel cinsindendir.
– Gazap ve kahır cezalarından farklı olarak musibetlerin hem keffâret olma, hem de sevaba vesile olma gibi bir özelliği var. Acaba bu meselede nasıl bir tecelli oldu? Üstad, cevap veriyor:

Aslında sâlih amel iki çeşittir: Birisi, müsbet ve irâdî; diğeri, menfî ve mecburî. Bütün elemler, musibetler, sâlih amellerdendir; fakat menfî ve mecburîdir. Hadis, teselli verdi. Bu günahkâr millet, ( Birinci Dünya Savaşı’nda) kanıyla abdest aldı, fiilî bir tövbe etti. Âcil mükâfat olarak, şu milletin beşte biri olan dört milyonuna velâyet derecesi,
şehitlik mertebesi ile gazilik verdi. Günahı sildi. Bu Yüce Misâlî Meclis, benim bu s.zümü beğendi. Ben de birden uyandım. Belki uyanarak yeni yatmış oldum. .ünkü bence uyanıklık hâli, rüyadır. Rüya ise bir nevi uyanıklıktır. Orda asrın vekili. Burada
Said Nursî... (Aslından sadeleştirilerek alınmıştır).
(Lemaât’tan Alınan Kısım Burada Bitti)

Wednesday, May 21, 2014

Rüya'da Bir Hitabe'den

Dünyeviler meclisinde, “Dinsizlik meydan alıyor. Din adına meydana çıkmak lâzım.” diyenlere verdiği cevap da ufuk açıcıdır. Millî ve dinî duygularımızı, kendi emellerine ulaşmak için kullanmak isteyen ve bizleri, yükselecekleri hedefler için, sadece üzerine basılacak bir merdiven basamağı gibi görenlere karşı da ikazlarda bulunmaktadır. Dini ve Kur’an’ı kendi emelleri için kullananların, İslâmiyet’e yapacakları kötülükleri; kuvvetli hasmı karşısında yiyeceği darbelerden kurtulmak için Kur’an’ı kendisine siper yapanların kötü durumlarına benzetmek suretiyle anlatmaktadır. Siyasetin eli, her zaman mukaddeslerimizden uzak tutulmalıdır. Onları kendi zaaf ve zayıflıkları sebebiyle, yere düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Onlar, hep yukarıda ve nefislerimizin kusur ve kirli arzularından çok yükseklerde durmalı ve tutulmalıdır.

***
Bediüzzaman Hazretleri; arzu ve hevesini fikir suretinde görenlerin durumuna uygun bir misal verir: Birinci Dünya Savaşı’nda “Biz bu savaşa niye girdik? Müslümanlar mağlûp olacak.” diyen birisinin, sonunda “Ben size dememiş miydim?” diyebilmesi için mağlûbiyetimizi arzuladığını ele alarak, meseleyi izah etmektedir.

Aslında, bu kişi, işin başında neticeye dair endişeye kapılmış ve bu yüzden böyle demiş olabilir. Ama, sonra mağlûp olmamamız için gidip şehit olmak dahil, elinden gelen herşeyi yapması ve “Aman Allah’ım ne olur, benim düşüncemi doğru çıkarma!” diye dua etmesi gerekirdi. Ama kim bilir, bizi savaşa sokan İttihatçılara mı, onlardan bazılarına mı bir husumeti vardı bilinmez. İşte böyle hislerle bir şey arzuluyor, bunu tahakkuk ettirenleri alkışlıyor, bize vurduğu darbelerden de zevk alıyor! Bu nasıl insanlıktır!..

***
Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celbetti. Cezası da keffâretü’z-zünûp değil, kessâretü’z-zünûb oldu (günahları kat kat artırdı). Haccın bilhassa tanışma ile, fikir birliğini, yardımlaşma ile teşrik-i mesâiyi tazammun eden içindeki İslâmın yüce siyasetinin ve geniş içtimaî faydaların ihmâlidir ki, düşmana milyonlarla Müslümanı, İslâm aleyhinde kullanma zemini hazırlamıştır.

İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.

İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu “Ba’de harabi’l-Basra” (Basra harap olduktan, yani iş işten geçtikten sonra) anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.

İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.

İşte Afrika, birâderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveyla ediyor.

İşte Âlem-i İslâm, bayraktar oğlunun gafletle bilmeyerek öldürülmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip âh u fizâr ediyor.

Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz (tamamen hayır) olan hac seferine yolculuğa hazırlanmak yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi. Bütün bunlardan ibret alınız...

***
“Rüyada Bir Hitabe”de, Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanların başına gelen bu mağlûbiyet musibetinin sebebi sorulmuştu. Musibet, günahlara kefarettir. Onun için, orada meselenin kefaret yönü anlatılmıştı. Hâlbuki, bazı günahlar gazap-ı İlâhi’yi celbeder. Gazap ise günahlara kefaret değil; bilâkis günahların çoğalmasına sebeptir. Namaz, oruç ve zekatın terki musibeti celbetmiştir, ama hac ibadetinin terki gazabı celbetmiştir. Haccın iki yönü, vardır: Bir yönü, şahsın manevî terakkisi ile ilgilidir. İnsan hac atmosferinde bir velilik kazanabilir. İkinci yönü içtimaî tarafıdır ki, İslâm cemaati ve İslâm dünyası ile ilgilidir. Bu yönüyle, hac büyük bir İslâmî kongredir. Müslümanlar, hacda kardeşçe bütün meselelerini görüşmeli, “Dünya nereye gidiyor?”, “Müslümanlara düşen nedir?” gibi meseleleri görüşerek bir vaziyet almalıdırlar. İşte; hacdaki İslâm’ın bu engin ve derin siyaseti yerine getirilmediği için, gazap ve kahır kendini göstermiş, İslâm düşmanları, Müslümanları yine Müslümanlar aleyhine kullanmışlardır. Başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar ve Ruslar “Biz halifenizle beraber aynı safta savaşıyoruz.” diyerek Dünyadan habersiz sömürge Müslümanlarını, gafil ve dünyadan habersiz olan bu güruhu, Osmanlı Devleti aleyhine savaştırmışlardır. Bazıları Çanakkale’de, bazıları İstanbul’da ezanları duyunca meseleyi anlayabilmiştir. Ama, artık iş işten çoktan geçmiştir. Hâlbuki, her sene hac mevsiminde bunlar konuşulsaydı, kim kiminle savaştığı, Müslüman halklara bildirilseydi, herhalde bu kadar kolay kandırılmaları mümkün olmazdı...”


Friday, November 8, 2013

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 7: Bakara Suresi'nden 6


  • Âhiret inancını zihinlere ve kalblere yerleştirme, Kur’ân’ın temel dört maksadından biridir. Bu bakımdan Kur’ân, herhangi bir hadise veya olgudan bir başka münasebetle bahsederken bile, eğer oradan ana maksadını teşkil eden inanç esaslarına bir kapı aralanacak olsa, hemen bu kapıyı açar ve o esasları nazara verir.
  • Amel, imandan bir parça, aslî bir unsur değilse de, iman, kendini kendine has amelle ortaya koyar. Amel, imanın da, imansızlığın da aynasıdır.
  • “Dünya sevgisi, bütün hataların, bütün yanlış ve günahların başıdır.” (Beyhakî, 7: 338)
  • Kâbe, daha çok kabûl gören görüşe göre yeryüzünde ilk yapılan bina veya ma’bettir. Dolayısıyla Hz. İbrahim ve İsmail (aleyhimesselâm), onun ilk kurucusu değil, temelleri üzerinde yeniden bina edicisidirler. Hz. İbrahim’in onu Hz. İshak’la değil de, Hz. İsmail’le birlikte yeniden inşa etmesi, onu kendine ve dinine merkez yapacak son peygamberin Hz. İshak değil, Hz. İsmail soyundan geleceğine önemli bir işarettir.
  • (Rızkı sadece iman edene değil, herkese veririm. Bununla birlikte) kim de (bahşedeceğim emniyet ve rızık karşılığında) nankörlükte bulunur ve gerektiği gibi iman etmezse, onu (dünya hayatında) kısa bir süre geçindirir, fakat sonra Ateş azabını ona mecburî istikamet yaparım. (Dünyadaki bu kısa süreli geçimliğin ardından) ne fena bir âkıbet, ne kötü bir son durak!" [Bakara, 126]
  • Safa ve Merve, Allah’ın şiarlarındandır. Şiar, İslâm’ın ve İslâm toplumunun alâmeti, ayrıca Allah’ın Kendisine ibadete vesile kıldığı eser demektir ki, ezan, cemaatle namaz, bilhassa Cuma ve Bayram namazları, Hac, Hac’- cın menasiki, camiler, kurban hep birer şiardır. Şiarın sünnet olanları bile, farz olan ferdî ibadetlerden daha mühimdir. Sa’y etmesinde bir mahzur yoktur ifadesi, sa’y etmese de olur demek değildir.
  • Şüphesiz Allah, her yaptıklarını Allah’ın gördüğünün şuuru içinde ve mümkün olan en güzel şekilde yapanları sever. [Bakara, 195]
  • Namazları ve bu arada bilhassa Orta Namaz’ı vaktinde, eksiksiz olarak ve dikkatlice kılın. Allah için kalkın ve (O’nun huzurunda) boyun büküp divan durun.[Bakara, 238]
  • Mallarını Allah yolunda infak edip de, infaklarının ardından herhangi bir başa kakmada ve gönül incitici bir harekette bulunmayanlar yok mu: Onların, Rabbileri katında mükâfatları vardır. Onlar için (özellikle Âhiret’te) herhangi bir korku söz konusu olmayacak ve onlar asla üzülmeyeceklerdir de.[Bakara, 262]