Showing posts with label Hz. Ömer. Show all posts
Showing posts with label Hz. Ömer. Show all posts

Friday, March 27, 2020

Hadislerle İslam Cilt 2: Teravih


Bu rivayetlerden, Rahmet Elçisi"nin, ümmetine zahmet vermemek için teravih namazını düzenli bir şekilde kıldırmadığı, namaza çok düşkün olan ashâbının devamlılığını görünce farz olması endişesiyle onlara bu namazı kıldırmaktan vazgeçtiği, Enes rivayetinde olduğu üzere, onlara kıldırırken kısa tuttuğu, ancak Kadir gecesi olma ihtimalini dikkate alarak 23. 25. ve 27. geceleri süreyi gittikçe artırıp saatler süren uzunlukta namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimizin Ramazan"da nafile olan gece namazını her gece düzenli olarak kıldırmamasının, hatta evlerde kılınmasını tavsiye etmesinin ardında yatan sebep, farz kılınır da, sonra ümmetinin bunu yerine getirmeye gücü yetmez şeklindeki endişesidir.

**


Burada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus da, Peygamberimizin ancak sekiz Ramazan geçirdiğidir. Oruç, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Aynı senenin Ramazan ayında Bedir Savaşı gerçekleşmiştir. Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında da Mekke"nin fethi vuku bulmuştur. Bu savaşlar esnasında büyük bir ihtimal ile Hz. Peygamber ve ashâbı teravih namazı kılmaya fırsat bulamamıştır. Dolayısıyla teravih namazının oldukça uzun süre sekiz rekât olarak kılınması Allah Resûlü"nün sünneti olup, yirmi rekâta tamamlanması ise sahâbenin uygun gördüğü üzere asırlarca yaşatılan bir Ramazan geleneğidir.
Hz. Peygamber"in pek çok hadisini nakleden tâbiînin büyük hadisçisi İbn Şihâb ez-Zührî"nin dediği gibi, Resûlullah vefat ettiğinde teravih namazının durumu yukarıda anlatıldığı gibiydi. Hz. Ebû Bekir"in hilâfetinde ve Hz. Ömer"in hilâfetinin ilk zamanlarında da böyle devam etti.
İnsanları teravih namazı için tek bir imamın arkasında ilk toplayan Hz. Ömer oldu. II. Halife, hicretin on dördüncü senesinde, bütün bölgelere tebligat göndererek teravih namazı kılmalarını emretti. Erkeklere ayrı, hanımlara ayrı imamlar tayin etti. Hz. Ömer"in ilk defa Medine"de böyle bir kararı nasıl aldığını, Hz. Peygamber döneminde doğduğunu bildiğimiz Abdurrahman b. Abd el-Kârî şöyle anlatır: “Bir Ramazan gecesi Ömer ile birlikte mescide çıktık. Bir de baktık ki, insanların kimisi kendi başına namaz kılıyor, kimisi de başkalarının namazına uyarak kılıyordu. Hz. Ömer, "Dağınık şekilde namaz kılan bu insanları tek bir imamın arkasında toplarsam sanırım daha iyi olacak." dedi. Sonra buna kesin kararını verdi ve (ertesi gece) onları Übey b. Kâ"b"ın imamlığı arkasında topladı (ve böylece teravih namazı cemaatle kılınmağa başlandı). Sonra bir başka gece yine Hz. Ömer ile beraber mescide çıktık. İnsanlar imamlarına uyup namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer bu manzarayı görünce: "Ni"meti"l-bid"atü hâzihî! (Teravihin böyle cemaatle kılınması) ne güzel bir yenilik (bid"at) oldu! Fakat şimdi uyuyup, gecenin sonunda kalkıp kılanlarınki, şu anda kılanlarınkinden daha faziletlidir." dedi. Çünkü o (cemaatle kılan) insanlar, bu namazı gecenin evvelinde kılıyorlardı.”
Hz. Ömer, insanların mescitte tek tek veya gruplar hâlinde namaz kıldıklarını görünce, Hz. Peygamber"in Ramazan"da topluca nafile namaz kılmaya devam etmesine engel olan “farz kılınma endişesinin” ortadan kalktığını, şayet onlar dağınık bir şekilde devam ederlerse, zamanla Müslümanların bu mübarek ayın ihyası konusunda gevşeyebileceklerini düşünmüş olmalıdır. Ayrıca o, mescittekileri tek bir cemaat yapmanın, Müslümanların birliği açısından önemli mesajları içerdiğinin bilincindedir ve bu doğrultuda hareket etmeyi daha yararlı bulmuştur.
Rivayetlerde, Hz. Ömer dönemindeki teravih uygulamasının detayları da yer almaktadır. Tâbiînin büyük âlimlerinden Hasan-ı Basrî"den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, insanları Übey b. Kâ"b"ın arkasında topladı. Übey onlara yirmi gece teravih kıldırır, son on gün mescitten ayrılıp namazını evinde kılardı. Bunun üzerine insanlar da “Übey kaçtı!” derlerdi.
Hz. Ömer döneminde Medine çarşısının sorumlularından biri olan Sâib b. Yezid anlatıyor: “Halife Ömer, Übey b. Kâ"b ve Temîm ed-Dârî"ye Ramazan geceleri cemaate imam olarak on bir rekât namaz kıldırmalarını emretti. İmam namazda âyet sayısı yüzden fazla olan sûrelerden okuyordu, öyle ki uzun süre ayakta durmaya mecalimiz kalmıyor, bastonlara dayanıyorduk. Namazdan ancak şafak yaklaşınca dönüyorduk.” “İmam, Bakara sûresini sekiz rekât teravih namazında okuyordu. Bu sûreyi on iki rekâtta okuduğu vakit, cemaat "(İmam) kısa tuttu." diye düşünüyorlardı.” Bazı rivayetlere göre, Müslümanlar Hz. Ömer"in hilâfeti zamanında Ramazan"da vitir dâhil yirmi üç rekât namaz kılıyorlardı.  Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ve daha sonraları da uygulama bu şekilde devam etmişti.
İmam Tirmizî"nin de tespit ettiği üzere, Ramazan gecelerindeki bu ibadet konusunda âlimler arasında farklı görüşler ve uygulamalar söz konusudur.

Friday, September 28, 2018

Hazreti Ömer’in Vali Ataması İle İlgili Oldukça İlginç Bir Mektubu

Image result for hayatus sahabe


Hârise b. Mudarrib anlatıyor: Hazreti Ömer (radıyallahu anh) bize şu mektubu yazmıştı:

“Size Ammar b. Yâsir’i vali, Abdullah b. Mesud’u da muallim ve yardımcı olarak gönderdim. İkisi de Resûlü Ekrem’in seçkin ashâbından ve Bedir Harbi’ne katılanlardandır. Dininizi onlardan öğreniniz ve onlara uyunuz. Ben Abdullah b. Mesud’u göndermekle, gerçekten sizi kendi nefsime tercih ettim. Osman b. Huneyf’i de Irak’ın kasaba ve köylerine gönderdim. Ücret olarak, kendilerine her gün için bir koyun takdir ettim. Koyunun yarısı ile içindeki sakatat Ammar b. Yâsir’indir; diğer yarısı da üçü arasında bölüştürülecektir.

Tuesday, December 22, 2015

Münafıklar Hakkında


Kur’ân-ı Kerim açıktan açığa mütecaviz ve saldırgan kâfirlere karşı cihad etmeyi ve Müslümanlara karşı savaşanları öldürmeyi emrettiği hâlde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), münafıkların kâfirlerden daha tehlikeli bulunmalarına, onlar hakkında pek çok âyet nâzil olmasına, hatta kendisi de bizzat onları tanımasına rağmen onlara karşı umumi olarak öldürme işine asla teşebbüste bulunmamıştır. Nitekim Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh), hususiyle münafıkların elebaşı olan Abdullah İbn Übey İbn Selûl’ün öldürülmesine ve emsali hakkında bir kısım kararlar isdar edilmesine dair taleplerine cevap olarak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahih hadiste şöyle buyururlar: “‘Muhammed, ashabını öldürtüyor.’ dedirtmek istemem.” Diğer bir husus da, münafıklar dış görünüşleri itibarıyla Müslüman olduklarından diğer Arap kabilelerini, onların Müslüman olmayıp kâfir olduklarına ikna etmek mümkün değildir. Binaenaleyh İslâm’ın bir esası olan “zâhire göre hükmetme” prensibiyle hareket edilerek, münafıkların içleri dışlarını yalanladığı hâlde zâhirî olarak Müslüman göründüklerinden onlara ilişilmemiştir.

Sunday, January 4, 2015

Hayır ve Şer

“Hayırla mı, yoksa şerle mi sabahladım, hiç aldırış etmeyeceğim: Çünkü benim hayır zannettiğim esasen benim için şer; şer zannettiğim de benim için hayır olabilir.” (Hz. Ömer)
Esas olan, bizim için meçhul sayılan bu sahaya dair hüküm vermekten kaçınmak ve Allah’ın hükümlerine inkıyat etmektir. Evet, bize vacip olan hayra niyet etmek ve hayır istikametinde koşmaktır. Öyle ise dikkat edelim, emir ve nehiylerde Allah’a itaatimiz tam olsun, emir ve yasakların dış yüzlerine bakıp aldanmayalım.

Saturday, October 18, 2014

Rabbülalemin!

Kâinatta hiçbir varlık abes ve boş yere yaratılmamıştır. Bu hakikate sürekli düşünme ve tefekkürle ulaşılır. Bu ulaşmadır ki, رَبِّ الْعَالَمِينَ olarak kendini tanıtan Mevlâ’yı anlama ve idrak mevzuunda önümüze yeni yeni ufuklar açar.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) devrinde, çekirge kıtlığı oldu ve çekirgeler birden bire ortadan kalkıverdi. Hz. Ömer buna çok üzüldü. Yemen, Şam ve Irak’a gidenlere “Oralarda çekirge görürseniz bana haber verin.” diye tembihlerde bulundu. Sonra Yemen’den birisi elinde bir avuç çekirge ile geldi ve bunları halifenin önüne attı, atınca da halife: “Allahu Ekber” dedi. Orada bulunanlar: “Ey Allah’ın Peygamberi’nin Halifesi, biz bu hareketinizi anlayamadık!” dediler. Cevaben şöyle buyurdular: “Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle işittim: إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ خَلَقَ أَلْفَ أُمَّةٍ سِتُّمِائَةٍ مِنْهَا فِي الْبَحْرِ وَأَرْبَعُمِائَةٍ مِنْهَا فِي الْبَرِّ فَإِنَّ أَوَّلَ هَلَاكِ هٰذِهِ الْأُمَّةِ الْجَرَادُ فَإِذَا هَلَكَ الْجَرَادُ تَتَابَعَتِ الْأُمَمُ كَنِظَامِ السِّلْكِ ‘Allah bin ümmet yaratmıştır. Bunlardan altıyüzü denizde, dörtyüzü de karadadır. Ümmetlerden biri de çekirge ümmetidir. Yeryüzünde ilk defa helâk olup yok olacak çekirgedir. Onlar yok olduktan sonra, diğerlerinin yok olması onu takip edecek ve teker teker her ümmet helâk olup gidecektir.’ Ben de âlemin nizamının benim zamanımda bozulmasından ve âhengin değişip kıyametin kopmasından endişe ettim.” 

Hz. Ömer’in bu sözünde, yukarıda arz etmeye çalıştığımız tefekkür ve tedebbürün mânâsı gizlidir.

Batılı bir uzman “kelaynaklar” öldüğü zaman endişesini açığa vurmuş ve “Niye endişe ediyorsun?” diye soranlara da şöyle cevap vermişti: 

Sâni-i A’zam’ın, âlemler adına kâinatta yarattığı her şey bu kâinatın tamamlayıcı parçalarıdır. Bunlardan bir tanesi eksildiğinde dünyada bir eksiklik meydana gelir. Yılan, akrep, bit, pire ve sizin ağaçlarınıza musallat olan parazitlerin varlık içinde birer yeri vardır ve bunlar âdeta kâinatın tamamlayıcı unsurlarıdır. Hâlık-ı A’zam bunlarla kâinatı tamamlamış ve hikmetini bunlarla ikmâl etmiştir. Bu sebeple birinin eksilmesi kâinatta bir eksikliktir ve bu eksiklik birbirini takip edecek ve kâinat sona doğru gidecektir. Nasıl ki insan vücudunda, vücut için lüzumlu maddelerden bir tanesi dahi eksik olsa, bu eksiklik başka arızalar doğurur, derken vücuttaki âhenk bozularak, daha başka maddeler de eksilmeye başlar ve insanın gelişmesi durur ve çöküşü başlar; öyle de, insan-ı ekber olan kâinat da, onu tamamlayan parçalardan birinin eksilmesiyle aynı akıbete dûçâr olur.

Thursday, October 10, 2013

Boykot Yılları ve Günümüzden Benzerlikler


Bilhassa Hazreti Hamza ile Hazreti Ömer’in Müslüman olması,
üstelik Habeşistan’a hicret edenleri geri getirmek için kucak
dolusu hediyelerle Necâşî’ye giden Mekke elçilerinin eli boş
geriye dönüşü, Ebû Cehilleri çileden çıkarmıştı. Mekke’de, kendilerine
rağmen ve kontrolleri dışında bir güç, dalga dalga büyüyordu.
Hatta bu güç, Mekke sınırlarını da aşmış, uzak diyarlara
kadar taşmıştı. Defalarca Ebû Tâlib’e “muhtıra” vermişlerdi ama
bir türlü istedikleri karşılığı göremiyorlardı!
Ebû Cehil tayfasında müthiş bir tedirginlik vardı; yarınlarda
dört bir yandan üzerlerine saldırıp kendilerini yok edecek devleri
hayâl ediyor ve yüreklerinin yağı eriyordu!
Böyle gitmezdi; gitmemeliydi! Yaşın yanında kuru da yanmalı,
Mekke “toptan” bir temizliğe şâhid olmalıydı!
Nihayet bir akşam, ittifak ettikleri bir mecliste toplanarak ölümden
beter bir karar aldılar. Buna göre, Muhammedü’l-Emîn’i kendilerine
teslim edecekleri âna kadar ehl-i imanla ilişkiler kesilecekti!
Hatta bu kararın içinde sadece mü’minler yoktu; bu karar, kendisi
müşrik bile olsa onlara destek veren herkes için geçerliydi!
Şüphesiz bu, kurunun yanında yaşın da yanması manasına geliyordu.
Ebû Cehil’e göre “vatan elden gidiyordu” ve vatanın söz
konusu olduğu yerde her şey “teferruat”tı. “Öteki”leştirdikleri
herkesi Mekke’den kovacak; yolları kesecek, yiyecek ve içecek temin
edebilecekleri bütün yolları da kapatacaklardı. Onlardan kız
alıp vermeyecek ve bütün bağlarını koparacaklardı; böylelikle geçmişle
bağlarını kopardıkları gibi bundan böyle istikbalde de akrabalık
yollarını ortadan kaldırmış oluyorlardı. “Sermaye”yi renklerle
kategorize eden Ebû Cehiller, böylelikle kaynakları kurutacak, kaynakların
kuruduğu yerde inananlardan da kurtulmuş olacaklardı!

Sayfa 125-126

Saturday, August 24, 2013

Kur'an'da İçkinin Yasaklanma Süreci


İnsanlığı ıslah etmenin gereği olan İslam kuralları aşama aşama nazil oluyordu. Hz. Ömer, "Ya Rabbi! İçki hakkında gönüllerimiz rahatlatacak bir beyanda bulun!" demişti. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuştu: "Sana içki ve kumar hakkında sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır."

Bundan sonra da içkiye devam edenler olmuştu. Ensardan biri Hz. Ali ve Abdurrahman b. Avf'ı yemeğe çağırmış, misafirlerine şarap da ikram etmişti. Akşam namazının vakti girdiğinde Ali, cemaate namaz kıldırmış, fakat içkinin tesiriyle Kur'ân ayetlerini yanlış okumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer tekrar içki hakkında açık bir hüküm niyazında bulunmuş, "Ey iman edenler! Sarhoş iken- ne söylediğinizi bilinceye kadar- namaza yaklaşmayınız." ayeti nazil olmuştu.

Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Hz. Peygamber içki içenlerin namaza katılmamalarını emretti. Fakat bu emir, yalnız namazla ilgili olduğu için namaz vaktinin dışında yine içenler oluyordu. Hz. Ömer bir daha dua etmiş, bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu: "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans  okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz."