Showing posts with label cennet. Show all posts
Showing posts with label cennet. Show all posts

Thursday, July 9, 2015

Hakikatleri Duyma


Herkes bu dünyada mârifetini arttırma mükellefiyeti altındadır. Her şeyden önce, bizim kitap okuyarak, kâinatı tefekkür ederek ve ibadet ü taatta bulunarak kalbî hayatımızı inkişaf ettirme mükellefiyetinde olduğumuzu Kur’ân ifade ediyor. Mesela, Kur’ân bir yerde, “De ki: Dünyayı gezin dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını araştırın (Kudret-i Sâni’i müşâhede edin.)” buyurur. Başka bir yerde “İnsan yiyeceği şeye bir baksın…” der.

**
Kur’ân-ı Kerim, çok yerde irfanımızı arttırsın diye âyât-ı tekviniyeye (yaratılışlarıyla Allah’ı gösteren âyetlere) dikkatimizi çeker ki, kalbî ve ruhî inkişafımız için bunlar çok önemlidir. Bunu böyle bilmeyen kimse, hayatını heder etmiştir ve ahirete gittiği zaman da Cennet’in nimetlerinden bu dar irfan ölçüsünde yararlanacaktır. Hatta o, Cennet’te Zât-ı Bâri’i de bu dar irfan kalıpları içinde müşâhede edecektir. Bundan dolayı ister âfâkî ve enfüsî tefekkür ve tahlil, ister Kur’ân-ı Kerim’i okuma, isterse ibadet ü taatla ruhu inkişaf ettirme bizim için asla vazgeçilmezlerdendir. Zira bu sayede insan, hayvaniyetten çıkacak, cismaniyeti bırakacak, kalbin ve ruhun derece-i hayatına yükselerek Cennet’e ehil hâle gelecektir. Öyle ise bizler, Cenab-ı Hakk’ın Cennet’teki nimetlerinden, zevkleri gelişmiş ve her şeye vâkıf bir şekilde istifade etmeye ve Zât-ı Bâri’yi öyle müşâhede etmeye şimdiden hazırlanmalıyız ki ötede ah-vah etmeyelim. Yoksa insan burada, dağın başındaki görgüsüz, bilgisiz, hiçbir incelik ve nezaket bilemeyen birisi gibi yaşarsa, orada da o şekilde haşrolur. Belki Cennet’e girer, ama o zevk kaynaklarından istifadesi de bu dünyadaki seviyesine göre olur. Bu itibarla insanın gerçek insanlığı, mârifetiyle doğru orantılıdır.”

Tuesday, December 16, 2014

Sözler


O zararlı böcekler ise dünyevi musibetlerdir; fakat mü'min için gaflet uykusuna dalmaya engel olan tatlı birer ilahi ikaz ve Rahmani iltifat hükmündedir.

***

Her kim fani hayatı esas maksat yaparsa, görünüşte bir cennet içinde olsa da manen cehennemdedir. Kim de bakî hayata ciddi bir şekilde yönelirse, iki cihan saadetine erişir. Dünya hayatı ne kadar fena ve sıkıntılı da olsa, onu cennetin bekleme salonu saydığı için hoş görür, tahammül eder, sabir içinde şükreder.

***
Demek ki, tesbih, tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedir. O yüzden bu üç şey, namazm bütün hareket ve zikirlerinde bulunur. Bu sebeple de namazdan sonra onun mânâsını kuvvetlendirmek için şu mübarek kelimeler, otuz üçer defa tekrar edilir. Namazın
mânâsı, işte şu özlü ifadelerle perçinlenir.

***

Hem o celâl ve izzete uygun bir ceza yeri olacaktır. Çünkü çoğu kez,zalim izzetiyle, mazlum zilletiyle kalıyor, bu dünyadan öyle göçüp gidiyorlar. Demek, hesap büyük bir mahkemeye bırakılıyor, erteleniyor, yoksa görülmeyecek değil.

***
Sen güneşin ışığına gözünü kapayan bir yolcuya benziyorsun. O yolcu, kafasının içindeki hayale bakar da vehmi, bir yıldız böceği gibikafa fenerinin ışığıyla dehşetli yolunu aydınlatmak ister.

***
Ecel ve kabir, insanı beklediği gibi, cennet ve cehennem de bekliyor ve onun yolunu gözlüyor.

***
Zerre ile gezegen O Zât'ın emri karşısında eşittir.




Saturday, October 25, 2014

Cehennem Nerede?

1- Cehennem dünyanın altındadır.

2- Küçük ve büyük diye iki tane Cehennem vardır.

3- Büyük Cehennem Dünya’nın yıllık yörüngesinin altındadır.

4- Küçük Cehennem ise dünyanın içinde, merkezindedir.

5- Küçük Cehennem şimdilik, büyük Cehennem’in bazı işlerini görmektedir.

6- Cehennem’in görünmemesi nursuz ateş olduğu içindir.

7- Güneş, ateşini Cehennem’den, nurunu Cennet’ten alır.

8-Aslında Güneş her saniyede beş milyon ton enerji sarfetmekte ve kütlesinden de bir şeyler kaybetmektedir. Buna göre eğer bir yerden beslenip destek almamış olsaydı çoktan yok olup, yerinde yellerin esmesi gerekmekteydi. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yazları bilhassa öğlen vakitlerindeki şiddetli hararetine “Cehennemin kaynamasındandır.” demekle, Güneş’in beslenme kaynağının Cehennem ateşi olduğunu ifade etmiştir.


9- Büyük Cehennem, aslında bütün yıldızların ateş kaynağı, göklerin elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmünde olmakla beraber, sadece bir bölümü kâfirlerin ve günahka rların ceza çekeceği bir hapishane mahiyetindedir.

Friday, August 22, 2014

Cennet ve Cehenneme İnanmanın İnsan Hayatına Yansımaları

  • Eğer bir insan, imanını beş vakit namazla takviye ediyorsa, Cenâb-ı Hak böyle birine en büyük ihsanda bulunmuş demektir.
  • Cenâb-ı Hakk’ın insana büyük ihsanlarından biri de, imanın zevk-i ruhanisinin insan vicdanında kendisini hissettirmesi, Cennet’e gitmeden Cennet’i yaşıyor gibi yaşaması ve bir mânevî tûba-i Cennet çekirdeği olan imanı vicdanında duyup yaşamasıdır. 
  • Bir de davranışlarıyla Cennet ve Cehennem’e gerektiği gibi inanmayanlar vardır ki, bunlar her zaman âkıbetlerinden emin bir hayat sürerler. Böyleleri, endişesiz geçirdikleri ömürlerinde zâhirî hiçbir sıkıntılarının olmaması yanında, selef-i sâlihînde olduğu gibi, “Aman kalkayım da geceyi şöyle bir ihya edeyim, berzah azabından kurtulayım.” diye bir düşünceleri de yoktur. 

Wednesday, May 28, 2014

A Wedding in Heaven

Abdullah ibn Abbas recounts:

“The Messenger of God was wearing clothes and footwear made out of nur (pure light) and holding in his hand a bunch of nur. I told him:

‘O Messenger of God! I miss you and your voice very much. Why are you moving so fast?’, our Master told me in my dream:

‘O Ibn Abbas! Uthman gave such alms that God accepted his alms and rewarded him with a heavenly wedding. We are invited to his wedding in Paradise.’”

Friday, April 4, 2014

Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 119 – İnsanın Yüklendiği Emanet

Ahzâb Sûresi 72’nci âyette sözü edilen emanet, insanlığın yeryüzündeki hilâfet fonksiyonu ve Allah’ın dinini tatbik sorumluluğu manâsını da taşımakla birlikte, sadece bunlarla sınırlanamaz. Çünkü cinlerin de aynı sorumluluğu vardır. Dolayısıyla, buradaki emanetten asıl maksat, insanları başka varlıklardan ayıran ve onu o yapan ana unsurlardır; irade, akıl, düşünce ve beyan kabiliyeti ve –yine bunların cinlerde de olduğunu hesaba katarsak– insan benliği, yani egosu, yani insan olmadır.

Allah, Zâtı, sıfatları ve isimleriyle sonsuzdur. Sonsuz bir şeyin bilinmesi mümkün değildir. Fakat O, Ma’rûf da olması hasebiyle, tanınan, tanınması Zâtı’nın sıfatı, ismi, bu sıfat ve ismin muktezası olan bir varlıktır. Bu sebeple, O’nu gerektiği gibi tanıyabilecek bir varlığın bulunması gerekir. İşte Cenab–ı Allah (c.c.), bunun için her şeyi kuşatan sonsuz sıfat ve isimlerinin önüne farazî bir hat çekmiş ve Kendi’nde olan sıfat ve isimleri(n en azından pek çoğunun) tecellisiyle, yaratılmışlar içinde en kapsamlı bir varlık da olsa, onları yine ancak sınırlı ve kapasitesi ölçüsünde yansıtabilecek bir varlık olarak insanı yaratmıştır. Kısaca insan, Cenab-ı Allah’ın sıfat ve isimleriyle kendisinde en kapsamlı olarak tecelli buyurduğu, Allah’a en kapsamlı bir ayna, O’nu hem tanıyan hem tanıtan, O’nu tanımada hem özne hem nesne olan bir varlıktır. Varlığı kendinden olmayan, sınırlı ve kendisi dışında hazırlanmış pek çok mecburî şartla çevrili bir varlık için bundan daha büyük bir şeref düşünülemez. İşte, bütün özellikleriyle insanın bu kendi oluşuna insan benliği, nefs veya ego diyoruz ki, âyette sözü edilen “Emanet” öncelikle buna bakmaktadır.

Cenab-ı Allah (c.c.), varlığı bütünüyle Kendi’nden, her şeyden bağımsız ve mutlak müstağnî Zât-ı Ecell ve A’lâ olarak tam bir istiklâliyete sahiptir. İstiklâliyet, O’nun ayrılmaz vasfıdır. Bu bakımdan O, hiçbir şekilde ve hiçbir noktada eş, ortak ve benzer kabul etmez. Eşi, ortağı ve benzeri olmak, ancak varlığı kendinden olmayan, başkasına muhtaç bulunan, eksik, kusurlu varlıklar, yani yaratılmışlar için söz konusudur. Ne var ki, Cenab-ı Zât-ı Ecell ve A’lâ’ya ayna olan insan, O’nun mutlak bağımsızlık ve istiğnâ hususiyetlerinin yansımasını da kendinde bulduğundan, kendisini, sanki varlığı kendinden, hiçbir şeye muhtaç değil, her şeyi bilir, her şeyi dileyebilir, her dilediğini yapabilir sanma gafletine düşer. Bu onun, âyette ifade edilen ve mutlaka giderilmeye muhtaç zalim ve cahil oluşudur. Oysa insan, arz edildiği gibi, sonludur, varlığı kendinden değildir; bilgisi, iradesi, gücü son derece sınırlıdır. Özellikle müsbet işlerde, yani ortaya olumlu bir şey koyma hususunda oldukça âcizdir. İşte bu yanıyla ve bu yanının yaratılmış, varlığını, hayatının devamını, hayatta kalmasını başkasına muhtaç bulunması hasebiyle o, Allah’ın sonsuzluğuna, mutlak İlim, İrade ve Kudreti’ne aynalık eder ve aynalık etsin, bu ayna olma hususiyetini kavrasın diye yaratılmıştır. Dolayısıyla onun bu yanını iyi kavraması, bu yanının geliştirilmesi ve hayatını bu istikamette sürdürmesi gerekir. İcat ve müsbet bir sonuç ortaya koyma cihetinde olabildiğince âciz olan insan, o da kolay olduğu için tahrip konusunda ise bütün varlıkları geride bırakır. Dolayısıyla o, bu yanı itibariyle terbiye ve disipline edilmeye, yani eğitime muhtaçtır.

Ne var ki, tarih boyu insan ve insanların çoğu, genellikle zulüm ve cehalet üzerinde yürümüş, yanlış ölçmüş, yanlış tartmış, Cenab-ı Allah’ı tanımamış, arzularına, geçici dünya hayatının cazibelerine tâbi olmuş, kendindeki birtakım kabiliyetleri, kendine bahşedilen başarıları kendinden bilmiş, böylece kendini âdeta bir ilâh mertebesine yükseltmiş ve gücü elde ettiğinde de, başka insanlar ve varlıklar üzerinde rablık, hattâ ilâhlık taslamıştır. Bütün bu yaptıklarına gerekçe bulma maksadıyla da kendince dinler, sistemler üretmiş, kendi suçuna ortaklar arayarak başka sözde ilâhlar, rabler uydurmuştur. Böylece zulmetmiş ve daima cahilce davranmıştır. İnsanlık tarihindeki bütün çatışmaların, zulümlerin, haksızlıkların, fitne ve bozgunculukların, bölünüp parçalanmaların, sömürünün altında yatan ana sebep budur.

Buna karşılık Cenab-ı Allah (c.c.), insana aslî hususiyetini, yaratılmaktaki maksadı hatırlatmak ve bu maksat istikametinde bir hayat sürüp, dünyada da Âhiret’te de hem fert hem toplum olarak âhenktar ve mesut bir hayat sürebilmesi için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş ve “Din” adı altında insanların takip etmesi gereken yolu çizmiştir. Ne var ki, kendine mağlûp, zulüm ve cehaletinde direten insanlar, peygamberlere, Allah’ın dinine ve gönderdiği kitaplara karşı çıkmış, buna karşılık pek çok insan da inanmış, insanın bizzat kendi içinde yaşadığı Allah’a iman ve itaatle kendine veya kendisinin, kendisi gibi olanların icat ettiği sözde tanrılara ve dinlere veya din görünümlü sistemlere itaat arasında verdiği tercih mücadelesi topluma da yansımakla, tarih bir bakıma bu mücadelenin sahnesi veya mücadele süreci olmuştur. Ve insanın yaratılmasıyla birlikte başlayan ve insanları genelde iki kanala taşıyıp, peygamberler ve vârislerince temsil edilen kanalla Cennet’e, Firavunlar, Karunlar, Hâmânlar ve takipçilerince temsil edilen kanalla da Cehennem’e uzanan bu süreç, denebilir ki Âhiret’te de neticeleri olan Cennet ve Cehennem şeklinde sonsuza değin devam edecektir.



Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 106: Ğaşiye Sûresi’nden – Boş Söz


Orada hiç boş söz işitmezler. (Ğaşiye 11)

Burada Cennet nimeti olarak önce orada boş sözün olmayacağının zikredilmesi hayli önemlidir. Bu demektir ki, Cennet ehli, kendilerini ehl–i dünyanın dünyada eğlendirdiği gibi eğlendirmeyecektir. Nasıl Cennet ehli her bakımdan pak olacağı gibi, Cennet’in bütün nimetleri de pak ve çok yüce olacaktır. Âyet, boş söz, manâsız eğlence gibi vakit harcamalara karşı bir ikaz da ihtiva etmektedir.

Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 97: Teğabün Sûresi’nden – Büyük Kazanç

O, büyük toplanma günü olan bir günde hepinizi bir araya getirecektir. (Bazıları için) kazanma, (bazıları için ise) kaybetme günüdür o gün. Kim Allah’a iman eder ve imanının gereği sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, Allah onun (arada bir de olsa işlemekten kurtulamadığı) fenalıklarını, günahlarını siler ve onu, içlerinde ebediyen kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Budur gerçekten çok büyük başarı, çok büyük kazanç.(Teğabün 9)



Wednesday, April 2, 2014

Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 91: Vâkı’a Sûresi’nden 2



“Eşlerine karşı sevgi dolu ve hep aynı yaşta.”(Vakı’a 37)

Aynı yaşta olmak demek, Cennet’te ya eşler birbirleriyle aynı yaşta olacaklar veya erkekler bir yaşta, kadınlar bir yaşta olacaklar demektir. Cennet’te erkeklerin 33, kadınların ise 18 yaşında olacaklarıyla ilgili rivayetler vardır.



Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 90: Vâkı’a Sûresi’nden



“Etraflarında ebedîliğe erdirilmiş çocuklar dolaşır.”(Vakı’a 17)

Bunlar, büluğ (ergenlik) çağına varmadan önce vefat etmiş çocuklar olacaktır. İnkârcıların büluğ çağına ulaşmadan vefat etmiş çocukları da Cennet’e alınacak ve Cennet ehline hizmet edeceklerdir. 

Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 84: Tûr Sûresi’nden

Cenab–ı Allah (c.c.), Cennet’te, imanları ve amelleri aynı seviyede olmasa da anne–babaları ve evlâtlarını birleştirecektir. Bu, O’nun mü’minlere olan bir başka fazl u rahmetidir. Bununla birlikte, Cennet’te aynı yerde olsalar bile, insanların Cennet’ten ve nimetlerinden istifadesi aynı olmayacaktır. Herkes, imanının derecesi, derinliği, amellerinin kıymeti ve hisleriyle melekelerinin gelişmişliği nisbetinde Cennet’ten istifade edecektir.

Âyet (Tûr 21), ayrıca şu gerçeğe de işarette bulunmaktadır. Vâkıa Sûresi 10–14’üncü âyetlerde ifade buyurulduğu üzere, bir iman hareketinin başında samimi olarak ona katılıp destek verenler ve bu desteklerini sürdürerek, imanla Âhiret’e göçenler, Allah nazarında ayrı bir kıymeti haiz bulunmakta olup, Cennet’ten istifade de onlar önde olacaklardır. Çünkü onlar, iman edip, Allah’ın dinine sahip çıkmada diğerlerini geçmişler, ona başkalarının geri durduğu, çoklarının karşı çıktığı en zor zaman ve şartlarda destek vermişler, büyük sıkıntılara katlanmışlar ve karşılığında dünyevî hiçbir beklentiye girmemişlerdir. 



Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 81: Ahkaf Sûresi’nden

Bir hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, her insan için Cennet ve Cehennem’de takdir buyurulmuş bir yer vardır. Eğer bir insan iman etmez ve Cehennem’e giderse, onun Cennet’teki yerine mü’minler mirasçı kılınır. Bunun gibi, Cenab–ı Allah her insana güzellik ve zevklerden pay ayırmıştır. Bazıları bu payı dünyada tüketmeyi tercih eder ve bütün yaptıklarının karşılığını dünyada görmek isterler. Böylelerinin Âhiret inancı da yoktur. Dolayısıyla Allah (c.c.), onların güzel ve yerinde davranışlarına düşen bütün payı, dünya ona ne kadar zemin teşkil edebilecekse o kadar, yani ancak dünyanın ölçülerine göre dünyada verir; O, kâfir de yapsa hiçbir güzel işi karşılıksız bırakmaz ve kâfirleri makbul işlerinden dolayı dünyada mükâfatlandırır. Mü’min ise, Âhiret’i gaye edinen insandır; dolayısıyla dünyanın tatma yeri olduğunu bilir ve işlerinde asıl nimetlenme ve gerçek zevkler yurdu olarak Âhiret’i hedef alır. Bu zevkler ise Âhiret’te elbette oranın ölçülerine göre tadılacaktır. Bununla birlikte mü’min, dünyada da nasibi olduğunu unutmaz ve onu helâl yoldan elde etmek için çalışır. 



Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 74: Fussilet Sûresi’nden


Buna karşılık, “Rabbimiz Allah’tır” diye ikrarda bulunup, sonra da (bu ikrarın gereği olarak inanç, düşünce ve davranışta) sapmadan doğru yolu takip edenlerin üzerine zaman zaman melekler iner. (O melekler, dünyada onları korur, Âhiret’te ise hem dostluk izharında bulunur, hem de onlara şu mesajı iletirler:) “(Azap görür müyüz diye) endişe etmeyin, (dünyada iken işlediğiniz ya da işlediğinizi düşündüğünüz günahlar, yapamadığınız iyilikler sebebiyle de) üzülmeyin; size va’d olunan Cennet’le sevinin! Biz, dünya hayatında olduğu gibi (burada) Âhiret’te de sizin yakın dostlarınızız. O Cennet’te canınız her neyi çekerse onu hazır bulacak, orada istediğiniz her şeyi elde edeceksiniz,
affı, bağışlaması ve bilhassa mü’minlere karşı hususî merhameti pek bol Allah tarafından bir ikram olarak. (Fussilet 30-32)

Cennet mutlak temizlik, paklık yeri olup, Cennet’e en azından oraya kadar artık bütünüyle temizlenenler gireceğinden, Cennet ehlinin istedikleri de, canlarının çektiği de muhakkak temiz şeyler olacaktır. 


Tuesday, April 1, 2014

Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 50: Enbiya Sûresi’nden 2 – Zebur


“Biz, (Levh-ı Mahfuz’da kaydedip,) Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazdık ki, yeryüzüne salih (imanlarından kaynaklanan sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha dönük işler yapan) kullarım vâris olacağı, (Kıyamet ve ona sebep olacak hadiseler öncesi) yeryüzü onlara kalacağı (gibi, Cennet arzına da onlar vâris olacaklardır).”

Zebur, Hz. Davud’a inen kitaptır. Hz. Davud (a.s.), peygamberler içinde halife-peygamber olarak O’nunla yeryüzüne salih kulların mirasçı olması arasında bir münasebet elbette vardır. Meşhur Osmanlı şeyhülislâmı İbn-i Kemal, bu âyetten çıkardığı tam on tane delille, Yavuz Sultan Selim’e Mısır’ı fethedeceğini söylemiş ve fetih için teşvikte bulunmuştur. İsrail Oğulları’nda halife- peygamber olarak Hz. Davud’un mukabili, Osmanlılarda halife-sultan olarak Hz. Yavuz’dur denebilir. “Yeryüzü” olarak çevrilen ve aslı “arz” olan kelime, Kur’ân-ı Kerim’de yer yer Mısır için de kullanılır. Dolayısıyla, Hz. Yavuz’la Mısır fethi olarak gerçekleşen bu müjde, Âhir Zaman’da yeryüzü olarak gerçekleşecektir. Cenab-ı Allah (c.c.), bunu Levh-ı Mahfuz’da bir hüküm olarak kaydetmiş, sonra da Zebur’a bir âyet olarak koymuş, Kur’ân’da da tekrarlamıştır. Bu müjdenin muhatabı olan topluluğun birinci özelliği salih olması, ikinci önemli özelliği de, bundan sonraki âyette geleceği üzere âbid, yani kendilerini Allah’a ibadete adamış rabbanî insanlardan teşekkül etmesidir.

Bu âyet, Nûr Sûresi 55’inci âyetle birlikte ele alındığında, manâ ve muhteva daha da açık hale gelmektedir.

Allah, içinizden iman edip, imanları istikametinde sağlam, yerinde, doğru ve ıslaha yönelik işler yapanlara va’detti ki, kendilerinden önce (aynı seviyedeki) mü’minleri (nasıl inkârcıların yerine geçirmiş ve) hakim konuma yükseltmişse, onları da yeryüzünde mutlaka (o inkârcıların yerine geçirecek ve) hakim konuma yükseltecektir. Kendileri için seçip tayin buyurduğu İslâm Dini’ni mutlaka yerleştirecek ve onlara onu hayatlarında uygulama güç ve imkânı verecektir. Ayrıca, içinde bulundukları korkulu dönemin arkasından onları kesinlikle güvene erdirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet eder ve (inançta, ibadette ve hayatlarını tanzimde) hiçbir şekilde Bana ortak tanımazlar. Artık bundan sonra kim nankörlük yapar (ve bu nimetin şükrünü yerine getirmezse), öyleleri fasıklar (itaattan ve yoldan çıkmışlar) dan başkaları değildir. 

Âyetin, siyakı itibariyle Cennet’e verasetten söz ettiği de söylenebilir. Bu açıdan, Zümer Sûresi 74’üncü âyetle münasebettardır ve onunla birlikte aynı gerçeğe parmak basmaktadır. 



Ali Ünal, Ali Ünal Meali, Yavuz Sultan Selim, Hz. Davud, Mısır, Kur’an