Kâinatın temel maddesi de esir denilen su gibi akıcı bir madde olup kâinattaki her şey de dört temel elementten oluşur: hidrojen, oksijen, karbon ve nitrojen. Kaynaktaki bu basitliğe rağmen, neredeyse sonsuz çeşitlilikte varlık vardır kâinatta. Ayrıca, insan temelde topraktan yaratılmaktadır. Her bir insanın biyolojik menşei olan erkek spermi ile kadın sıvısı ve yumurtasının kendilerinden oluştuğu temel maddeler de aynıdır. Yani, erkek de kadın da aynı yiyeceklerle beslenmektedir. Ama her bir insan, diğerlerinden dünya kadar farklı ve her bir insan başlı başına bir âlemdir. Temel birliğe rağmen bu sonsuzca farklılaşma açıkça Cenab–ı Allah’ı, O’nun mutlak iradesini göstermektedir ve şüphesiz büyük hikmetler ihtiva etmektedir.
Showing posts with label evrenin başlangıcı. Show all posts
Showing posts with label evrenin başlangıcı. Show all posts
Wednesday, April 2, 2014
Monday, March 10, 2014
Matilda Teyze
Farz edelim ki Matilda Teyzem güzel bir kek pişirmiş olsun ve dünyanın en seçkin bilim adamlarından oluşan bir topluluğa bu keki analiz etmeleri için vermiş olalım. Ben, bu toplantının başkanı olarak, onlardan keki açıklamalarını isteyeyim; onlar da üzerinde çalışsınlar. Gıda bilimciler bize bu kekteki kalori miktarını ve onun besleyici etkisini anlatacaklar; biyokimyacılar kekteki proteinlerin, yağların ve benzerlerinin yapısı hakkında bilgi verecekler; kimyacılar içerdiği elementlerden ve aralarındaki bağlardan bahsedecekler; fizikçiler kekteki temel partikülleri analiz edecekler; matematikçiler de şüphesiz bu partiküllerin davranışını açıklayan zarif formüller önereceklerdir.
Şimdi bu uzmanlardan her birinin kendi disiplinine göre kek hakkında yapmış olduğu eksiksiz açıklamalar neticesinde kekin tamamıyla izah edilmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Bize kekin nasıl yapıldığı ve değişik bileşenleri arasındaki ilişkilerin nasıl olduğu konusunda kesin açıklamalar yapıldı fakat ben bu uzman heyete son bir soru daha sorsam ve desem ki: ‘Kek niçin yapıldı?’ Ne diyebilirler? Oysaki Matilda Teyze’nin yüzündeki tebessüm, cevabı bildiğini göstermektedir; çünkü keki o pişirdi ve bunu bir amaca binaen yaptı.
Gerçek şu ki, dünyadaki bütün gıda mühendisleri, biyokimyacılar, kimyacılar, fizikçiler ve matematikçiler bu soruya cevap vermekten acizdirler. Bilim adamlarının kendi disiplinlerinin bu soruya cevap veremeyeceğini ifade etmeleri o disiplini aşağıladıkları anlamına gelmez. Onların disiplinleri kekin yapısı ve doğası hakkındaki sorulara cevap verebilir ki bu ‘nasıl’ sorusunu cevaplamaktır; fakat kekin yapılış amacının ne olduğuna ilişkin ‘niçin’ sorusuna cevap vermez. Aslında, bu soruya cevap vermenin tek yolu, Matilda Teyze’nin bize kekin yapılış sebebini bildirmesidir. Eğer o bize bu sorunun cevabını açıklamazsa bilimsel analizlerin hiçbiri bizi bu konuda bilgilendiremeyecektir.
***
Eğer evrenin ardında bir Akıl var ise ve o Akıl bizim burada olmamızı istediyse sorulması gereken en önemli soru şudur: Neden buradayız? Varlığın amacı nedir? İşte insanın kalbine en çok tesir eden soru… Evrenin bilimsel analizi bize bu cevabı veremez; yani Matilda Teyze’nin keki neden yaptığını, bilimsel analizle değil, ancak bambaşka bir şey ile açıklayabiliriz. Kekin bilimsel izahı belki onun insan için faydalı olduğunu söyleyebilir; hatta onun insanların besin ihtiyacına göre hassas bir şekilde ayarlandığı için onlara özel tasarlanmış bir şey olduğunu da söyleyebilir. Diğer bir deyişle bilim kekin ardında bir amaç olduğu sonucuna dikkat çekebilir; fakat bu amacın tam olarak ne olduğunu söylemekten acizdir. Bunu kekin içinde aramak çok saçma olur. Bize bunu sadece Matilda Teyze’nin kendisi anlatabilir. Gerçek bilim bu noktadaki yetersizliği yüzünden utanmamalı, sadece böyle sorulara cevap verecek yetilere sahip olmadığının bilincine varmalıdır. Bu nedenle, evrenin amacının ne olduğunu ve bizi burada niye bulunduğumuzu bulmak için, sadece evreni oluşturan teme bileşenlere (madde, yapı ve süreçlere) bakmak metodolojik açıdan ciddi bir mantıksal hata olurdu. Nihai cevap ancak, evrenin dışında olmalıdır; tıpkı Matilda Teyze’nin kekle olan ilişkisi gibi evrenle de aynı cinsten ilişkisi olan bir Zat’tan gelmelidir bu cevap.
Evrenin ardında soyut bir kavram ya da kör bir fiziksel güç değil Tanrı vardır. tanrı, Yaratıcı bir Zat’tır. Tıpkı Matilda Teyze kekin bir parçası olmadığı gibi Tanrı da yarattığı evrendeki maddenin bir parçası değildir.
Thursday, October 10, 2013
Murphy Kanunu*
1. Murphy’nin Kanunu, tüm fiziksel sistemlere ve kozmik tarihin her aşamasına uygulanabilir.
2. Sonsuz derecede kompleks olan bir sistemin düzgün çalışması için sonsuz miktarda bir dehâya ihtiyaç vardır.
3. Evrenimiz temel yapısı ve tasarımı itibarıyla sonsuz derecede komplekstir.
4. Dolayısıyla, akıllı yaşamın gezegenimizde oluşmasından önce milyarlarca yıl boyunca sonsuz sayıda şeyin doğru gitmesi gerekiyordu.
5. Yaşam merkezli evrenimizin sonsuz kompleksliği ve bu şekilde oluşması için gereken muazzam uzun süre düşünüldüğünde, büyük bir düzenleyici gücün bulunmaması durumunda pek çok şeyin yanlış gitmesi gerekirdi.
6. Şayet canlılığın ve akıllı yaşamın ortaya çıkması esnasında bir şeylerin yanlış gitme ihtimali olsaydı, bu olasılık bu güne kadar kesinlikle gerçekleşir ve biz bugün burada olmazdık.
7. Fakat biz buradayız.
8. Dolayısıyla akıllı yaşamın oluşumu ile ilgili evrende bir şeylerin yanlış gitme ihtimalinin olması gerekirdi.
9. Şansa bağlı bir durumun milyarlarca yıl boyunca evrenin üstün düzeydeki düzenini koruması mümkün değildir.
10. Dolayısıyla, büyük bir düzenleyici prensibin kozmik tarih boyunca evrenin oluşumunun her aşamasında hayatı
tehlikeye atacak bir kaosa dönüşmemesini sağlamış olması gerekir.
11. Bu evrensel düzenleyici prensip, tüm pratik amaçlar ve nedenlerle Tanrı olarak adlandırılır.
Michael Corey, God and The New Cosmology: The Anthropic Design Argument
*Murphy Kanunları, ilk olarak 1949 yılında Komutan Ed Murphy tarafından
“Yanlış gitme olasılığı bulunan bir şey yanlış gider” şeklinde emrindeki proje yöneticisi
George Nicholls’un yarattığı bazı durum ve tersliklerden mülhem olarak
vazedilmiştir. Zaman içinde pek çok kişi tarafından benzer terslikler karşısında
“Murphy Kanunu” adı altında listeye eklenmiş kurallar, bu başlık altında anonim
hale gelmiştir.
Kopernik Devrimi ve İnsancı İlke
Kopernik ve Rönesans’tan gelen devrim ve bunun Newton fiziğiyle bütünleşmesinden doğan miras ile insan, evrenin merkezinden uzaklaştırılmıştı. Kopernik’in Kozmolojik İlkesi, bir anlamda Dünya’nın evrende önemli bir yerinin olmadığını söylüyordu. Aynı ilkeye göre homojen ve izotropik bir evrende, her nokta eşit öneme sahipti. İnsancı İlke ise, bizim evreni çok özel bir anda gözlemlediğimizi ve bu anın geçmiş ve gelecekten farklı olduğunu belirtir. Bu ilkeye göre insan, çok özel bir anda ortaya çıkmıştır. Şayet evren daha düzensiz olsaydı dünyamız var olamazdı.
Evrenin insanı içerecek şekilde olması gerektiğini söyleyen herhangi bir düşünce geçmişte yoktur. Zira Antik çağda, evren, yayılmış ruhuyla yaşayan bir canlı gibi düşünülürdü; Ortaçağ’da bu kavram, Tanrı’nın evreni insan ırkı için ve kendi ihtişamı için yarattığı düşüncesiyle yer değiştirdi. Ancak Kopernik devriminin yarattığı etki, Dünyayı ve insanı evrenin merkezinden alıp
Dünyayı Tanrı tarafından yaratılmış, kendi kuralları olan ve artık hiçbir ilâhi müdahaleye uğramayan bir makine gibi görmek şeklinde oldu.
Tuesday, October 8, 2013
İnsancı İlke
İnsancı İlke’nin ortaya koyduğu gibi, evren insanlık için âdetâ ısmarlama bir elbise gibi ‘özel dikim’ (tailor-made) şeklinde yaratılmış gibidir. Zira insanlar, sadece bunun gibi bir evrende var olabilirler.
John Gribbin
**
Fizikçi ve astronomlara göre, evrenin çok kritik sınırlar içinde yaratıldığı görülmektedir. Bu sonuç, İnsancı İlke (Anthropic Principle) olarak isimlendirilmiştir. Bence bu bilim dünyasının sunduğu en teistik sonuçtur.
Robert Jastrow
İnsancı İlke, bilim tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı. Öyle ki ilk kez bilimsel bir keşif bizi, Tanrı’nın varlığı fikrinden uzaklaştırmaktan ziyade, ona doğru götürüyordu. Yüzyıllardan beri bilim, evrenin yaratılmış ya da tasarlanmış olduğu önermesini yavaş yavaş ortadan kaldırıyordu. Fakat birden bire, bilim adamları evrenin zekâ ve amaç ürünü olduğu sonucunu verecek bir takım gerçeklerle karşılaştılar. Öyle ki binlerce büyük ve küçük detayda zekâ ve hikmet eseri olarak tasarruf eden bir Tanrı’nın yokluğunda biz de var olamayacaktık.
Modern bilimin inanca karşı kurduğu engeller yıkılmıştır. Burada açıklık getirilmesi gereken bir husus bulunmaktadır. Elbette İnsancı İlke bize Tanrı’nın kişiliği, ahiretin varlığı, kötülük problemi ya da iyi ve kötünün ne olduğu gibi konularda hiçbirşey söylemez. Ancak söz konusu ilke, yalnızca akıldan ve bilimden edinilebilecek güçlü bir gösterge sunar bize: Tanrı var.
20. yüzyılın başlarında Big Bang (Büyük Patlama) teorisi kabul edildi ve bu teori, âlemin bir başlangıcı, yani yaratılış ânı olduğunu gösterdi. Bu, kâinatın sonsuz olduğunu savunan materyalist görüşe önemli bir darbe oldu. 1970’lerde ise fizikçiler, enteresan ve düşündürücü bir hususu fark ettiler. Kâinatın bütün fizikî dengelerinin, meselâ yerçekiminin veya atomu bir arada tutan nükleer kuvvetlerin, yaşanabilir bir âlem oluşması için en ideal değerlerde olduklarını buldular. “Antropik Prensip” (İnsan için hazırlanmış kâinat anlayışı[insanci ilke]) adı verilen bu şaşırtıcı buluş, içinde yaşadığımız kâinatın rastgele ortaya çıkmadığı, insan hayatı için özel olarak yaratıldığı fikrine büyük bir delil oluşturdu. Yıllar geçtikçe bu prensibi destekleyen yeni deliller de ortaya çıkmaya devam ediyor.
Patrick Glynn
Big Bang ve Tanrı
Evrenin bilimin kanunlarıyla açıklandığının söylenmesi üzerine “Mâdem bilim her şeyi
açıklıyor, Tanrı bunun neresinde?” şeklinde sorularla karşılaşılabilmektedir. Oysa bilim ve nedensellik evrenin yaratılmadığını değil, evrenin işleyiş mekanizmalarını açıklamaktadır. Bu açıklamalar ise Tanrı’nın varlığının karşıtı değildir. Evrenin işleyiş mekanizmaları ne kadar iyi açıklanırsa, evrenin düzeni o kadar iyi anlaşılmakta, bu durum da evrenin kendiliğinden oluşamayacağını yani ancak Tanrı tarafından planlı bir şekilde yaratılmış olabileceğine dair deliller sunmaktadır. Mekanizm ve gâyesellik iç içedir ve mekanizm gâyeselliğin zıttı değil, anlaşılmasının bir aracıdır. Bilimsel bilgilere ulaşma çabası ise Tanrı’dan uzaklaşmanın değil Tanrı’ya yakınlaşmanın aracıdır. Bu noktadaki sorun, evren hakkında bilimsel yaklaşımlarda bulunmakta değil, bilimi tanrılaştırmaya kalkmaktadır. Big Bang, evrenin ve tüm kanunların bir başlangıcının olduğunu, evrenin ilahi bir kontrol altında işletilip muhafaza edildiğini, bütün bunların da kudretli, bilinçli, her şeyden haberdâr bir Yaratıcı tarafından tasarlandığını ortaya koymaktadır.
Caner Taslaman
How Did the Universe Begin to Exist?: The Kalam Cosmological Argument
Why are we here?
That's perhaps the most profound question that's ever been asked. Some philosophers have answered the question by saying that we are here because there exists a “First Cause” that brought the universe into being. This First Cause is what the Old Testament refers to as "God," who we are told in the first sentence of Genesis "created the heaven and the earth."
But, not everyone is satisfied with this response. Other answers have followed, from the counterintuitive “we don’t exist” to “the universe has always existed.” Since the Old Testament posits an absolute beginning, scholars from the world’s three major monotheistic religions, Judaism, Christianity, and Islam, have offered a family of arguments for proof that the universe began to exist. This collection of causal arguments is called the Cosmological Argument.
A leading proponent of the Kalam Cosmological Argument is philosopher William Lane Craig. In his book, Reasonable Faith, Craig states the Kalam Argument this way:
- P1 Everything that begins to exist has a cause.
- P2 The Universe began to exist.
- Therefore, the Universe has a cause.
Note that the Kalam Argument doesn't say that “everything has a cause.” If the universe is going to begin to exist in the finite past, there would have to be some “uncaused cause” that brought it into being. Otherwise, you end up with an infinite regress of causes. Let’s consider each of the premises:
First, Premise #1—Everything that begins to exist has a cause.
If any premise is self-evident, it’s this one. All our experiences tell us that things don’t just wink into existence, uncaused, from nothing. Apparently, for the sake of argument, some try to argue against this premise by saying that such an event might be possible. But, on what basis can such a claim be made? Where is the evidence for what could only be termed a “miracle”? It’s not an exaggeration to say that all the evidence comes down on the side of the first premise. Craig says that premise #1 is not so much a scientific truth as it is a metaphysical one: physical entities have causes.
If any premise is self-evident, it’s this one. All our experiences tell us that things don’t just wink into existence, uncaused, from nothing. Apparently, for the sake of argument, some try to argue against this premise by saying that such an event might be possible. But, on what basis can such a claim be made? Where is the evidence for what could only be termed a “miracle”? It’s not an exaggeration to say that all the evidence comes down on the side of the first premise. Craig says that premise #1 is not so much a scientific truth as it is a metaphysical one: physical entities have causes.
William Lane Craig Employs Kalam Argument in Debate on God's Existence.
Second, Premise #2—The Universe Began to Exist
This premise is more controversial because it had been believed for millennia that the universe might be eternal in the past. Some Greeks, for example, believed that God was eternal and that the universe simply flowed from that Eternal Being. However, this claim was also challenged by Jews, Christians, and Muslims, claiming that the universe had a beginning in the finite past. Today, there’s evidence to support premise #2.
This premise is more controversial because it had been believed for millennia that the universe might be eternal in the past. Some Greeks, for example, believed that God was eternal and that the universe simply flowed from that Eternal Being. However, this claim was also challenged by Jews, Christians, and Muslims, claiming that the universe had a beginning in the finite past. Today, there’s evidence to support premise #2.
First, absurdities result when you try to arrive at infinity by using successive addition. No matter how high you count, you can always add one more second, minute, day, or year. And, if you can’t count up to infinity from this point, it doesn’t seem possible how you could count up to it from the infinite past. Finally, we just don’t see anything infinite in our universe. This has led some to claim that the infinite has no real world expression, except that of an idea.
Second, there is scientific evidence that the universe came into being in the finite past. Craig appeals to the standard Big Bang Model which posits a universe of finite age. Second, the Second Law of Thermodynamics, says that the universe is moving to a state of equilibrium. But, if the universe has existed from eternity, then why are we not now in a state of maximum equilibrium?
If it's true that everything that begins to exist has a cause and that the universe began to exist, then it follows that the universe has a cause.
Finally, to say that “the universe began to exist” is not the same thing as saying “God created it.” However, once the finite status of the universe is established, we have to ask ourselves the question we began with, "how did the universe get here?" If the Kalam argument is true, then saying “the universe has always been here” is not an option. The universe began to exist.
Saturday, September 21, 2013
Thursday, August 29, 2013
Big Bang ve Yaratıcı
Standard Big Bang modeline alternatif arayışları son yıllarda hız kazanmıştır. Pekçok bilim adamı evrenin başlangıcının bir yaratıcıyı da gerektiriyor olması sorunuyla karşı karşıyadır.Diğerlerinin kafası ise fizik kurallarının bu konuda hiçbir faydası olmaması nedeniyle zaten karışmıştır.
Einstein genişleyen evren fikrinin kendisini "sinirlendirdiğini" itiraf etmişti. Önde gelen bir bilim adamı [Robert Jastrow]bunun nedeninin, görüşün dini öğeler içermesi olduğunu söylemiştir. İngiliz gökbilimci Arthur Eddington bunu "iğrenç" olarak adlandırmıştı. MIT'ten Philip Morison "Onu reddetmeyi çok isterdim." demişti.
Saturday, August 17, 2013
Hume, Kant ve İmkan Delili
Hume, maddî evrenin, her şeyin açıklamasını, Allah’a ihtiyaç duyulmaksızın, bize sunmasının mümkün olabileceğini söyleyerek agnostik yaklaşımını savunmuştu. Hume’dan aldığı ilhamla agnostik yaklaşımını geliştiren Kant ise evrenin başlangıcı olduğu ve olmadığına dair tez ile antitezin ikisinin de doğrulanamayacağı ve yanlışlanamayacağını; bu yüzden rasyonel bir kozmoloji kurmanın mümkün olmadığını söyledi. Kant’ın bu görüşünü ifade eden birinci antinomisi (çatışkısı) olarak anılan tez ile antitez şöyledir:
Tez: Evrenin zamanda bir başlangıcı vardır ve uzayda sınırlıdır.
Antitez: Evrenin zamanda bir başlangıcı ve uzayda bir sınırı yoktur; evren, zamanda ve uzayda sonsuzdur.
Bu tip iddialara karşı, tarih boyunca kozmolojik delilin en güzel ifade ediliş biçimlerinden biri “imkân delili” olmuştur.İbn Sina ile beraber birçok İslam felsefecisinin kullandığı terminolojiden faydalanarak argümanımı şöyle sunabilirim:
1- Bir varlık ya zorunlu varlıktır, ya da mümkün varlıktır.
2- Her mümkün varlık zorunlu bir varlığa gereksinim duyar.
3- Sonradan var olan (maddî veya zihnin bir projeksiyonu olarak) varlık zorunlu varlık olamaz.
4- Ya Allah, ya da evren zorunlu varlıktır.
5- Evrenin bir başlangıcı vardır.
6- Demek ki (1, 3 ve 5’e göre) evren mümkün varlıktır.
7- Demek ki (4 ve 6’ya göre) Allah zorunlu varlıktır.
Bu “imkân delili”nde de kritik madde, daha önceki sayfalarda geçen “hudus delili”nde olduğu gibi, evrenin başlangıcı olduğunu söyleyen maddedir.Bu delile karşı Hume ve Kant’ın takipçisi agnostikler, pekâlâ evrenin de zorunlu varlık olabileceğini söyleyerek bilinemezci tavırlarını savunacaklardır; natüralist-materyalist bir anlayışı savunanlar ise evrenin zorunlu varlık olduğunu söyleyerek ateizmlerini temellendirmeye çalışacaklardır.Fakat artık bu delilin, evrenin bir başlangıcı olduğunu söyleyen kritik maddesi (burada 5.madde), sadece felsefî argümantasyonlarla—daha önce gösterildiği gibi—değil, bilimsel verilerle de desteklenmektedir.
Entropi ve Evrenin Başlangıcı
1- Evrendeki entropi geri çevrilemeyecek şekilde sürekli artmaktadır.
2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve ısı ölümü yaşanacaktır. Kısacası evren ebedî değildir, bir sonu vardır.
3- Geçmiş zaman sonsuz olsaydı, evrende termodinamik dengeye gelinmesi ve hareketin durması gerekirdi.
4- Şu anda hareketin devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.
5- Demek ki evren sonsuzdan beri var olamaz, dolayısıyla evrenin bir başlangıcı vardır.
2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve ısı ölümü yaşanacaktır. Kısacası evren ebedî değildir, bir sonu vardır.
3- Geçmiş zaman sonsuz olsaydı, evrende termodinamik dengeye gelinmesi ve hareketin durması gerekirdi.
4- Şu anda hareketin devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.
5- Demek ki evren sonsuzdan beri var olamaz, dolayısıyla evrenin bir başlangıcı vardır.
Kainatın Başlangıcı
Tasarım Delili
Tasarım delili, doğa içindeki yasalar ve tesadüfî oluşumlar çerçevesinde evrendeki oluşumları ve canlıları açıklamaya çalışan ateist bir anlayış yerine; evrensel oluşumları ve canlıları, ancak, bunları oluşturan sürecin arkasında üstün bir Kudreti, İlmi ve Bilinci kabul edersek açıklayabileceğimizi savunan bir anlayışın dile getirilmesidir.
"NEDEN HIÇBIR ŞEY yerine bir şeyler var?” sorusu, karşımızda duran evrenin ve maddenin varlığının bir açıklaması olması gerektiğini dile getirmek için ünlü felsefeci ve matematikçi Leibniz tarafından sorulmuştur. Kozmolojik delile göre, bu evrenin bir açıklamaya ihtiyacı vardır ve evren, kendi açıklamasını kendi içinde barındırmaz; evrenin açıklaması ancak kendi varlığı hiçbir şeye bağlı olmayan zorunlu bir varlık ile yapılabilir ki, bu varlığa Allah denmektedir. Aslında kozmolojik delil, tek bir şekilde formüle edilen bir delil değildir; daha ziyade kozmolojik deliller ailesi olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Hudus Delili
Bu delilin, İslam düşüncesindeki kelam ilmi tarafından yaygın olarak savunulmuş şekline “hudus delili” denir; Gazali gibi filozoflar ve kelamcılar tarafından da savunulan bu delil şöyle ifade edilebilir:
1- Her var olmaya başlayan, başlangıcı için kendisi dışında bir sebebe muhtaçtır.
2- Evrenin bir başlangıcı vardır.
3- O halde evrenin var olmaya başlamasının kendi dışında bir sebebi vardır.
Big Bang ve Evrenin Başlangıcı
Big Bang ve Evrenin Başlangıcı
Evrenin bir başlangıcı olması gerektiği fikrine en güçlü bilimsel destek ise 1920’li yıllardan başlayarak geliştirilen Big Bang Teorisi ile geldi. Big Bang ve Tanrı isimli kitabımda, bu teorinin neden bilimsel ve felsefî kriterler açısından başarılı bir teori olduğunu; bu teorinin gözlemsel verilerle desteklenmesi, sağlam matematiksel yapısı ve alternatif tüm görüşlere üstünlük sağlaması gibi özelliklerine dayanarak göstermeye çalıştım. Bu teoriyle gözlediğimiz evrenin başlangıç zamanının aşağı yukarı hesaplanması ve bu başlangıcı takip eden süreçlerin ayrıntılı bilgisinin edinilmesi mümkün oldu. Artık içinde bulunduğumuz evrenin başlangıcı olup olmadığı değil, bu başlangıcın tam olarak ne zaman olduğu tartışma konusudur
(Farklı hesaplama yöntemleri ile elde edilen veriler, 13.7 milyar yıl önce bu başlangıcın olduğunu göstermektedir.)
Subscribe to:
Posts (Atom)