Showing posts with label Niçin Diyalog. Show all posts
Showing posts with label Niçin Diyalog. Show all posts

Wednesday, July 30, 2014

İslam ve Cihad

Aslında cihad ve benzeri İslamî nitelikli kavramlar üzerinde doğru ve sağlıklı bir düşünceye sahip olmak için üç hususun göz önünde tutulması gerekmektedir. Bir; Müslüman birey, toplum
ve devletin düşünce ve hareketlerinin meşruiyet çerçevesini oluşturan temel nasslar. Yani Kur’an ve sünnet. İki; 15 asırlık İslam tarihi sürecinde bu nassların Müslümanlar tarafından hayata
yansıtılış biçimleri. Bir başka ifade ile gelenek ve kültürel yapılar. Üç; Müslümanları dışarıdan gözlemleyen insanların bilgi ve gözlem düzeylerine göre sahip olduğu ve yaydığı kanaatler.

Cihad özelinde bunların ilkini yukarıda ele aldık ve cihadın sadece savaş demek olmadığını gösterdik.

İkinciye gelince; geçtiğimiz yüz yılın en belirgin özelliği sömürgecilik faaliyetleridir. Batılı devletlerin hâkim güç olarak başrolü oynadyıklaryı bu faaliyetlerde maalesef İslam dünyasyı da nasibini almıştır. Maddî ve manevî hemen her türlü değerin güçlüler tarafından sömürüldüğü bu süreçte bazyı Müslümanlar buna dur demek için silahlı ve silahsız faaliyetler adına örgütlenmişlerdir.

Cihad kavramı bu örgütler ve bu örgütlerin teorisyenler sayılan din adamları tarafından dinamik bir güç olarak kullanılmıştır. Böylece cihad diğer anlamlarından sarfı nazarla sadece savaş boyutu ile öne çıkmıştır. Artık cihad hem korunması gereken beş temel esasın Batılı güçlere karşı korunmasında, hem de moral değerler bağlamında teşvik edici, harekete geçirici bir faktörün adı olmuştur. Bunun ötesinde Hz. Peygamber, Hulefa-i Raşidin ve takip eden dönemlerde müşrik, Hıristiyan ve Yahudilerle gerçekleşen savaşlaryın dini savaşlar gibi algyılanmasyı, yorumlanmasyı ve adlandırılması söz konusudur. Bu yaklaşım ve sömürge faaliyetlerine karşı takınılan tavırlar İslamî gelenek içinde cihadın anlam kaymasına ya da sadece savaş boyutunun öncelikli olarak ele alınmasına yol açan ayrı bir unsur olmuştur.

Üçüncü husus ise; Müslümanları dışarıdan gözlemleyen insanların eksik bilgi ve gözlem seviyelerine göre yaydığı kanaatlerdir. Genelde Batılıların başı çektiği bu grup ister ilmî faaliyetler isterse beşerî ilişkilerdeki eksik bilgi, menfaat düşüncesi, gözlem eksikliği, hasmane yaklaşımları ve bütün bunlara bağlı olarak yaptıkları yorumlar sonucu "cihadı uygarlığı tehdit eden dinî yayılma, herhangi bir siyasî amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan terör veya kör bir fanatizm, dinî taassubun körüklediği bir fanatizm olarak görmüşlerdir."

İslam'da Savaş İlanı

Savaş ilanı meselesi ayrıca üzerinde durulmas gereken, İslam'ın öne çıkarttığı hususlardan birisidir. Hem mevcut anlaşma ve sözleşmeyi bozduklarını ilan hem de savaş ilanı, İslam hukukunda olduğu şekliyle hiç bir hukuk sisteminde önemsenmemiştir.

İslam, Uluslararası Lahey Adalet Divanının ancak 1907'de onayladığı savaş kararının ilanı, baskın ve gizli operasyonların yasak olması gibi şeyleri asırlar önce kayd altına almıştır. Kaldı ki günümüzde modern dünyanın Lahey kararlarını nasıl uyguladıkları herkesin malumudur.

İslam Hukukçularının ortaya koyduğu sıcak savaş esnasında kuralların hatırlatılması konuya bir bütün halinde bakılmasına sebep olacaktır. Buna göre;

1- Devletin ilan ettiği savaş halinin bulunması şarttır. Eman istemeleri durumunda savaşa son vermek mecburidir. (Tevbe,9/6)

2- Düşman muharip vasfını haiz olmalıdır. Aksi takdirde düşman dahi olsa masumdur. Bu sebeple din adamlarına, sivil halka, çocuklara, cephe gerisi hizmet veren kadınlara dokunulamaz. Nitekim savaş meydanında öldürülen kadını gördüğünde Hz. Peygamberin "Ama bu savaşmıyordu" seklindeki tepkisi bunu isbatlamaktadir.

3- Düşmanın fiilî bir şer veya zararının bulunmasıdır. Buna göre, muharib vasfını haiz olduğu halde fiilî bir zararı söz konusu olmayanlar savaş meydanında bile öldürülemez. Sadece esir alınabilir ve esirlik müddetince insanî muamele yapılır. Hz. Peygamberin (s.a.s.) savaş meydanında kendisini öldürmeye azm etmiş düşmanlarına bile beddua etmemesi bu konuda oldukça önemli bir örnektir.

4- Cahiliye döneminde yaygın olsa ve düşmanlar tarafında Müslüman şehitlere uygulansa bile savaş meydanlarında öldürülen insanların cesetlerinin parçalanması, kulaklarının ve burunlarının kesilmesi, gözlerinin çıkarılması (müsle) yasaktır.

Sunday, July 27, 2014

Ehli Kitap'ın Kestiği Et

Kur'an'ın vermiş olduğu ruhsattan hareketle Efendimiz (s.a.s.) ehl-i kitabın yiyeceklerini yemiştir. Söz gelimi Hayber Yahudilerinin ikram ettikleri zehirli koyunun budundan bir lokma almış, sonra zehirli olduğunu anlayınca onu tükürmüştür. Hz. Peygamberin (s.a.s.) burada hayvanın kesimi ile alakalı bir soru sormaması, ikramı geri çevirmemesi bizler için önemli mesajlardır.

İslam vs. Hristiyanlık

"Muzaffer Müslümanlar tarafından Hıristiyan Araplara hicretin birinci asrından bahsolunan ve gelecek nesillerde devam eden mezkur mücahedelerden çıkaracağımız şudur ki: Hıristiyan kabileler kendi ihtiyarları ve kendi arzuları ile İslama gelmişlerdir. Zamanımıza kadar Müslüman ahali arasında yaşayan Hıristiyan Arapların varlığı, İslam'ın bu konudaki toleransının mücessem bir delilini teşkil eder. Aslında şayet İslam hâkimiyetine ilk girmeleri ile onlara herhangi bir baskı uygulanmış olsaydı Hıristiyan
kabileler Abbasî dönemine kadar zaten gelemezlerdi."

Dinlerarası Diyalog


Dinlerarası diyalog, dinlerin üstünlüğünün söz konusu edildiği ve karşılıklı atşmaların,
sataşmaların yaşandığı bir münazara olmadığı gibi, "beni dinleme mecburiyetindesin" çizgisinde bir monolog, "biz Hz. İsa ve Hz. Musa'yı kabulleniyoruz, siz de Hz. Muhammed'i (s.a.s.) kabulleneceksiniz" anlamında bir dayatma platformu da değildir.

***



***
Biz hoşgörü, diyalog, herkese saygı, herkesi kendi konumunda kabullenme derken, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'in Medine Vesikası'nı seslendiriyor, Veda Hutbesi'nde beyan buyurdu›u hakikatleri haykırıyoruz. Böylece vazifemizi ve vecibemizi yapıyoruz. Kaynaklarımız bunun böyle olmasını söylüyorsa, bunu bir vazife ve vecibe olarak müntesiplerinin omuzlarına yüklüyorsa bu süreci biz kendimize mal edemeyiz. Hiç kimse de edemez. O sizin şefkatinizin, merhametinizin ürünü değildir. Aksine İslam'ın şefkati, merhametidir. Bizden öncekiler bu noktada kusur yapmış, dâhilî veya hâricî sebeplerle, haklı ya da haksız nedenlerle farklı bir yolda yürümüş olabilirler. Bunlar bizi alakadar etmiyor, biz yapabilirsek, yapabiliyorsak vazifemizi yapıyoruz.

***
Hocaefendi'de insan telakkisi ve buna bağlı olarak insana sevgi ve muhabbet anlayışı başkaları ile diyalogda merkezî bir role sahiptir. Onun insan telakkisi tek kelime ile İslam'ın insan telakkisidir. Yunus Emre'nin enfes ifadesiyle "Yaratandan ötürü yaratılanı sevme" diye özetleyebileceğimiz bu anlayış, yaklaşım ve kabul Hocaefendi'nin insanlarla ferdî ve içtimaî iliflkisinin temelini oluşturmuştur. İki noktaya dikkat çekiyor Hocaefendi; bir; "Sevgi varlığın sebebi, özü ve varlıkları birbirine başlayan en güçlü bağdır." İki; insan Allah'ın sanatdır. Öyleyse "Allah'ın sanatı olan insanlara sevgiyle yaklaşmama, Allah'ı da, Allah'ı sevenleri de, Allah'ın sevdiklerini de rencide eder." Allah'ı rencide eder; çünkü bu O'nun sanatına karşı alakasızlıktır. Allah'ı sevenleri ve O'nun sevdiklerini rencide eder; çünkü Allah'a karşı olan alakasızlık bunlara karşı alakasızlıktır. Öyleyse insana farklı bir bakış açısı Müslümanın kendi temel çizgisinden kayması demektir.

***

'Sen insanı sev ve insanlığa hayran ol! Aç herkese, açabildiğin kadar sineni; ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın mahzun bir gönül!..'