Showing posts with label İmam Şiblî Numanî. Show all posts
Showing posts with label İmam Şiblî Numanî. Show all posts

Saturday, September 21, 2013

Peygamberimizin Ruhani Hayatı ve Mucizeleri


  • Birgün Hz. Peygamber, Hz. Bilal'e "Nasıl bir iyilik yaptın ki, cennette dolaşırken senin ayak seslerini duydum?"diye sormuştu. Hz Bilal "Ya Resulallah! Sürekli abdestli geziyorum. Her abdest aldığımda da namaz kılıyorum." cevabını vermişti. 
  • "[Benden]kişinin derecesini yükselten şeyler soruldu. Ben de: "Yemek yedirmek, edebiyle konuşmak, herkes uyurken ibadet etmek"dedim."
  • Peygamberlerin duyuları diğer insanların duyularında olmayan birtakım özelliklere sahiptir. Bunu tam olarak anlamak için örneğin doğuştan âmâ biriyle görme yetisi çok güçlü ve sağlıklı bir genci karşılaştırmak yeterlidir.
  • "SİZİN BENDEN SONRA PUTPERESTLİĞE DÖNMENİZDEN KORKMUYORUM. ENDİŞE ETTİĞİM ŞEY, DÜNYA PİSLİĞİNE BULAŞARAK  BİRBİRİNİZE HASET ETMENİZDİR."
  • "O BEYAZ İNSANIN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE BULUTLARDAN SU İNER".(EBU TALİB)



"Sizden bir rüya gören yok mu?"


Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu:

" Sizden bir rüya gören yok mu ?"

Kendisine:

"- Bizden kimse bir Şey görmedi!" dediler. Bunun üzerine:

" Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi geldi.

Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanıda biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazan bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama, başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere:

- Sübhânallah ! nedir bu ? dedim. Dinlemeyip:

- Yürü! Yürü!

dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da:

- Sübhanallah, nedir bu? dedim. Cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp:

- Bunlar kimdir?

diye sordum. Bana cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp:

- Bu nedir?

diye sordum. Cevap vermeyip yine:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine:

- Bu nedir?

diye sordum. Cevap vermeyip:

- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine:

- Bunlar kimdir?

dedim. Cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !

dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağàç hiç görmedim. Arkadaşlarım:

- Ağaca çık !

dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altun ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara:

- Gidin şu nehire banın!

dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyaz. . . Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olark geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.
Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar:

- Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da metin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi.

- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.

- Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin, dediler. Ben:

- Geceden beri acaip şeyler gördüm, neydi bunlar? diye sordum.

- Sana anlatacağız, dediler ve anlattılar:

- Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'ân'ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saran kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (bûluğa ermeden) ölen çocuklardır. "

Cemaatten biri hemen atılarak:

"- Ey Allah'ın Resülü! Müşrik çocukları da mı`?" diye sordu.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

" Evet, dedi, müşrik çocukları da." ve anlatmaya devam etti:

" Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir."

Friday, September 20, 2013

Rüya



  • Rüya alemi herkese açıktır. Bu hususta beyaz, siyah, mü'min, kâfir, iyi, kötü insanlar arasında bir fark yoksa da asıl hakikat sağlam gözlerin eşyayı daha güzel görmesi gibi, ancak fiziksel be ruhsal basiretleri berrak ve sağlam olanlar tarafından görülür. 
  • [Efendimiz (sas)], "Peygamberlik sona ermiştir. Devam edecek olan birşey vardır. O da mübeşşirattır."demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber'e "Mübeşşirat nedir?" diye sorulmuş, o da "Nübüvvetin kısımlarından olan sadık rüyalardır."buyurmuştu.
  • "Mü'minin halis bir rüyası nübüvvetin kırk altı kısmından bir kısımdır."
  • "İçinizde en sadık rüyayı gören, en doğru söz söyleyendir."



Saturday, August 24, 2013

Kureyş'in Gücü Ve Etkisi


Kureyş, Kabe'nin koruyuculuğunu üstlendiği için Araplar onları dını önder olarak tanıyor ve Kureyşle Müslümanlar arasında başlayan mücadelenin sonucunu bekliyorlardı. Buhârî, uzakta bir yol kenarında yaşayan Amr b. Seleme'nin şu sözlerini kaydeder: "Araplar Kureyş'in Müslüman olmasını, Mekke'nin Müslümanlara geçmesini bekliyor ve 'Muhammed'i kavmiyle başbaşa bırakınız, çünkü onları yenerse hak peygamber olduğunu ispat eder'. diyorlardı. Mekke fethedilince her kabile Müslümanlara yaklaştı."

İbn Hişam da şu sözleri söyler: "Araplar Kureyş'in akıbetini bekliyorlardı. Çünkü Kureyş kabilesi diğer insanların öncüsü, Kâbe ve Harem-i Şerif'in koruyucusu Hz. İbrahim ve İsmail'in evladıydı. Araplar bunu inkar etmiyorlardı. Hz. Peygamber'e karşı savaşları hazırlayan da Kureyş'ti. Müslümanlar Mekke'yi de fethedince Mekkeliler Müslüman oldu. Araplar Hz. Peygamberle dövüşemeyeceklerini, ona düşman olamayacaklarını anlayarak ayet-i celilede de beyan buyurulduğu üzere bölük bölük Allah'ın dinine girdiler."

Sonuç olarak, Müslümanlığın sadelik ve doğruluğuna, Arapların da zekalarına ve zihni kabiliyetlerine rağmen İslâm'a karşı gösterdikleri bu direnişin sebebi, kendi aralarındaki kabile ilişkileri ve aile gururlarıydı. Bu engeller ortadan kalktıkça İslam hiçbir sekteye uğramadan ilerledi.

Kur'an'da İçkinin Yasaklanma Süreci


İnsanlığı ıslah etmenin gereği olan İslam kuralları aşama aşama nazil oluyordu. Hz. Ömer, "Ya Rabbi! İçki hakkında gönüllerimiz rahatlatacak bir beyanda bulun!" demişti. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuştu: "Sana içki ve kumar hakkında sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır."

Bundan sonra da içkiye devam edenler olmuştu. Ensardan biri Hz. Ali ve Abdurrahman b. Avf'ı yemeğe çağırmış, misafirlerine şarap da ikram etmişti. Akşam namazının vakti girdiğinde Ali, cemaate namaz kıldırmış, fakat içkinin tesiriyle Kur'ân ayetlerini yanlış okumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer tekrar içki hakkında açık bir hüküm niyazında bulunmuş, "Ey iman edenler! Sarhoş iken- ne söylediğinizi bilinceye kadar- namaza yaklaşmayınız." ayeti nazil olmuştu.

Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Hz. Peygamber içki içenlerin namaza katılmamalarını emretti. Fakat bu emir, yalnız namazla ilgili olduğu için namaz vaktinin dışında yine içenler oluyordu. Hz. Ömer bir daha dua etmiş, bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu: "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans  okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz."  

İnsanın Olgunluk Derecesi


Dünyadaki her insan kederlere, felaketlere uğrar. Fakat insanın olgunluk derecesi, başarı ve mutluluk zamanlarında gururlanmamasıyla, felaket ve musibet zamanlarında ümitsizliğe düşmemesi ve en talihsiz olayları bile sabırla karşılaması ile ölçülür. İnsan vazifesine vicdan dairesi içinde çalışmalı; netice olarak elde edilecek başarı baiarısızlıüın kendi elinde değil, Allah'ın elinde olduğuna kanaat getirmelidir. Şu ayet-i kerime bu hakikati dile geitrmektedir:

"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez."
(Hadid Suresi 22-23. ayetler)

Efendimiz'in Risaleti ve Şahsiyeti(İmam Şiblî) 'nden Notlar


  • Hz. Peygamberin başarılarını anlatma hususunda çok cimri davranan Margoliout bile bu büyük başarıyı takdire mecbur kalarak der ki: "Hz. Muhammed, vefat ettiğinde görevini tam olarak yapmıştı. Çünkü darmadağınık Arap kabilelerinden bir millet meydana getirmiş, bütün Arabistan'a ortak bir din temin etmiş, Arabistan'ın çeşitli kabileleri arasında aile bağlarından da kuvvetli, devamlı bir bağ kurmuştu."
  •  Aslında Araplar içinde hanifliği de kabul edenler vardı. İbn Hacer, İsabe adlı eserinde bunlar hakkında bilgi verir. İslamiyet'in Ebu Musa el-Eş'arî, Tufeyl b. Amr ed-Devsi aileleri arasında yayılması bu esasa bağlıydı.
  • Arapların bu savaşta[Hendek] yenilmesi Kureyş'in bütün siyasi otoritesini sarsmıştı. Kureyş'ten korktukları için İslamiyeti kabul etmeyen Arapların üzerindeki baskı kalkmış, Hz. Peygamber'in huzuruna heyetler göndermeye başlamışlardı.  
  • Araplar Kâbe'nin duvarlarına kurban kanı bulaştırırlar, böyle yapmakla sevap kazanacaklarını zannederlerdi. Buna karşın Kur'an-ı Kerîm der ki: "Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır, fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır." 
  • Suffe öğrencileri sırtlarında sadece bir ihramı olan fakir insanlardan oluşuyordu. Buna rağmen onlar hiç boş durmazlardı. Gündüz odun toplayıp çarşıda satarlar, kazandıklarının yarısını fakirlere dağıtır, diğer yarısıyla da geçinirlerdi. Bundan dolayı dersler gece verilirdi. Ubade b. Samit'e göre Hz. Ömer'in Filistin halkını aydınlatmak ve onlara Kur'ân öğretmek için gönderdiği davetçi, Suffe ashabının öğretmenlerinden biriydi.
  • "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden sizin için çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüz yummadan alamayacağınız bir malı, hayır diye vermeye kalkışmayın."(Bakara 267)
  • Hz. Peygamber'in meclisi, hizmetçiler ve ev halkından oluşan, dış dünyaya kapalı bir yer değildi. Belki Peygamber'İn evinin kapısı bile yoktu. Fakat onun peygamberlik onuru herkesin kalbine korku verirdi. Onu gören herkes kalbinde bir titreme hissederdi.
  • Hicretin dokuzuncu yılında Yemen ile Suriye arasındaki bütün topraklar İslam sınırlarına katıldığı zaman Hz. Peygamberin odasında çıplak bir sedir ve bir su tulumunda başka birşey yoktu.
  • Gözler yaş döker, kalpler hüzünle dolar; fakat biz ancak Allah'ın razı olduğu sözleri söyleriz. (Hadis)

Efendimiz Teşrif Etmeden Önce Arabistan'ın Siyasi Durumu



Arabistan'da güvensizlik ve başıbozukluk o dereceye varmıştı ki, Bahreyn'in en kuvvetli kabilelerinden olan Abdü'l Kays kabilesi Mudar kabilesinden korktuğu için Hicret'in altıncı yılına kadar Hz. Peygamber'i ziyarete gidememiş, bu ziyaret ancak haram aylarda gerçekleşebilmişti.

Sayfa 19

Arabistan'ın yerleşim ve ziraate uygun sahillerinin tamamın yakını ya İran devletinin, ya da Bizans imparatorluğunun hüküm ve nüfuzu altındaydı. Efendimizin risaletinden 50-60 yıl önce İranlılar Yemen'i işgal etmişlerdi. Gerek buradaki gerekse de Umman ve Bahreyn'deki Arap reislerine gelince, bunlar sadece ismen hükümrandılar, herhangi bir yaptırım güçleri yoktu ve hepsi de İran'ın egemenliği altındaydılar. İranlılar Irak sınırındaki Al-Münzir'in arazisini fethetmişler ve yavaş yavaş Arabistan'ın kalbine doğru ilerlemeye başlamışlardı. Yeni dinin kaynağı olan Hicaz'ı da kendi vilayetlerinden sayıyorlardı. Bundan dolayı İran hükümdarı hicretin altıncı yılında Yemen'in İranlı hakiminden "nübüvvet iddiasında bulunan kölesinin" kendisine gönderilmesini istemişti!

Suriye'ye komşu olan bölge Bizanslılar tarafından ele geçirilmişti. Burada Arap reisleri ve Hristiyanlığı kabul eden Gassaniler, Bizans'ın himayesine girmişlerdi. Hicretin sekizinci yılından sonra Bizanslılar Arabistan'ı kuşatmak için hazırlanmışlar, Tebük ve Mute seferleri de bu yüzden meydana gelmişti.

Sayfa 21