Showing posts with label Kur'ân'ın Altın İkliminde. Show all posts
Showing posts with label Kur'ân'ın Altın İkliminde. Show all posts

Sunday, October 6, 2013

Kur'an'ın Altın İkliminde



  • Ruh veya nefis ilmi" dediğimiz psikoloji, insanın hakikî melekût ve ledünnî cihetlerini müştereken ele alması gereken bir ilimdir. Bugün Kur'ân'ın işte bu hususları da içine alacak şekilde tefsir edilmesine ihtiyaç vardır. Psikoloji ilmi, şimdilerde pek çok yeni şey söyledi ama insanı gerçek derinlikleriyle ortaya koyamadı. Hatta biraz daha cesurca bir tabirle ifade edeyim: Psikolojinin, Kur'ân'ı önüne almadan, insan psikolojisine ait, akl-ı selimi tatmin edebilecek esaslar vaz'etmesi ve söylemesi imkânsız gibidir.
  • Haddizatında Kur'ân'ın getirdiği sistem, hem enfüsî hem de âfâkî yönleriyle aklî, mantıkî, hissî hiçbir boşluğa meydan vermeyecek mükemmeliyettedir. Daha önce de geçtiği gibi O, insanın kalbinden göklerin derinliklerine uzanan bir çizgide, yer yer icmâlî, yer yer de tafsilî her şeyden bahseder. Onun üslûbunda her zaman tam bir bütünlük söz konusudur. Bu bütünlüğü kavrayan ilk Müslümanlar, dinî ilimlerin yanı sıra müspet ilimlerde de derinleşmiş ve yeryüzünde rasathaneler kurmuş, tıp merkezleri tesis etmiş ve ciddî araştırmalar başlatmışlardır.
  • Kur'ân'ın dili budur. O, bazen açıktan açığa, bazen işârî mânâlar ile, bazen de insanın bilmediği âlemler hakkında ciddî bir merak hissi uyararak, onu hep bilinmedik yeni ufuklara yönlendirir ve düşünceye sevk eder. Onda her şey vardır ama teferruatıyla vardır diyenlerin mübalağa etmiş olmalarına karşılık, işaret, hedef ve icmâllerini görmezlikten gelenler de ona karşı kör sayılırlar.
  • Kur'ân ele aldığı konuları büyük çoğunluğun anlayacağı bir üslûpla ortaya koyar; ilim ise sadece okumuşlara hitap eder.
  • Kur'ân-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk'ın Kelâm sıfatından gelen bir kitap olduğu gibi, kâinat da Kudret ve İrade sıfatlarından gelmiş bir kitaptır.
  • Bir insan atomdan hacim olarak 1028 misli daha büyüktür. Güneş de insandan tam 1028 misli büyüktür. İnsanın kâinattaki yeri, güneş büyüklüğü ile atom büyüklüğü ortasındadır. Güneş, içine 1 milyon 297 bin adet dünya sığacak kadar baş döndürücü bir büyüklüğe sahiptir. Buradan atomun ne kadar küçük bir zerre olduğunu kıyas edebiliriz.
  • İnsan, trilyonlarca hücreden meydana gelmiş âdeta tek hücre gibi bir varlıktır. Onu meydana getiren bu hücreler arasında öylesine bir irtibat ve âhenk vardır ki, insan hiçbir zaman kendisinin parça parça ve birbirinden kopuk farklı nesnelerden meydana geldiğini hissetmez. Yine bu hücreler arasında birbirinden kopuk olmalarına rağmen öyle bir vahdet vardır ki, insan, birbirine karıştırmadan herhangi bir nesneyi gördüğü aynı anda o şeyi veya başka bir cismi duyabilmekte, tadabilmekte, koklayabilmekte ve yürüyüp konuşabilmektedir. Hâlbuki bütün bunları kumanda eden hücreler farklı farklıdır. Fakat bütün bu farklı farklı hücreler arasında bir ayrılık değil, aksine, tıpkı bir aile fertleri –her aile ferdinde olmayabilir– arasında olduğu gibi kuvvetli bir birlik, sevgive dayanışma vardır.  
  • İnsan fâni zevklerini yaşarken, birkaç dakika dahi olsa, Allah'ı (celle celâluhu)
    unutabilir. İşte böyle bir unutmaya keffaret olarak o, ciddî bir 'evbe'nin yanında bütün
    bedenini de yıkayarak tam bir arınma ameliyesinde bulunur. Hatta ehlullah, bu şekilde
    bir unutma değil de, gayr-i iradî bile olsa, bir lahza Allah'ı unutunca: "Allahım! Madem
    iradî olarak Sen'den gafil olmanın keffareti gusletmek oluyor; ben, gayr-i iradî dahi
    olsa, gaflet ettiğimden dolayı abdestle arınıp yeniden Sana dönmek istiyorum der,
    tecdid-i teveccühte bulunur. Evet, hak dostları, ağyâr düşüncesine karşı bu ölçüde
    dikkatli ve her zaman teyakkuz içindedirler.







Thursday, October 3, 2013

Kuran'ın Tefekkür Emri ve Biz


Cenâb-ı Hak, her vesileyle tefekkürü emrettiği hâlde, belli dönemde tekke ve zaviyelerde kalbî ve ruhî hayattan habersiz binlerce insan yatıp kalkmaya başlamıştı. Cenâb-ı Hakk'ın, yerde ve göklerde derinlemesine tahkik ve araştırmayı teşvik etmesine mukabil, mektep bütün müntesipleriyle sırtüstü yatarak ve Batı edebiyatı yaparak demagojilerle cehlini örtmeye çalışıyordu. Tekke ve zaviyedekiler ise tek yanlı ve tek yönlü davranarak, sadece "gönül" diyor ve başka bir şey bilmiyorlardı; bari onu tam bilselerdi; ama ne gezer!.. Mektep, bütünüyle dünyaya yönelmiş gibi görünüyordu ama aslında her hamlesi ya medreseye tepki ya da Batıyı taklitti. "Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler... Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizindir." fehvâsınca, topyekün İslâm dünyası, Kur'ân-ı Kerim'e karşı korkunç bir ihmalkârlık, idraksizlik, duygusuzluk ve hissizliğinin cenderesindeydi; elbette kibu işin neticesi de çok acı olacaktı.

Günümüzde bir siyaset adamının iki kelimelik sözü yediden yetmişe herkesi günlerce, aylarca meşgul ettiği ve ne demek istediği uzun uzun araştırıldığı hâlde, Kur'ân, bu seviyedeki bir insanın sözü kadar olsun kayda değer bulunmuyordu. Biz milletçe büyük bir günah işliyorduk.. şu anda ne yapıyoruz, onu da Allah bilir!.. Onun için, eğer bir an evvel tarifi nâkabil bu gaflet ve ihmalkârlığımızı aşmaz, genci-yaşlısı, kadını-erkeğiyle bütün bir toplum olarak Kur'ân'a yönelip, dikkat ve gayretlerimizi ona tevcih etmezsek, içine düştüğümüz bu vahametten kurtulmamız çok zor olacaktır.

Allah (celle celâluhu), Kur'ân'da insanların dikkat ve nazarlarını kâinata ve kendi nefislerine tevcih edip ilimler arasında herhangi bir ayırım yapmaksızın, teşri emirlerde de tekvini emirlerde de bizi araştırma yapmaya teşvik etmektedir. İnananlardan hakikat aşkı, ilim aşkı ve araştırma aşkı istemektedir. Evet, Kur'ân ve İslâm kendi müntesiplerini daima araştırma yapmaya çağırmaktadır ki, geçmişimiz, o devâsâ insanlarıyla bu çağrıya icabet etmenin en güzel örneklerini sergilemişlerdir.

Kur'an ve Sistemli Düşünme


Kâinatta, üzerine hükümler bina edilebilecek bir kısım sabit hakikatler ve kanunlar
vardır. Kur'ân'ın bu kanunlardan bahsetmesinin bir sebebi, insanların dikkatini
çekmek, bu konularda onları düşünmeye, araştırmaya teşvik etmek ve bunları
yaparken de, tatbik etmesi gereken metotlar konusunda onlara bir fikir vermektir.
Meselâ, Kur'ân-ı Kerim, arzın genişlemesi, atomların, bulutların ve dağların hareket
etmesi gibi hususları anlatarak insanı metotlu düşünmeye sevk etmektedir.. İşte bu
sayededir ki insan, darmadağınık fikirlerden ve perişan düşünce kırıntılarından daha
çok sistemli ve metotlu düşünme imkânını elde edecektir.

Konuyu biraz daha açacak olursak, meselâ, avamdan bir insan, yağmurun yağmasını
"Gökyüzünde yağmur bulutları belirdi, yağmur yağacak." şeklinde ifade ederken,
Allah'ın, kâinatta cari olan kanunlarını bilen bir bilim adamı aynı hâdiseyi, rüzgârın
eserek zıt kutuplu bulutları bir araya getirmesinden, bu bulutlardan yağmurun
yağmasına kadar cereyan eden pek çok hâdiseyi değişik alet ve yöntemlerle tespit
edip kat'iyete yakın bir şekilde tahminde bulunarak yağmurun yağacağı zamanı
bildirir.
Burada, bu iki insan arasındaki fark, bunlardan biri, hâdiseye çıplak gözle bakıp
maksadını basit bir düşünce çerçevesinde ifade ederken, diğeri, sebep ve neticeleri
kompoze ederek maksadını sistemli bir düşünce içerisinde sunmaktadır. Bundan da
anlaşılmaktadır ki eşya, ancak ilim nazarıyla bakıldığında arka planıyla
kavranabilecektir.
İşte Kur'ân-ı Kerim, kâinatın, bir nizam ve sisteme bağlı olduğunu vurgulayarak,
insanlara sistemli düşünmenin kapılarını aralamakta ve böylece o, insanı
darmadağınık düşünce kırıntılarından kurtarıp, sistemli tefekküre ve kâinatı sebep netice
perspektifinden mütalaa etmeye sevk etmektedir.

...
Sistemli düşünme metodunu kavrayan insan, aynı zamanda, düşünce noktasında
yüksek ahlâka ermiş, terbiye görmüş ve insan-ı kâmil olma yoluna da girmiş demektir.

Tefsir Alimleri Yerin Küre Şeklinde Oluşunu Asırlar Öncesinden Haber Vermişti


Dirayet tefsiri deyince akla Fahreddin Râzî'nin tefsiri gelir. Tam sekiz asır önce yaşamış bulunan ve "Mefâtîhu'l-gayb" adlı tefsirin sahibi bu dev müfessir, tefsirinde, tefsirden kelâma, ondan felsefe ve mantığa ve tabiî ki fıkhî hükümlere, lügat, bedî', beyan ve i'caza kadar hemen her sahada söz söylemiştir. Denebilir ki, Fahreddin Râzî, tam mânâsıyla efsane bir şahsiyettir. Yazdığı kitaplar, boyumuzu aşacak kadar çoktur.

Dünyanın küre şeklinde olduğunu, güneşin etrafında döndüğünü, hatta dolaylı yoldan yer çekimi kanununun var olduğunu, daha sekiz asır önce tefsirinde münakaşa etmiştir. Ama ne hazindir ki, bizde okutulan ilk, orta ve lise kitaplarında bu şeref daima Galileo ve Kopernik gibi kimselere verilmiştir. Hâlbuki Fahreddin Râzî, onlardan tam dört asır evvel bu hususları açık veya ima yoluyla söylemiş bir ilim adamıdır.

***
Fahreddin Râzî, "O, (Allah) ki, yeryüzünü sizin için döşek, semayı da bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, artık bile bile Allah'a eşler koşmayın." âyetinin tefsirinde şu açıklamada bulunur: "Yeryüzü, burada bir yanıyla döşek olarak anlatılsa da, başka bir âyet-i kerimede küre olduğuna dikkat çekilmektedir. Güneşin etrafında dönen yerküredir. Şayet "Yer, küre olarak güneşin etrafında dönüyorsa, bu durumda insanlar ve cisimler onun üzerinde nasıl dururlar?' diye sorulacak olursa, ben de derim ki, dünya o kadar büyük bir küredir ki, üzerinde satıhlar meydana gelmiştir."Dikkat edilecek olursa bunlar, tam sekiz asır evvel söylenmiş ve yazılmış şeylerdir.

***
Yine Fahreddin Râzî'nin selefi olan ve Mutezile imamlarından sayılan meşhur "Keşşaf" sahibi Zemahşerî de dirayet ehlindendir. O da az farkla, yerin küre olduğu meselesinde Râzî'nin söylediklerine yakın şeyler söylemiş ve: "Dünya, küre şeklindedir. Kur'ân-ı Kerim'in ona döşek demesi, vüs'atine binaendir. Yer geniştir ve geniş bir küre üzerinde satıh tasavvur edebilir, düz zeminler düşünebiliriz."şeklinde, çağın ilim ufkuna yakın yaklaşımlarda bulunmuştur.

Zemahşerî'den az sonra yaşamış olan "Envâru't-tenzîl ve Esrâru't-tevîl" yazarı Beyzâvî'yi de ayrıca zikredebiliriz. Aynı şeyleri o da söyler. Medrese talebeleri arasında onun tefsiri için "Demir leblebi" ifadesi kullanılır. Zira ele alınan konular, müthiş bir dirayet ve dikkatle ele alınmıştır.

Osmanlıların meşhur ve müthiş şeyhülislâmı Ebu's-Suûd Efendi de, "İrşâdü'l-akli's-selîm" adlı tefsirinde yerin küre olduğunu ve dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, yine Galileo ve Kopernik'ten bir hayli yıl önce söyleyen müfessirlerimizdendir.


Tuesday, September 24, 2013

Hz. Hûd Kavmi


Hz. Hud'un (aleyhisselâm) kavmiyle (Âd) ilgili ifadelerden –Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın ifadeleri içine girilebildiği ölçüde– taşları yontma, onlara şekil verme ve dağlara-taşlara ölümsüzlük duygusunu işlemenin mağrur, mütekebbir bir toplumun en bariz hususiyetleri olduğu hissediliyor. Evet, ortaya koydukları eserler, söz ve düşünceleriyle yan yana getirildiğinde görülür ki, bunların sanat ve mimari adına ortaya koydukları şeyler, birer sanat eseri olmaktan daha çok bir başkaldırma ve çalım âbidesi.. 

İnsanlığın Yeryüzünde Ortaya Çıkışı


Her ne kadar modern tarih, yazıyı belli bir devre ile irtibatlandırsa da, bunu olduğu gibi kabul etme mecburiyetinde değiliz. Zaten insanlığın menşeinin mağara devri gibi muhayyel bir vahşete bağlanması kat'iyen mâkul değildir.

Biz, bu çizgideki tekâmülü temelden reddediyor, mağara devrini, taş devrini, tunç devrini kayd-ı ihtiyatla karşılıyoruz. İhtimal bütün bunlar, dinsiz tekâmülcülerin, dinli ve dinsiz milletlerin tarihine sokuşturdukları eraciften gayr-i makul şeyler ve ilmî bir mesnetleri de söz konusu değil.. zaten böyle bir şeyin aslının olmadığı da bugün bir kısım Batılı münekkitler tarafından ifade edilmekte. Evet, insanlığın yeryüzündeki neş'eti, peygamberlerle başladığı için, beşer tarihinin temelinde vahşet değil, o günün şartlarına göre bir medeniyet söz konusudur.

Kur'ân'ın İkna Ediciliği ve Felsefe


Kur'ân, kesinlikle felsefecilerin ve mantıkçıların kullandıkları cerbeze ve diyalektiklere girmemekte; getirdiği deliller ile en âmi bir insandan en muannit akılcıya kadar herkesi ikna edecek keyfiyettedir. Bu âyetleri, üzerlerinde uzun uzadıya düşünmeden, sadece hızlı bir okumakla bile bir insan, kolayca muhtevaya intikal edebilmekte ve yeryüzündeki dirilmeler ile öldükten sonraki dirilme arasında irtibatlar kurabilmektedir.  Oysa felsefe, en açık meseleleri dahi arz ederken, insanın ruhunu sıkar. Her şeyi âdeta karanlıklaştırır. Akıl ve zihinleri alt üst ederek fikir karmaşasına ve düşünce kargaşasına sebebiyet verir. Onun üslûbunda ruh ve canlılık yoktur. Derin mânâ ve mahiyetten uzak ve beşerin pratik hayatından, mâşerî vicdanın hüsnükabulünden de kopuktur. Hayattan kopuk olduğu için de, hayata girmeye yeltenince fıtrat-ı selimede tepkiler meydana getirir.