Showing posts with label Gılgamış Destanı. Show all posts
Showing posts with label Gılgamış Destanı. Show all posts

Friday, August 4, 2017

Bir ayrım kıstası olacaksa erdemlilik ve yalancılık niteliklerini kabul etmek çok daha iyidir



Fransa'da, dönemin başkan adayı Nicholas Sarkozy'nin 8 Mart 2007'de bir Göçmenlik ve Milli Kimlik Bakanlığı oluşturulması önerisini sunarak surların dışında bırakılacakları ve içine alınacakları tek bir kurumda hünerli biçimde birleştirmesi özellikle dikkat çekicidir. Gerek Sarkozy'den gerekse Brown'dan daha bilge olan ve çok daha erken bir dönemde, çokkültürlü bir toplumda, MÖ III. yüzyılda İskenderiye'de yaşamış olan bir adam, "ayrılık" sorununu değerlendirmenin başka bir yolunu önermişti.

İskenderiye Kütüphanesi'nde çalışan Kyreneli Eratosthenes, ileri yaşlarında, ne yazık ki kaybolan ancak birkaç eksik parçacığı daha sonraki yazarların eserlerinde muhafaza edilmiş felsefi bir eser kaleme almıştı. Neredeyse dört yüzyıl sonra, coğrafyacı Strabon bu parçalardan bir tanesini alıntıladı. Bu bölüm, öteki kavramı hakkında şunları söylüyordu:

"Kitabının sonlarına doğru, Eratosthenes insan ırkının Yunanlılar ve Barbarlar olarak ikiye ayrılmasını reddeder ve İskender'e verilen, bütün Yunanlılara dostça ve bütün Barbarlara düşmanca davranılması yönündeki tavsiyeyi tasvip etmez. Bir ayrım kıstası olacaksa erdemlilik ve yalancılık niteliklerini kabul etmek çok daha iyidir, der. Pek çok Yunanlı yalancıdır ve pek çok Barbar da, örneğin Hintliler, Aryanlar, Romalılar ya da Kartacalılar gibi, incelikli bir uygarlığın tadını çıkarmaktadır."

Brown ya da Sarkozy'ye göre, bir toplumun kimliğinin hayatta kalmasını sağlamanın yöntemi asimilasyon ya da dışlamadır. Onların gözünde, açık kimlik yanlısı bir sosyal politika, kendi evriminin sınırlarını kabul eden bir toplumda fazlasıyla tehlikelidir, zira söz konusu toplumu bütünüyle tamnmayacak hâle düşürebilir. Onların bakış açısına göre Uruk, Enkidu'nun şehrin surları içinde Enkidu olarak yaşamasına izin verilmediği takdirde Uruk olabilir sadece. Onlar için, öteki, ya kendi kimliğinden vazgeçmeli ya da sonsuza dek bize yabancı kalmalıdır: Aslına bakılırsa, öteki'nin (öteki olarak) bizim bir parçamız olmasına izin verilmemelidir, zira söz konusu öteki'yle birleşme korkunç sonuçlar doğurabilir.



Sarkozy ve Brown, öteki'nin safi varlığının kati ölüm anlamına geldiği kimi kadim efsanelerin kıssadan hisselerini tercih etmişlerdir. Bizler, elbette ki, asla "öteki" tarafla özdeşleşmemeliyiz. Erdemli olan bizleriz, Eratosthenes'in ayrımı bizim durumumuzda dikkate alınmamalıdır, aksi takdirde kendimizi olumsuz ve gayri medeni nitelikler sergilemekle suçlananlar arasında bulabiliriz.1886'da, Smith'in British Museum odalarındaki sevinç zıplamalarının üzerinden ancak on dört yıl geçmişken, Robert Louis Stevenson The Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde adlı kitabını yayımladı. Çok kimliklilik üzerine kaleme alınmış hikâyelerin muhtemelen en yetkin örneği olan bu kitapta, öteki'nin saldığı korkunun, aslında kendi içimizdekine karşı duyduğumuz korku olduğu açıkça ortaya konur.

Dört yıl sonra, Oscar Wilde aynı temayı The Picture of Dorian Gray'de inceledi, ancak ayrı iki benlik Stevenson'ın kitabının sonunda ortak köklerine dönerek Wilde'ın hırslı Dr. Jekyll'ında birleşirken, hiçbir zaman yaşlanmayan Dorian ve onun zamanla harap olan portresi, son sayfalarda iki ayrı kadere mahkûm edilir: Bitkin ve kartlaşmış Dorian ile onun gençleşen portresi. Ancak her iki hikâyede de, kendimizi açığa vurmaya dair en içten korkularımızın defedilebilmesi için, keşfedilmemiş bu kimliğin kovulması, öteki'nin, "kötü" olan öteki'nin, şehrin surlarının dışında bir yere sürgün edilmesi gerektiği ima edilir.

Gılgamış Destanı, bunun yerine, bu korkuların sağaltılmasını, varlığını kabul etmekten korktuğumuz şeyi geri çağırmamızı önerir, ancak böylelikle onun varlığı huzurunda çalışmaya devam edebilir ve yaşayabiliriz. Gılgamış ancak gücünü vahşi Enkidu'yla birleştirerek bütün bir birey olur ve uygar adamın bencil ihtirasları uygar olmayanın bilgeliğiyle yumuşatılır. Toplumsal ilişki mekânı olan şehir de, kendini bir tür kümelenmiş bireysellik dolayımıyla tanımlayarak kimliğini kazanır. Yüzyıllar sonra Toplum Sözleşmesi olarak tanımlanacak olan şeydir bu; yani devlet öncesi doğal durumdan, insanların karşılıklı destekten faydalandığı bir duruma geçiş.

Gılgamış Destanı'nın tavsiyesi iki yönlüdür. Bir yandan uygarlık, sınırları dışında olan, toplumsal ve kültürel kimliğiyle tezat oluşturarak onu zenginleştiren her neyse onu bulmalıdır; öte yandan toplum, kurallar ve düzenlemeler getirmek ve bunlara itaati mecbur kılmak suretiyle içindeki şeytanlardan sağaltılmalıdır. Tiran Gılgamış, vahşi adam Enkidu'nun ortaya çıkmasıyla birlikte kahraman Gılgamış olur. Enkidu da yaptığının farkına varmaksızın bir uygarlaştırıcı, Uruk'un yasalarına tabi bir vatandaş olur. Gılgamış bir başkasıyla birlikteyken kendisi olur, şehirse (kralı da dahil olmak üzere) vatandaşlarım yasa çemberiyle çevreleyerek.

Wednesday, August 2, 2017

Kelimeler Şehri


Okumak belleğin bir işlevidir; okuduğumuz hikâyeler, başkalarının geçmiş deneyimlerinden, kendi başımızdan geçmişçesine tat alabilmemize olanak sağlar.


**


Bütün hikâyeler, aslen, yorumladığımız hikâyelerdir ve hiçbir okuma masum değildir. On dokuzuncu yüzyılda Ninive tabletlerini deşifre eden George Smith ve meslektaşları, Gılgamış Destanı'nı, Kitab-ı Mukaddes'in Batı toplumunun başlangıcına dair anlattıklarını tasdik eden bir metin olarak okumayı seçtiler. Destanın çekirdeğindeki hikâye, yani mutlak hükümdarın yetkilerinin sorgulanması, onlar için çok az önem taşıyordu. Kraliçe Viktorya'nın hüküm sürdüğü topraklarda, insanlığı vahşi bir ötekiden öğrenen ve onunla güçlü bir dostluk kuran bir kralın hikâyesi, insanlara neredeyse anlaşılmaz gelmiş olmalıdır. Rudyard Kipling, İngiliz yurttaşlarını Britanya İmparatorluğu'nun büyüklüğü ve çeşitliliği hakkında bilgilendirme çabası içinde şu soruyu yöneltmişti: "Yalnızca İngiltere'yi bilen biri, İngiltere hakkında ne bilebilir?" Sorusu sadece ironik değildi. Kipling, "Bak işte, dünkü ihtişamımızın tümü Ninive ve Sur'la bir!" diye uyarıyordu. Ancak Gılgamış'ın Ninive'si, aslında İngilizlerin kendilerini görmeyi seçtiği ayna değildi. Viktorya'nın tebaasının çoğu, "İngiliz olmayan" her şeyin ve herkesin dışlanması üzerine kurulu bir İngiltere tanımını kabul etmişti. Dickens'ın Our Mutual Friend [Ortak Arkadaşımız] adlı romanının karakterlerinden kendini beğenmiş Bay Podsnap, ne zaman anlamadığı bir şeyle karşılaşsa "İngiliz değil!" der ve tek bir kol hareketiyle, kendi küçük bilgi birikimi dışında kalan bütün dünyayı reddeder.


**


Canavarlar sonsuza dek canavar kalmazlar. Bu, hikâyelerin bize sunduğu esinlerden biridir. Toplum yasalarının hudutları dışında oldukları düşünülen canavarlar, kelimelere yakalanarak, kelimeler aracılığıyla aktarılarak ya da fikir ve diyalog için bir hareket noktası görevi üstlenmek üzere ileri sürülerek bir anda tüm trajik insaniyetleriyle görülebilirler. Böylelikle, bizden farklı olduklarından dolayı değil ama bize bir hayli benzedikleri ve bizimle aynı şeyleri yapmaya muktedir oldukları için korkunç eylemlere kalkışabilen yaratıklar olarak karşımıza çıkarlar.


**


Her ne kadar hayıflansak da, yazılı dil, bundan beş bin yılı aşkın bir süre evvel ilk olarak ortaya çıktığı zaman, ozanlar değil muhasebeciler tarafından icat edilmişti, iktisadi nedenlerle, iktisadi vakaları, örneğin mülkleri, ticari alışverişleri ve alım satım anlaşmalarını kayıt altında tutma gayesiyle ortaya çıkmıştı. Yazılı dil, toplumsal ve iktisadi verimliliği artırmak için gelişmez ama bu artışa koşut olarak işler ve bir kez gelişti mi, kendi başına yeni uygarlıklar yaratmaktan ziyade, uygarlıkların, gelişmekte olan kimliklerinin farkına varmalarının yolunu açar. Bir uygarlık ve dili arasındaki ilişki simbiyotiktir: Belli türden bir toplum belli türden bir dili doğurur ve söz konusu dil de, karşılığında, söz konusu toplumun tahayyülünü ve tefekkürünü esinleyen, biçimlendiren ve daha sonra da aktaran hikâyeleri söyleyip yazdırır.
**
Soren Kirkegaard, 1843 yılında şu Kafkaesk gözlemi yapmıştı:
"Filozofların gerçeklik üzerine söyledikleri bitpazarında bulunan bir tabelada yazanlar kadar yanıltıcıdır: BURADA ÜTÜ YAPILIR. Çamaşırlarını getirirsin ve kandırıldığının farkına varırsın: Tabela, satılmak üzere oradadır."