Showing posts with label kibir. Show all posts
Showing posts with label kibir. Show all posts

Saturday, January 17, 2015

Maskara

"... dikkatlice bakanların nazarında zayıflığı gösteren kibrinle,acizliği gösteren gururunla, riyayı ve alçaklığı gösteren suniliğinle kendini halka maskara yaptın."

Saturday, October 18, 2014

İbadetin Ruhu

Acz ve zilletini idrak edemeyen, rahmetin ve ümidin ne kadar kıymetli olduğunu bilmeyen kimse kem tâli’ ve ibadetin neşvesini kavrayamamış kimsedir. Evet, ibadetin ruhunda hem yüzü yere sürme, Allah’ın rahmetine bel bağlama, ümitlenme, hem de ümitlerini kaybetme endişesiyle tir tir titreme vardır. Hem büyük bir endişe hem de yanında alabildiğine neşe iç içedir. Endişeyle neşeyi bir araya getirdiğiniz zaman, Mevlâ’nın huzurunda olduğunuza inanabilir, korku ve ümit dengesini kurmuş sayılabilirsiniz. Ama bir tarafta burnunu dikip gezen kibirliler, korku nedir bilmeyen nikbinler, her şeyi Bektaşî iyimserliği içinde görenler, kuruntulara bağlananlar, diğer yandan da ümitsizlik içinde yaşayan me’yuslar, kulluk şerefindeki ulviyetin ne demek olduğunu idrak edemeyen zavallılar hiçbir zaman bu neşve ve bu huzuru duyamazlar.

Saturday, May 3, 2014

En Sevilen Günah

A’raf Sûresi’nde şeytanın ruh topografyasını çıkarırken, Allah’a karşı duruşunun altındaki en önemli sebebi söyler: Kibir. Öyle bir hastalık ki, Yaradan karşısında bile –hâşâ- kendine duyduğu müthiş bir özgüven ile ‘bana mühlet ver, gör bak’ gibisinden diklenir. Ve sonrası malum, insanın aldanması…
Şeytanı cennetten kovduran şey küfrü değil, kibriydi. İş bu nedenle kibir ve böbürlenme İblis’in en bariz karakteristiğidir.

Bilim her ne kadar meseleyi sebepler dairesine hapsedip, ‘para, makam ve gücün getirdiği davranış bozukluğu’ olarak tarif etse de, mesele daha derin ve insanlığın temel problematiklerinden biridir. Belki de bu nedenle Hazreti Mevlânâ, “Kibir, kendinden habersizliktir.” der.

Aslında sahip olunmayan ve belki de hiç olunamayacak olanı varmış gibi gösterme çabası… Elde edilen güç ile bunun desteklenmesi ve üstünlük taşlanması… Belki kısa süreli bir çalım satma, hava atma, hatta bir takım kazanımlar edinilmesi mümkündür ama şunu söylemek mümkündür ki, kibir en fazla zararı sahibine veren, insan omuzunun taşımayacağı cam kırığı dolu bir çuvaldır. Ruha yapışan böylesi bir manevî virüs, sahibini perişan eder. Kibir öfkeyi, nefreti kısa sürede bulunduğu yere toplar ve manevi bir rende gibi ruhu kemirir durur.

Nedim Hazar
http://www.zaman.com.tr/mahmut-nedim-hazar/en-sevilen-gunah_2214079.html

Friday, February 28, 2014

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 34: Yusuf Suresi'nden 4 - Bilme


Kimse, bilhassa tamamıyla bilmediği bir konuda son sözü söyleme iddiasında bulunmamalı ve kendisi üzerinde daha iyi bir bilenin olabileceğini her zaman hesaba katmalıdır. Bilme konusunda, her şeyi kusursuz olarak bilen Hz. Allah’a varıncaya kadar mertebeler vardır.

Tuesday, December 31, 2013

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 23: En'am Suresi'nden 5 - Küfür ve Kibir

Küfür ve şirkte diretenler, toplumda zayıf, herhangi bir statüden yoksun gördükleri kişilerle bir arada bulunmayı kibirlerine yediremezler. Dolayısıyla, onların iman edip, kendilerinin etmemiş olmasını sanki iman etmemeye bir gerekçe gibi görürler. Çünkü şeytanın iğvasıyla, kendi sosyal statülerini, makam ve zenginliklerini akıllı oluşlarına bağlar, bir insanın akıllı oluşunu onun sahip olduğu makam, mal ve statüyle ölçerler; dolayısıyla kendi yaptıklarını beğenir ve bu şekilde kendilerini kandırırlar. Oysa insanın aklı ve zekâsı, hiçbir zaman malı, makamı ve statüsüyle ölçülemez. Ne çok bilgili, zekî ve akıllı insanlar vardır ki, fakirdir ve herhangi bir makamdan yoksundur. İmam-ı Gazalî, sadece dünya işlerine eren akla akl-ı maaş der. Bir insanın akl-ı maaşta ileri olması, onun hayata, varlığa, eşya ve hadiselere yön veren, onların altında yatan değişmez doğrulara ve prensiplere ulaşmasına, onların manâsını kavramasına yeter diye bir kaide kesinlikte yoktur. Ayrıca, Allah katında değerler çok farklıdır; bunların başında, söz konusu değişmez doğruları ve kaideleri, ayrıca eşya, varlık ve hadiselerin anlamını kavrayıp, dolayısıyla Allah’a ve diğer iman esaslarına inanmak ve takva, yani Allah’a saygıyla dopdolu olarak, hayatı sözü edilen doğrulara ve kaidelere göre tanzim etmek gelir. Eğer varlık, hayat ve bilgi ekonomiden ibaret olsaydı, din, felsefe ve tefekkürî düşünce, hattâ sanat, edebiyat gibi yüksek insanî ürünler olmazdı. Bu bakımdan, insan düşüncesinin temelini de söz konusu doğrular ve kaideler oluşturmalıdır ki, inkâr ve şirke sebep olacak düşünce kaymalarına (inhiraf) düşülmesin.