Showing posts with label Kürtler. Show all posts
Showing posts with label Kürtler. Show all posts

Thursday, December 24, 2020

IRAQ


Iraq is a prime example of the ensuing conflicts and chaos. The more religious among the Shia never accepted that a Sunni-led government should have control over their holy cities such as Najaf and Karbala, where their martyrs Ali and Hussein are said to be buried. These communal feelings go back centuries; a few decades of being called ‘Iraqis’ was never going to dilute such emotions.


As rulers of the Ottoman Empire the Turks saw a rugged, mountainous area dominated by Kurds, then, as the mountains fell away into the flatlands leading towards Baghdad, and west to what is now Syria, they saw a place where the majority of people were Sunni Arabs. 


Finally, after the two great rivers the Tigris and the Euphrates merged and ran down to the Shatt al-Arab waterway, the marshlands and the city of Basra, they saw more Arabs, most of whom were Shia. They ruled this space accordingly, dividing it into three administrative regions: Mosul, Baghdad and Basra.


In antiquity, the regions very roughly corresponding to the above were known as Assyria, Babylonia and Sumer. When the Persians controlled the space they divided it in a similar way, as did Alexander the Great, and later the Umayyad Empire. The British looked at the same area and divided the three into one, a logical impossibility Christians can resolve through the Holy Trinity, but which in Iraq has resulted in an unholy mess.


Many analysts say that only a strong man could unite these three areas into one country, and Iraq had one strong man after another. But in reality the people were never unified, they were only frozen with fear. In the one place which the dictators could not see, people’s minds, few bought into the propaganda of the state, wallpapering as it did over the systematic persecution of the Kurds, the domination by Saddam’s Sunni Muslim clan from his home town of Tikrit, nor the mass slaughter of the Shia after their failed uprising in 1991.


The Kurds were the first to leave. The smallest minorities in a dictatorship will sometimes pretend to believe the propaganda that their rights are protected because they lack the strength to do anything about the reality. For example, Iraq’s Christian minority, and its handful of Jews, felt they might be safer keeping quiet in a secular dictatorship, such as Saddam’s, than risk change and what they feared might, and indeed has, followed. However, the Kurds were geographically defined and, crucially, numerous enough to be able to react when the reality of dictatorship became too much.


Iraq’s five million Kurds are concentrated in the north and north-eastern provinces of Irbil, Sulaymaniyah and Dahuk and their surrounding areas. It is a giant crescent of mostly hills and mountains, which meant the Kurds retained their distinct identity despite repeated cultural and military attacks against them, such as the al-Anfal campaign of 1988, which included aerial gas attacks against villages. During the eight-stage campaign, Saddam’s forces took no prisoners and killed all males aged between fifteen and fifty that they came across. Up to 100,000 Kurds were murdered and 90 per cent of their villages wiped off the map.



When in 1990 Saddam Hussein over-reached into Kuwait, the Kurds went on to seize their chance to make history and turn Kurdistan into the reality they had been promised after the First World War in the Treaty of Sèvres (1920), but never granted. At the tail end of the Gulf War conflict the Kurds rose up, the Allied forces declared a ‘safe zone’ into which Iraqi forces were not allowed, and a de facto Kurdistan began to take shape. The 2003 invasion of Iraq by the USA cemented what appears to be a fact – Baghdad will not again rule the Kurds.

Sunday, October 18, 2015

Kürtler Sizin Neyiniz Olur?

Yıllardır dillendirilen “Ermeniler millet-i sadıka idi.” klişesine benzer bir şekilde Kürtler için söylene gelen kardeşlik, sadakat, bağlılık, fedakarlık ve feragat gibi onlara ait özelliklerin karşısında bizim sayacağımız hangi özelliklerimiz var diye oturup düşünmenin zamanı geldi, geçiyor.
Türkler Anadolu'nun kapılarını zorladıkları zaman Kürtler, Selçuklulara yardım etmişler. İslam derin bir krize girdiği zaman Kürt liderin etrafında toplanan Müslümanlar İslam'ın onurunu Haçlılardan kurtarmış, Safevi'ye karşı onlar siper olmuş, Çanakkale'de onlar bizimle omuz omuza savaşmışlar, kurtuluş mücadelesini birlikte vermişiz. İslam'ın yasaklandığı dönemde Kürt alimleri öne çıkmış dinin bu coğrafyadan tamamiyle silinip gitmesini engellemiş. Kürdistan medreseleri hâlâ Arapçanın ve İslam ilimlerinin koruyan ve son zamanlarda merkezî şehirlerimizdeki üniversitelere de aktaran yerler olarak anılır.
Anlatılan bütün hikayelerde öne çıkan sadece Kürtlerin âlicenaplığıdır. Türkler Kürtlere bunların karşılığında ne vermiş, sorusuna ise utangaç bir iki kelamdan başka söyleyecek sözümüz yok. Kürt Selçuklu'ya yardım etmiş, Selçuklu onların zaten Bizans zamanında da var olan beyliklerini ve özerkliklerini tanımış. Osmanlı özgürlüklerine dokunmamış, dağlarında özgür gezmişler. Son döneminde İstanbul iskelelerinde hamal olarak Osmanlı'nın ucuz işgücü olmuş. Gerektiğinde Doğu'da Ermeni'ye, Batı'da 6-7 Eylül'de Rum ve Yahudi'ye karşı tetikçilerimiz olmuş. Ülkeyi doğusunda batısında beraber savunup beraber kurtarmış ama bu ülkenin eşit yurttaşı olamamış. Hâlâ da Kürtlere verebildiğimiz bir şey diye aklımıza fındık bahçelerinde verdiğimiz gündelik işler geliyor.
En sonunda ulus devletimizi kurup Kürtleri önce öteleyip yok saymışız. İtiraz edenlerini, isyan edip hakkını arayanlarını yargılayıp infaz etmişiz. Eğitimden kalkınmadan mahrum bırakıp bölgelerini en geri kalmış yerler olarak tutmuşuz. İliklerimize işlemiş milliyetçi duygularla varlıklarını ellerinden alıp külliyen yok saymaya kalkmışız. “Dağlarda kart kurt ederken” çıkan sesten türemiş bir topluluk olarak tanımlamaya kalkmışız. Türk olmadıklarını adımız gibi bildiğimiz halde olmadıkları bir şeyin kalıpları içine girmeye zorlamışız. Yedi yaşına kadar konuştuğu dili yok sayıp yedi yaşında yeni bir dile doğmaya zorlamışız. Bunun getirdiği travmayı hesaba bile katmamışız. Sonra birileri hasbel kader ortaya çıkmış içinde bulundukları şartlara itiraz edecek olmuş. Onları da birer birer susturmuşuz. Ardından nereden geldiği belli olmayan şaibeli bir heyulaya mecbur ve mahkum etmişiz. Sivil siyasetten ümidi kesenler bu heyulanın gölgesine sığınır olmuşlar. Ne heyulayı ortadan kaldırabilmiş, ne de içine doğduğu ortamı düzeltip yaşayamaz hale getirebilmişiz. Yapabileceğimiz şeylerin en kolayı olan, insanları zorla kucaklarına ittiğimiz terörden dolayı itham edip yargılamış, bir kavmin hayatta görebileceği en kötü şartlara mahkum etmişiz.
Bütün bunlar olurken memleketin vicdan sahipleri susmuş, akıl sahipleri iki kelam etmemiş, kalp sahipleri içlerinde varsa bir sızı onu da dışa vuramamışlar.

Şimdi “Kürtler bizim kardeşimiz” söylemi elden ele dolaşıyor. Her büyük ağabey gibi kardeşini ezmenin gerekçesi olarak sunulan bu söylem öylesine bir güzel kılıfla sunuluyor ve karşılarındakinin de bu söylemi alıp kabul etmesi isteniyor ki akıl şaşar. Kardeş isen bir kez olsun büyüklük ettiğin bir anı göster ki kardeşin de kardeşliğini hissetsin. Kardeşliğin tarihten geliyorsa tarihten bir alicenaplık örneği göster. Dinden geliyorsa, dinin gereklerinden birini dahi olsa uygulayıp kardeşine gösterdiğin bir ref'etinden bir merhametinden bahset. Modern değerlerden gelen bir şey varsa tanıdığın bir haktan, sunduğun eşit şartlardan bahset. Yoksa, sadece Kürtlerin fedakârlıklarından kaynaklanan, sadakatten, feragatten, fedakârlıktan bahsetme, bunlar senin isteyeceğin şeyler değil senin insaniyetin karşısında karşındaki insanın göstermek zorunda kalacakları davranışlardır. Sen hangi alicenaplığının karşısında bunları istiyorsun onu düşün. “Ana dilde ölülerine ağıt yakabiliyor” olmaları karşılığında bu istenenler biraz fazla değil mi? Çok geç olmadan kararını ver. Çünkü Kürtler çoktandır bunu sormaya başladı: “Kürtler sizin neyiniz olur?”
İhsan Çolak
Zaman8 Ekim 2015, Perşembe