Showing posts with label Sadık Hidayet. Show all posts
Showing posts with label Sadık Hidayet. Show all posts

Friday, November 18, 2016

Hacı Aga'nın Genç Şairle Diyaloğu

— Beyefendi, çok özür dilerim. Siz de gördünüz işte... dert çok... of aman amannn! İzninizle size danışayım. Duyduğuma göre güzel kasideleriniz varmış.

— Ömrümde hiç kaside söylemedim.

— Canım, maksadım şiir; kaside veya tasnif farketmez. Biliyorsunuz, ben bütün edebi derneklerin üyesiyim. Ömrümün çoğu ilim ve edebiyat öğrenmekle geçti. Molla Kâzım'dan Cefr ve Câmi'-i Abbâsî okudum. Bence dünyaya Kâ'ânî'den büyük şair gelmemiştir. Zamanım olsaydı, on divan dolduracak şiir söylerdim ama bugün böyle eğlenceler halkın işine yaramıyor. Şimdi bunca işim gücüm varken, bir de bu hastalıkla uğraşırken... of.. aman aman amannn... şiir söylecek fırsat bulamadığımı düşünüyorum. Öte yandan, edebi toplantılardan birinde demokrasi hakkında bir kaside okumaya söz verdim. Sizden ricam, demokrasi üzerine bir şiir yazmanız. Elbette bu hizmetinizi unutmayacağım ve sizi gerektiği gibi edebi toplantılarda tanıtacağım. Biliyorsunuz, şimdi demokrasi moda oldu. Vaktiyle şairler şahları, eşrafı, ileri gelenleri methederlerdi. Benim için de çok şiir söylediler. Kuşkusuz siz de bu konuda bir şeyler yapmışsınızdır. Artık moda değişti. Elbet şiir de bir tür kendini göstermedir. Demek istiyorum ki bugün şair yerine bir koltukta iki karpuz taşıyacak işbilir insanlara ihtiyacımız var. Formalite de olsa fena değil; özellikle seçim zamanı etkili olur. Bu yüzden sizinle başbaşa görüşmek istedim. Elbet karşılığını göreceksiniz.

— Galiba bir yanlış anlaşılma oldu. Yani siz benden şiir istiyorsunuz. Ben bunu yapamam.

— Tevazu gösteriyorsunuz. Sizin için zor bir şey değil. Çağdaş şairlerin çoğunu tanırım. Bir çıtlatacak olsam, anında burada biterlerdi. Edebi kişiliğiniz hakkında çok övgü duyduğum,münzevi, tanıtılıp desteklenmeye muhtaç biri olduğunuzu bildiğim için sizi seçtim.

— Yanılıyorsunuz. Benim tanıtılmaya ihtiyacım yok. Şimdiye kadar kimseden de sadaka istemedim. Sizin için şiir anlamsız, belki muzur ve şair de dilenci olabilir. Sadece hırsızlar, kabadayılar, eşkiya takımı, kaçakçılar akıllı, onların yaptıkları toplumda değerli sizce!

Bu cevabı beklemeyen Hacı şaşırdı; kekelemeye başladı:

— Siz de... bu toplumun.... üyesisiniz. Diyelim ki adi hırsızın....

Munâdilhak sözünü kesti:

— Haklısınız. Ahmakların sırtını sıvazlayan, sefilleri besleyen, ayak takımının hoşlandığı bu muhitte siz seçkin bir ki-şisisiniz. Hırsınız, açgözlülüğünüz, alçaklığınız ve aptallığınız doğrultusunda kendinize bir düzen kurmuşsunuz; bunu himaye ediyorsunuz. Sizin gibilerin yaşayacağı bu ortamda hiçbir şey yapamam ben. Vücudum atıl ve batıl kalır. Çünkü şairleriniz de sizin gibi olmak zorunda. Sizin hazırladığınız, her şeyin, hırsızların, dolandırıcıların, casusların değer yargılarına göre değerlendirildiği, sözcüklerin anlamlarını yitirdiği bu hela çukurunda ben bir hiçim. Bu çukurda sadece sizlerin yeme ve semirme hakkı var. Size layık olan da bu çukur zaten. Ama sizin pislikleriniz arasında boğulmaya mankûmum ben. Şair dilenci mi, dalkavuk mu acaba? Sürekli halkın kıçını yalayıp, insanları kazıklayan sizler, onları aldatarak bir tür dilencilik yapmıyor musunuz?

Hacı bunalarak

— Yeter artık! Tadını kaçırma işin. Şiirle insanların karnı doymaz. Sabahtan akşama kadar hırsız dediklerinizi methedersiniz, boynu bükük kapı ardında beklersiniz, şiirinizi okuyup da bahşiş almak için! (Hacı söylediğine pişman oldu.) İzninizle maksadım...

— Maksadınız, sizin gibi alçalan şairlerdir. Şiir ve şair hakkında hüküm vermek size kadar düşmedi. Siz ve sizin gibiler ahmak yaratıklarsınız. Yersiniz, geğirirsiniz, çalarsınız, yatar, çocuk yaparsınız. Sonra da ölür ve unutulur gidersiniz. “Şimdi de ölüm ve yok olma korkusuyla kendinize makam arıyorsunuz. Binlerce insan nesli daha gelip geçecek. Sadece birkaç kişi yiyen, uyuyan, çalan, cinsel ilişkide bulunan ve geriye yadigâr olarak dışkılarını bırakan bu meçhul kafileyi aklamak için onların yaşantılarına anlam verecek, mevcudiyet hakkı tanıyacak. İnsanoğlu hırsızı, eşkıyayı, üçkâğıtçıyı araştırmaz. İnsan hayatının bir anlamı olmalıdır. Bir Firdevsî bile sizin gibi milyonlarca insanın varlığını aklamaya yeter. Siz de ister istemez hayatınızın manasını onun sayesinde kazanır, onunla kıvanç duyarsınız. Madem ki bilim, sanat, kültür bu topraklardan uzaklaşmış, anlaşılıyor ki sadece hırsızlık, casusluk ve alçaklık bu hayata bir anlam kazandırıyor,

Salmasın hüma şeref gölgesini o diyara ki
Az olur kıymeti papağanın, çaylaktan!

Bu millete küfretmekte, aşağılamakta, hele hele soymakta haklısınız. Millette o bilinç olsaydı, sizin gibilerin işini çoktan bitirirdi. Bir millet ki kaderi rezillerin elinde...

Hacı korku içinde toparlandı:

— Ağzından çıkanı kulağın duysun. Bana kafa mı tutuyorsun? Köpek işemekle deniz murdar olmaz. Ben yetmiş yıldır bu mahallede tanınırım. İnsanlar emanetlerini bana bırakır; karılarını bana teslim eder. Şimdiye kadar kimse...

— Yetmiş yıldır insanları kandırdın, dolandırdın, arkalarından güldün. Sonra çaldığın paraları hilei şeriye ile helalledin, Karataş'ın etrafında iki sekip, yetmiş taş attın, koyun öldürdün. İşte bu gösteri senin bütün fedakârlığın. Niçin insanlar paralarını sana teslim ediyorlar? Çünkü para parayı çeker. Sabahın köründe örümcek misali ağını örüyor, hırsızları, eşkıyayı, kaçakçıları kendine çekiyorsun. İşin gücün üçkâğıtçılık, alavere dalavere. Kapalı kapılar ardında bu utanca devam edeceğini mi sanıyorsun? (Sinirinden güldü.) Yanılıyorsun. Bir nesil daha bu milletin kaderi sizlerin elinde olursa, yok olacaktır. Etrafınıza Çin Seddi de çekseniz, dünya süratle değişiyor. Devekuşu gibi başınızı kuma gömmüşsünüz. Diyelim ki hayat hakkımızın olduğunu göstermedik; başkaları hemen yerimizi alacaktır. İşte o zaman güle güle Hacı Aga ve ortakları! Ama rahat ol. O zaman, geriye bıraktıkların da herkes için kazdığın bu mezarda cehenneme gidecek. Paranla yurt dışına kaçsan da, gırgır olsun diye seninle eğlenecekler. Ama yarın tükrük, tekme tokattan başka bir şey nasip olmayacak sana. Beli kırık kedi gibi her yerde bu utancı taşıyacaksın, hem de sülalenle birlikte.

— Utan, utan; defol!

— İnsan "Hacı Aga'nın imalatı" olan kuburların üstüne çö-melmişken, oraların sineklerinden utanmaz. Saygı duyulacak varlıklardır, çünkü işi buraya getiren onlar değildir.

Hacı'nın yüzü pancar gibi kızarmıştı.

— Merhum babamın mezarına yemin ederim. Şehit Şah zamanı.. off... offf. ..

— Baban da senin gibi hırsızmış. İnsan çıplak doğar, çıplak gider. Parası çok olan ya hırsızdır ya mirasa konmuştur. Sende ikisi de var!

Hacı'nın gözleri al çanak kan olmuştu.

— Şimdi demokrasinin zararını anlıyorum. Rıza Han devrinde can ve mal güvenliğimiz varmış. Terbiyesiz herif.. yallah, defol! off... offf!

Munâdilhakk'ın sesi titriyordu:

— Hadi şuradan bok torbası! Korkudan üçbuçuk atıyorsun! Aklın fikrin helada, mutfakta, yatakta! Bir de milletvekili olmak istiyorsun, milleti iyice kara çula oturtmak için değil mi? Uğursuz kılığının sonraki nesillere geçmesi için kendin gibi üreteceklerinin geleceği kaygısındasın! Senden sonra bu taşlığın kapısının açık kalmasını, yine kendi soyundan şehvetli, sahtekâr, utanmaz birinin buraya oturup, sonraki nesilleri yolmasını istiyorsun. Senin vücudun insanlığa edilen bir küfür. Şiirin anlamını bilmen de gerekmez; bilsen garip kaçardı zaten. Hayatında hiçbir zaman güzellik olmadı ve güzellik görmedin. Görsen de aklın ermez zaten. Güzel bir manzara seni asla cez-betmemiş; güzel bir yüz veya huzur verici bir musiki seni sarsmamış; ahenkli bir söz, yüce bir fikir kalbine hiç tesir etmemiş. Sen sadece midenle belinden aşağısının esiri olmuşsun. Sahip olduğun şu iğrenç hayatı zaman ve mekânda uzatmak için çırpınıyorsun. Kurttan, domuzdan da aşağılıksın; aşağılık olmayı ananın sütüyle birlikte emmişsin. Hangi domuz hemcinsinin canıyla malıyla oynar ya da onların paralarını biriktirip, ilaçları üzerinde vurgun yapar? Sen sabahtan akşama kadar binlerce masum insanın kanını sülük gibi emip haz duyuyorsun. Kendine politikacı ve eşraf diyorsun! Bu utanç verici aşağılık muhit senin gibileri kabul ediyor, destekliyor. Bu toplumdaki cehennemi kanunlar sadece senin gibi ipini kırmış cehennemlik domuzların çıkarlarını korumak için yapılmış ve size at koşturacağınız bir meydan bırakmış. Lanet olsun seni barındıran muhite! Tüh! Tükürmeye bile değmez. Dünyada bir domuz kadar, bir veba mikrobu kadar değeri yok hayatının... Üç dört bin tümen daha fazla çaldığın gün bayram ediyorsun. Ölümün eşiğinde olmana, ağrıdan kıvranmana rağmen hâlâ elini çekmiyorsun. Halkın ilacı, yiyeceği üzerinden vurgun vurmak için demokrasi taraftarı kesiliyorsun; ağdadan bile vurgun vurmaya kalkıyorsun. Biliyor musun, kurdun tövbesi ölümdür. Rahat ol. Artık şairlik mesleğini boşadım. Hayatımdaki en büyük, en yüce şiir, yüzlerce insanı ölüme, bedbahtlığa sürükledikten sonra şişinen sen ve senin gibileri ortadan kaldırmaktır. Şerefsiz mezar kaçkınları!

Hacı mosmor olmuş, donup kalmıştı. Hastalığının verdiği ağrıyı bile duymuyordu. Munâdilhak kalktı, sokak kapısını çarpıp çıktı. 






Hacı Aga


Hacı Aga faşizm hakkında ne kadar bilgisizse, bolşevizm hakkında da bir o kadar bilgisizdi. Ama günün birinde Ruslar Tahran'a girecek olurlarsa, hiç çekinmeden mülklerini, varını yoğunu gaspedeceklerini, çoluk çocuğunu çarmıha gereceklerini, onun ve emsallerinin kellelerinin yerlerde sürüneceğini sanıyordu. Ona göre Dünya Savaşı belki de Rusların onun varlığına göz dikmelerinden çıkmıştı. Halbuki Almanlar ona yardıma kalkmışlardı; onun düşüncelerinin, amaçlarının, planlarının gerçekleşmesi için savaşıyorlardı. Her gece Berlin radyosunun Farsça programını dikkatle dinliyor ve Almanların ilerleme haberini duydukça yüreği yağ bağlıyor, spikerin sözcükleri vahiy gibi geliyordu. Daha sonra bir Arap musikisi buluyor ve radyodan gelen deve böğürtüsüne benzer naralara zevkle kulak vererek kendinden geçiyordu. Görünüşte her kılığa giriyor, birbiriyle çelişen sözler ediyordu. Kendi tabiriyle bunu "ekmeksiz kalmamak" için yapıyordu. Çünkü Hacı hayatın sahtecilik, yalan, alavere dalavere, şarlatanlık ve üçkâğıtçılıktan ibaret olduğuna inanıyordu. İçinde yaşadığı toplum bu temeller üzerine kurulmuştu. Böyle bir toplumda herkes daha iyi kazık atabilir, yan çizebilir ve paçasını kurtarabilirdi. Kendi varlığını başkaları gibi günahkâr görüyordu. “Aklanmak için hiçbir hokkabazlıktan, entrikadan, dümenden uzak durmazdı. Dilin her tarafa döndürülebilen bir et parçası olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden komisyonculuk, casusluk, yağcılık, göz boyama onun içine işlemişti. Zamane böyle istiyordu. O da kendi devrinin seçkin insanlarındandı ve dünya denilen bu kazık atma pazarında kazıklanmak istemiyordu. İlk oğlundan ağzı yandığından beri hayatında tecrübe ile edindiği ve yazma vaadinde bulunarak bütün felsefesini özetlediği mevhum ahlak kitabının belki de özünü oluşturan öğütleri Keyûmers'e veriyordu.

"Dünyada iki türlü insan vardır: Çarpan, çarpılan. Çarpılanlardan olmak istemiyorsan, başkalarını çarpmaya bak. Fazla okumak lazım değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kâfi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını işporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Laf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lazım. İtikat, din, ahlak, bunların hepsi “laf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. İnsanlara itikat gerek; yular takmak lazım onlara. Yoksa toplum dediğin bir engerek yuvasıdır; nereye elini soksan, sokarlar. İnsanlar itaatkâr, kaza ve kadere itikatlı olmalı ki sırtlarında güven içinde iş yapmak mümkün olsun. Önemli olan yemek yemek, selam vermek, insanların arasına karışmak, kadınlara sırnaşmak, dansetmek, yapmacık yapmacık gülmektir. Hele hele yüzsüz olmayı mutlaka öğren. Bu devirde böyle şeyler geçerli olduğuna göre, ayak uydurmak lazım. Yüksek makamlarla irtibat kurmaya çalış. Herkesle, her akide ile uyum içinde ol ki daha iyi söğüşleyesin. Senin hayat adamı olarak yetişmeni ve halka muhtaç olmamanı istiyorum. Kitapmış, dersmiş, on para etmez bunlar. Dağ başında yaşadığını farzet; dalgaya düşersen, yolarlar seni. Birkaç yabancı terim, birkaç büyük laf öğren yeter. İçin rahat olsun. Ben bu bakanların, milletvekillerinin topuna ders veririm. Önemli olan, becerikli bir hırsız olduğunu, elindekini kolay kolay kaptırmayacağını, onlardan biri olduğunu ve uyum sağlayacağını göstermektir. Güvenlerini kazanmalısın ki seni kendilerinden bilsinler. Biz kurtlar sofrasında yaşıyoruz. Ama her şeyin aslı paradır. Dünyada değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kâfi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını işporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Laf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lazım. İtikat, din, ahlak, bunların hepsi laf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. İnsanlara itikat gerek; yular takmak lazım onlara. Yoksa toplum dediğin bir engerek yuvasıdır; nereye elini soksan, sokarlar. İnsanlar itaatkâr, kaza ve kadere itikatlı olmalı ki sırtlarında güven içinde iş yapmak mümkün olsun. Önemli olan yemek yemek, selam vermek, insanların arasına karışmak, kadınlara sırnaşmak, dansetmek, yapmacık yapmacık gülmektir. Hele hele yüzsüz olmayı mutlaka öğren. Bu devirde böyle şeyler geçerli olduğuna göre, ayak uydurmak lazım. Yüksek makamlarla irtibat kurmaya çalış. Herkesle, her akide ile uyum içinde ol ki daha iyi söğüşleyesin. Senin hayat adamı olarak yetişmeni ve halka muhtaç olmamanı istiyorum. Kitapmış, dersmiş, on para etmez bunlar. Dağ başında yaşadığını farzet; dalgaya düşersen, yolarlar seni. Birkaç yabancı terim, birkaç büyük laf öğren yeter. İçin rahat olsun. Ben bu bakanların, milletvekillerinin topuna ders veririm. Önemli olan, becerikli bir hırsız olduğunu, elindekini kolay kolay kaptırmayacağını, onlardan biri olduğunu ve uyum sağlayacağını göstermektir. Güvenlerini kazanmalısın ki seni kendilerinden bilsinler. Biz kurtlar sofrasında yaşıyoruz. Ama her şeyin aslı paradır. Dünyada paran varsa, onurun, itibarın, namusun, her şeyin var demektir. Herkesin gözdesi olursun. Böyle vatansever ve akıllı biri olursan, seni pohpohlarlar, bütün işlerini yaparlar. Para ayıpları örter. Para çalıntı ise helale çevirebilirsin; ananın ak sütü gibi helal olur. Öbür dünya için de namazı, orucu, haccı satın almak mümkündür. Hem bu dünyada, hem öteki dünyada işin iş olur. Paran çoğaldı mı, Kâbe'yi ziyaret edebilirsin. Her yer senin olur; herkes çekinir senden; herkesin üstünde oturursun. Bir dediğin iki edilmez. Parası olan bunların hepsine sahip olur; parası olmayan da hiçbirine sahip olmaz. Aç kulağını. Parayı bulmak kolay ama parayı tutmak zordur.

Para biriktirmenin yolunu öğrenmelisin. Ben Saçlarımı değirmende ağartmadım. Parayı hangi yolla bulursan bul, mübahtır. İnsan adam yerine konulur. Benden sana nasihat bunlar. Böyle yaparsan, okumuş yazmış mühendis fabrikandaki makineyi çalıştırrnakla övünür; mimar evini yapmak ister; şair gelir, yaltaklanır, metheder seni. Bir ömür açlık çekmiş ressam resimlerini yapar. Gazeteci, milletvekili, bakan hepsi sana uşak olur. Tarihçi biyografini yazar, ahlakiyatçı ahlakındaki üstün vasıfları örnek getirir. Bütün bu boynu bükükler paranın uşağıdır. İlim ve okumak niye hayatta işe yaramaz biliyor musun? Okursan, yine para babalarına uşak olursun da ondan. Zaten bunları yapana kadar ömrün geçmiş olur. Sen henüz hayatın ne demek olduğunu bilmiyorsun. Sanıyor musun ki sabahtan akşama kadar boşuna dil döküp çenemi yoruyorum, insanlarla cedelleşiyorum? Paramı daha iyi korumak için. Para parayı çeker. Mesela sabah, önceden görmediğim ve nerede olduğunu bilmediğim iki balya pamuğu satın alırım; akşam üstü sattığımda parası iki katı olarak elime geçer!”