Showing posts with label Ergun Çapan. Show all posts
Showing posts with label Ergun Çapan. Show all posts

Monday, July 14, 2014

Kur'ân-ı Kerim'in Birleştirilmesi, Aktarımı ve Korunması


Peygamber Efendimiz (Salatu selamların en güzeli ve en mükemmeli O’nun üzerine
olsun) hayatta olduğu müddetçe vahiy devam ettiğinden, Kur’ân
metni iki kapak arasında mushaf haline getirilemezdi. Böyle yapılmış
olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek bir kaç ayeti
yerleştirmek için, ikide bir yazılmış çok sayıdaki metni imha etmek
mecburiyeti hasıl olacaktı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)
hayatta iken vahiy devam ediyordu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
her gelen vahiy metnini öncelikle kendisi ezberliyor sonra vahiy
katiplerine kaydettiriyor sonra da ashabına okuyor veya okutturuyordu.
Böylece Peygamber Efendimiz (Salatu selamların en güzeli ve en
mükemmeli O’nun üzerine olsun) devrinde vahiy nazil olmaya devam ettiğinden
değişik malzemeler üzerine yazılan Kuran’ı iki kapak arasında
cem etmek mümkün olmamışsa da, tilaveten derleme tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

***
Zeyd anlatıyor; “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye teşrif
ettiklerinde ben de huzuruna g.türüldüm. Onbir yaşında
bir gençtim. “Bu genç Neccar oğullarındandır. Size nazil olan
Kur’ân’dan onyedi sure ezberlemiştir.” dediler. Ben de bunun
üzerine ezberlediklerimden okudum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’ın çok hoşuna gitti ve bana İbranice’yi öğren dedi. Ben de
onbeş gün geçmeden öğrendim ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
adına onlara mektup yazmaya ve onlardan gelen mektupları da
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)e okumaya başladım.414
Bir başka rivayetinde de Zeyd şöyle demiştir: Hz Peygamber
bana: “Ben çeşitli kavimlere mektuplar yazdırıyorum, ancak katiplerin
yazdıklarında fazlalık veya eksiklik yapmalarından korkuyorum.
Sen Süryaniceyi öğren” dedi. Ben de Süryaniceyi on yedi
gün içinde öğrendim.

***
Hz. Osman’ın emrine rağmen, öyle anlaşılıyor ki, şahsî
mushaflar-geniş İslam dünyasına yayıldığından-büsbütün ortadan
kalkmadı. Hicri 3. ve 4. asırda, Kur’ân tarihine dair eser yazanlar,
İbn Mes’ud ve Ubey b. Ka’b gibi zevatın mushaflarını g.rdüklerini
bilidirirler. Bu da iyi olmuştur. Kaybolsalardı, muarızlar tarafından
aralarında fazla bir fark olduğu iddia edilebilirdi.

***
Ses kaydı asrımızın insanının istifade ettiği bir nimettir.
Daha önceki dönemlerde böyle bir durum olmadığından bütün
diller ve metinler zaman içerisinde ses kaymasına uğrarken,
Kur’ân, bindörtyüz sene önceki orjinal fonetik hususiyetlerini
koruyan tek metindir. Bu da kıraat ilmi ve isnad sayesinde olmuştur.
Bunda da sahabenin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü
her kari kendisini, hocası vasıtasıyla Peygamber Efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e ulaştıran kesintisiz zikredilen bir icazet name
alırdı. Bu icazet zincirinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den sonra sahabe gelmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'in Birleştirilmesi, Aktarımı ve Korunması


Peygamber Efendimiz (Salatu selamların en güzeli ve en mükemmeli O’nun üzerine
olsun) hayatta olduğu müddetçe vahiy devam ettiğinden, Kur’ân
metni iki kapak arasında mushaf haline getirilemezdi. Böyle yapılmış
olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek bir kaç ayeti
yerleştirmek için, ikide bir yazılmış çok sayıdaki metni imha etmek
mecburiyeti hasıl olacaktı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)
hayatta iken vahiy devam ediyordu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
her gelen vahiy metnini öncelikle kendisi ezberliyor sonra vahiy
katiplerine kaydettiriyor sonra da ashabına okuyor veya okutturuyordu.
Böylece Peygamber Efendimiz (Salatu selamların en güzeli ve en
mükemmeli O’nun üzerine olsun) devrinde vahiy nazil olmaya devam ettiğinden
değişik malzemeler üzerine yazılan Kuran’ı iki kapak arasında
cem etmek mümkün olmamışsa da, tilaveten derleme tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

***
Zeyd anlatıyor; “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye teşrif
ettiklerinde ben de huzuruna g.türüldüm. Onbir yaşında
bir gençtim. “Bu genç Neccar oğullarındandır. Size nazil olan
Kur’ân’dan onyedi sure ezberlemiştir.” dediler. Ben de bunun
üzerine ezberlediklerimden okudum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’ın çok hoşuna gitti ve bana İbranice’yi öğren dedi. Ben de
onbeş gün geçmeden öğrendim ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
adına onlara mektup yazmaya ve onlardan gelen mektupları da
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)e okumaya başladım.414
Bir başka rivayetinde de Zeyd şöyle demiştir: Hz Peygamber
bana: “Ben çeşitli kavimlere mektuplar yazdırıyorum, ancak katiplerin
yazdıklarında fazlalık veya eksiklik yapmalarından korkuyorum.
Sen Süryaniceyi öğren” dedi. Ben de Süryaniceyi on yedi
gün içinde öğrendim.

***
Hz. Osman’ın emrine rağmen, öyle anlaşılıyor ki, şahsî
mushaflar-geniş İslam dünyasına yayıldığından-büsbütün ortadan
kalkmadı. Hicri 3. ve 4. asırda, Kur’ân tarihine dair eser yazanlar,
İbn Mes’ud ve Ubey b. Ka’b gibi zevatın mushaflarını g.rdüklerini
bilidirirler. Bu da iyi olmuştur. Kaybolsalardı, muarızlar tarafından
aralarında fazla bir fark olduğu iddia edilebilirdi.

***
Ses kaydı asrımızın insanının istifade ettiği bir nimettir.
Daha önceki dönemlerde böyle bir durum olmadığından bütün
diller ve metinler zaman içerisinde ses kaymasına uğrarken,
Kur’ân, bindörtyüz sene önceki orjinal fonetik hususiyetlerini
koruyan tek metindir. Bu da kıraat ilmi ve isnad sayesinde olmuştur.
Bunda da sahabenin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü
her kari kendisini, hocası vasıtasıyla Peygamber Efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e ulaştıran kesintisiz zikredilen bir icazet name
alırdı. Bu icazet zincirinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den sonra sahabe gelmektedir.

Kur'an ve Sahabe

Sahabî ümmi bir topluluktu. Onların başka kültürlerden etkilenmemiş
olan duru ve ezbere müsait dimağları, ilahi mesajın
değişik kültürlerin tesirinde kalmadan orijinalitesini koruyarak
intikal ettirilmesinde çok önemli bir faktördür. Onların içlerinde
okuma-yazma bilen insan çok azdı. Öğrenmede en büyük dayanakları
hafızalarıydı. Hafızaları da sürekli işletildiğinden çok gü.lüydü.
Onlar zekalarının kıvraklığı, hafızalarının kuvveti ve safi
tabiatları ile darb-ı mesel olmuşlardı. Bu mevzuda Arap tari hinde
pek çok bulmak mümkündür. O kadar ki onlardan birisi birşey
duydu mu onu hemen ezberlerdi. Hatta ezberledikleri şeyin arapçanın
şındaki bir dille olması bile bu durumu etki lemiyordu. Şu
açık bir gerçektir ki onların kimisi adeta şiir divanı, kimisi neseb
sicili, kimisi de tarih kitabı gibiydi. İslam geldikten sonra onların
bu özelliklerini inkişaf ettirip parlatmış, böylelikle sahabe,
Kur’ân’ın kendilerinden sonra gelecek insanlara intika linde çok

önemli bir misyonu yerine getirmiştir.

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, nazil olan ayetleri vahiy
katiplerine yazdırıyordu. Bu arada bazı sahabîler de kendileri için
yazıyorlardı. Fakat tüm bu yazılanlar Kur’ân’ı ezberleyen insanlara
nisbeten çok az bir yer tutmaktadır.

İnciller

İncillerin yazılmasında belirli ölçülerin olmadığı, bunların kontrol edilmediği, her önüne gelenin İncil yazdığı ve böylece yüz civarında İncilin ortaya çıktığı bilinmektedir. Eldeki dört İncil, bu yüz kadar İncil arasından birbirlerine en yakın bulunarak seçilmiş ve bunların sahih olduğu, Kutsal Ruh’un himayesi altında yazıldığı kabul edilmiştir. Kilise, ayrıca Pavlus, Petrus, Yuhanna, Yakub ve Yahuda’nın mektuplarını, Resullerin İşleri (tahminen Luka’nın) ve Vahiy (Yuhanna’nın) kitaplarını da sahih sayarak hepsini yeni Ahid’e dahil etmiştir. Kilisenin sahih saymayarak Yeni Ahit dışın da bıraktığı İnciller ve yazılar arasında Ebionitlerin İncili ve Bar naba İncili meşhurdur. Bu İnciller; bugünkü hıristiyanlığın aksine, Allah’ın birliğini, Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve resulü olduğunu, ilah olmadığını, çarmıha gerilenin o olmadığını ve Hz. İsa’dan sonra bir peygambergeleceğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi Kilise’nin sahih saymadığı adı geçen İncillerdeki bu bilgiler ile Kur’ân’da verilen bilgiler arasında uygunluk görülmektedir.

***

İnciller, belirli bir senetle Hz. İsa’ya dayanmamaktadır. Mesela Luka, İncili’nin başında Teofilos adlı bir dostuna hitap eder, onun için yazdığını açıklar. Bu yazılar, tabii ki Hz. İsa’ya değil, Luka’ya aittir. Hatta metin incelemeleri sonucu, en kuvvetli İncil olarak kabul edilen Luka İncili’nin bazı bölümlerinin ona ait olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Thursday, July 10, 2014

Sahabe

Netice itibariyle Kur’ân’ın çizdiği sahabi portresine baktığımızda
özetle şunları görüyoruz: Sahabe de insandır. Fakat imani ve
insani değerleri zirvede temsil eden aşkın bir insan topluluğudur.
Beşer yapısı gereği içlerinden bazılarının sürçtüğü, düştüğü anlar
olmuştur. Fakat vahyin nazil olduğu dönemde bu hatalarının
affedildiği bildirilmiş, daha sonraki dönemdeki hatalarının da -ki
bunlar ictihad hatasıdır- mağfiret buyurulacağı yine Kur’ân tarafından
vaad edilmiştir. Onların hataları, iyilik ve güzelliklerinin
yanında deryada katre gibidir. Üstelik Kur’ân, müminlerin onları
sevmelerini, hayırla yad ederek onlara dua etmelerini istemektedir.
Bu durumda bize düşen de Kur’ân’ın istediğini Kur’ân’a
inanmanın bir gereği olarak yerine getirmektir. Bunun tersine bir
davranış, bize bir fayda vermeyeceği gibi bilakis Allah nezdinde
mesul olmamıza da sebebiyet verecektir.

Saturday, June 28, 2014

Muhtelif

  • Gece namazı çok olanın gündüz yüzü güzel olur. buyurulmak suretiyle Rabbe teveccüh edilerek yapılan secdenin yüzden okunacağı bildirilmiştir.

  • Abdullah ibn Ömer’den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre: Resulullah’ın sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, “Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır.” diyerek hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve sonunda ilk eve dönüp geldi.

  • Ezvac-ı Tahirat, Ebu Hüreyre’den gelen şu rivayette belirtildiği üzere sade hayat yaşamışlardır. “Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Resulüllah, dünyadan ayrılıncaya kadar ailesini üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle doyurmamıştır.

  • “Yolculukta arkadaşların en hayırlısı dört, seriyyelerin en hayırlısı dörtyüz, orduların en hayırlısı da dört binkişi olandır. Tek yürek halinde olan on iki bin kişilik bir ordu azlık sebebiyle mağlup edilemeyecektir. (Eğer mağlup oluyorsa bu azlığından değil başka bir sebebten dolayıdır)”

  • “Ümmetimin günahları bana arzolundu. Kur’ân’dan ezberlediği bir sure veya ayeti unutandan daha günahkar birisini görmedim.”



Sahabe Tabakaları

İslâm âlimleri sahabîleri çeşitli fazilet sırasına göre tabakalara ayırmışlardır. Bunlar arasında tercih edilen, Hakim en-Neysabûrî’nin (405/1014) taksimatıdır ki o, sahabeyi 12 tabakaya ayırmıştır. İslâma girişteki önceliklerine, hicretlerine ve gazvelerde bulunuşlarına göre şöyle sıralamıştır:

1- Mekke de ilk müslüman olanlar. Bunlar Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali b.Ebi Talip vb.dir. (Hulefa-yı Raşidin’in faziletleri hilafetteki sıralarına göredir. İlk önce Hz.Ebu Bekir sonra Hz. Ömer sonra Hz.Osman sonra da Hz. Ali’dir. Bu hususta Ehl-i Sünnet’in icmaı vardır. (Sabuni, Maturidiye Akaidi, s.130; Eşari, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s.39-40. İbnü’l-Hümam, Kitabu’l-Müsayere, s.267) .

2- Daru’n-Nedve azaları. Bunlar Hz Ömer’in müslümanlığını açıklamasından sonra Peygamber’e Darun-Nedve’de biat eden Mekkeli bir cemaattir.

3- Habeşistan’a hicret edenler.

4- Allah Resulü’e akabede biat edenler.

5- İkinci akabe bîatına katılan sahabîler.

6- Peygamber (sallalahu aleyhi ve sellem) henüz Medine’ye girmeden önce Kuba’da
iken gelip kendisine yetişen muhacirler.

7- Bedir Savası’na katılan sahabîler.

8- Bedir Savaşı ile Hudeybiye Andlaşması arasında hicret edenler.

9- Hudeybiye’de ağaç alltında Peygamber’e biat edenler (Beyatur-Rıdvan Ehli).

10- Hudeybiye Musalahası ile Mekke Fethi arasında hicret eden sahabîler: Halid b. Velîd, Amr b.el-As, Ebu Hüreyre bunlar arasındadır.

11- Mekke fethi günü müslüman olanlar.

12- Mekke Fethi gününde, Veda Haccı’nda veya başka yerde Resulüllah’ı gören
çocuklar. 

Hâkim en-Nisaburî, Marifetü Ulûmi’l-Hadis, s.22-24. Bu konu ile ilgili
olarak bkz. Bkz. Irakî, Fethu’l-Muğis, s.354; Sehavî, Fethu’l-Muğis, III/114-115;
Suyutî, Tedrîb, II/195; Abdu’l-Kâhir el-Bağdadî, Usulü’d-Dîn, 298-303. Ahmed
Muhammed Şakir, el-Bâis, 184.

Muhadram

Peygamberimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) ile aynı zaman diliminde yaşamış, İslam ve iman nimeti ile şereflenmiş olduğu halde Resulüllah ile mülaki olamayan kimseler de vardır ki bunlar “sahabî” olarak kabul edilmemişlerdir. Bunlara “muhadram” denilmektedir. Ashama Necaşi, Zeyd b. Vehb, Ebu Musa Havlanî, Üveys el- Karnî bunlardandır.

Tuesday, June 3, 2014

Arapça

Arapça az kelime ile çok manalar ifade edebilen zengin bir yapıya sahiptir. En son ve en mükemmel ilahî mesajın bu dil ile gönderilmesinin hikmetlerinden biri de herhalde dilin sahip olduğu bu çok zengin ifade gücü olsa gerektir. Arapça’nın bu derin ifade gücünün özelliklerini bir sistem dahilinde ele alan “belağat” adı verilen bir ilim dalı da vardır. Zaten Arapça’ın bahsi geçen bu ilmî disiplini bilinmeden dilin sırlarını anlamak mümkün değildir. Kur’ân bilindiği üzere Arapçadır. Kur’ân’ın belağatı da mu’cizdir. Ezelden ebede bir bakış açısıyla bütün insanlığa hitap eden ve değişik mana düzeyleri olan Kur’ân’a, bu perspektiften bakılmadıkça bakanın sığlıktan kurtulamayacağı izahtan varestedir.