Fransa'da, dönemin başkan adayı Nicholas Sarkozy'nin 8 Mart 2007'de bir Göçmenlik ve Milli Kimlik Bakanlığı oluşturulması önerisini sunarak surların dışında bırakılacakları ve içine alınacakları tek bir kurumda hünerli biçimde birleştirmesi özellikle dikkat çekicidir. Gerek Sarkozy'den gerekse Brown'dan daha bilge olan ve çok daha erken bir dönemde, çokkültürlü bir toplumda, MÖ III. yüzyılda İskenderiye'de yaşamış olan bir adam, "ayrılık" sorununu değerlendirmenin başka bir yolunu önermişti.
İskenderiye Kütüphanesi'nde çalışan Kyreneli Eratosthenes, ileri yaşlarında, ne yazık ki kaybolan ancak birkaç eksik parçacığı daha sonraki yazarların eserlerinde muhafaza edilmiş felsefi bir eser kaleme almıştı. Neredeyse dört yüzyıl sonra, coğrafyacı Strabon bu parçalardan bir tanesini alıntıladı. Bu bölüm, öteki kavramı hakkında şunları söylüyordu:
"Kitabının sonlarına doğru, Eratosthenes insan ırkının Yunanlılar ve Barbarlar olarak ikiye ayrılmasını reddeder ve İskender'e verilen, bütün Yunanlılara dostça ve bütün Barbarlara düşmanca davranılması yönündeki tavsiyeyi tasvip etmez. Bir ayrım kıstası olacaksa erdemlilik ve yalancılık niteliklerini kabul etmek çok daha iyidir, der. Pek çok Yunanlı yalancıdır ve pek çok Barbar da, örneğin Hintliler, Aryanlar, Romalılar ya da Kartacalılar gibi, incelikli bir uygarlığın tadını çıkarmaktadır."
Brown ya da Sarkozy'ye göre, bir toplumun kimliğinin hayatta kalmasını sağlamanın yöntemi asimilasyon ya da dışlamadır. Onların gözünde, açık kimlik yanlısı bir sosyal politika, kendi evriminin sınırlarını kabul eden bir toplumda fazlasıyla tehlikelidir, zira söz konusu toplumu bütünüyle tamnmayacak hâle düşürebilir. Onların bakış açısına göre Uruk, Enkidu'nun şehrin surları içinde Enkidu olarak yaşamasına izin verilmediği takdirde Uruk olabilir sadece. Onlar için, öteki, ya kendi kimliğinden vazgeçmeli ya da sonsuza dek bize yabancı kalmalıdır: Aslına bakılırsa, öteki'nin (öteki olarak) bizim bir parçamız olmasına izin verilmemelidir, zira söz konusu öteki'yle birleşme korkunç sonuçlar doğurabilir.
Sarkozy ve Brown, öteki'nin safi varlığının kati ölüm anlamına geldiği kimi kadim efsanelerin kıssadan hisselerini tercih etmişlerdir. Bizler, elbette ki, asla "öteki" tarafla özdeşleşmemeliyiz. Erdemli olan bizleriz, Eratosthenes'in ayrımı bizim durumumuzda dikkate alınmamalıdır, aksi takdirde kendimizi olumsuz ve gayri medeni nitelikler sergilemekle suçlananlar arasında bulabiliriz.1886'da, Smith'in British Museum odalarındaki sevinç zıplamalarının üzerinden ancak on dört yıl geçmişken, Robert Louis Stevenson The Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde adlı kitabını yayımladı. Çok kimliklilik üzerine kaleme alınmış hikâyelerin muhtemelen en yetkin örneği olan bu kitapta, öteki'nin saldığı korkunun, aslında kendi içimizdekine karşı duyduğumuz korku olduğu açıkça ortaya konur.
Dört yıl sonra, Oscar Wilde aynı temayı The Picture of Dorian Gray'de inceledi, ancak ayrı iki benlik Stevenson'ın kitabının sonunda ortak köklerine dönerek Wilde'ın hırslı Dr. Jekyll'ında birleşirken, hiçbir zaman yaşlanmayan Dorian ve onun zamanla harap olan portresi, son sayfalarda iki ayrı kadere mahkûm edilir: Bitkin ve kartlaşmış Dorian ile onun gençleşen portresi. Ancak her iki hikâyede de, kendimizi açığa vurmaya dair en içten korkularımızın defedilebilmesi için, keşfedilmemiş bu kimliğin kovulması, öteki'nin, "kötü" olan öteki'nin, şehrin surlarının dışında bir yere sürgün edilmesi gerektiği ima edilir.
Gılgamış Destanı, bunun yerine, bu korkuların sağaltılmasını, varlığını kabul etmekten korktuğumuz şeyi geri çağırmamızı önerir, ancak böylelikle onun varlığı huzurunda çalışmaya devam edebilir ve yaşayabiliriz. Gılgamış ancak gücünü vahşi Enkidu'yla birleştirerek bütün bir birey olur ve uygar adamın bencil ihtirasları uygar olmayanın bilgeliğiyle yumuşatılır. Toplumsal ilişki mekânı olan şehir de, kendini bir tür kümelenmiş bireysellik dolayımıyla tanımlayarak kimliğini kazanır. Yüzyıllar sonra Toplum Sözleşmesi olarak tanımlanacak olan şeydir bu; yani devlet öncesi doğal durumdan, insanların karşılıklı destekten faydalandığı bir duruma geçiş.
Gılgamış Destanı'nın tavsiyesi iki yönlüdür. Bir yandan uygarlık, sınırları dışında olan, toplumsal ve kültürel kimliğiyle tezat oluşturarak onu zenginleştiren her neyse onu bulmalıdır; öte yandan toplum, kurallar ve düzenlemeler getirmek ve bunlara itaati mecbur kılmak suretiyle içindeki şeytanlardan sağaltılmalıdır. Tiran Gılgamış, vahşi adam Enkidu'nun ortaya çıkmasıyla birlikte kahraman Gılgamış olur. Enkidu da yaptığının farkına varmaksızın bir uygarlaştırıcı, Uruk'un yasalarına tabi bir vatandaş olur. Gılgamış bir başkasıyla birlikteyken kendisi olur, şehirse (kralı da dahil olmak üzere) vatandaşlarım yasa çemberiyle çevreleyerek.