Friday, August 11, 2017
İttihatçılar ve 1908
Jön Türkler Makedonya’daki ayrılıkçı, milliyetçi hareketlerden, özellikle de Yunanlılar ve Bulgarlardan devrime adanmış 10-15 kişilik silahlı köylü gruplarının taşıdığı hayati rolü öğrendiler. Ancak, işbirliği yaptıkları VMORO’dan farklı olarak, Müslüman-Türk köylülerinin örgütlenmesinde ağırlığı, köylülere değil askerî kadrolara verdiler. Öyle ki, 1895’ten beri bu tür örgütlenmeye karşı çıktığı için genç subaylarca ağır eleştirilere uğrayan Ahmed Rıza bile (vergi ayaklanmalarının saman alevi gibi sönmesinden sonra büyük bir değişim geçirerek) genç Osmanlı subaylara “Çete Teşkili Lüzûmuna Dair Mektub” yazacak hale gelmişti. Özellikle Manastır, Resne, Ohri, Üsküp, Gev- gili, Edirne, Kosova, Drama gibi merkezlerde, İkinci ve Üçüncü Ordu’nun kadrolarının yer almadığı tek bir toplantı, tek bir gösteri, tek bir ayaklanma gerçekleşmedi. Cemiyetin fedaileri, 1908 Haziranından itibaren Balkanlarda tam bir terör estirdiler. Onlarca kişiyi ‘cemiyete karşı çıkmak’ veya ‘hafiyelik yapmak’ gibi gerekçelerle öldürdüler. Ama sadece fedailer değil Cemiyet’in ‘millî taburlar’ ve ‘alaylar’ adını verdiği birlikler ve VMORO sol kanadı çeteleri de askeri ayaklanmayla ilgisi olmayan eylemler gerçekleştirdiler.
İttihatçıların bu yöntemi çok sevdikleri 1908 sonrasında gerçekleştirdikleri suikastlardan görüldü.
Bu tarihçeye bakınca bazı araştırmacıların, Doğu Anadolu’daki vergi ayaklanmalarını öne çıkararak 1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilanına bir halk ayaklanması karakteri vermek istemesi gerçeği yansıtmıyor. Öncelikle, 1908’i hazırlayan kitlesel olaylar imparatorluğun Makedonya toprakları ile sınırlıydı. Doğu Anadolu’daki ayaklanmalar ise Jön Türkler’in kontrolünde değildi. Nitekim Jön Türkler Doğu’daki eksikliklerini Taşnaklarla ittifak kurarak gidermek zorunda kalmışlardı. İkinci olarak Jön Türkler’in devrimden anladığı, Osmanlı tarihi boyunca Yeniçerilerin yaptıklarından ya da 1876’da Abdülhamid’e I. Meşrutiyet’i ilan ettiren asker sivil bürokratların anladığından çok farklı değildi. Yani ‘devrim’ denilen şey, devletin içinde iktidarın el değiştirmesinden ibaretti. Üçüncü olarak, İttihatçılar için ‘anayasal devrim’ etnik kavgaları ve ayrılıkçı hareketleri önleyerek imparatorluğu kurtarmak, hatta görkemli geçmişi canlandırmak için önemliydi, yoksa 'birey ve vatandaşlık hakları' ve 'özgürlükler' için değildi. Sonuç olarak, İttihat ve Terakki başından itibaren mevcut düzeni ‘restore’ etmek üzere yola çıkmıştı. Dolayısıyla ‘1908’, yürütücülerinin ‘Aydınlanma’ felsefesinden beslenmesine rağmen ‘Aydınlanmacı’ anlamda bir ‘devrim’ değildi, daha çok kavramın 17. yüzyılda taşıdığı anlamıyla ‘restorasyoncu’ bir hareketti. İttihatçılar bireyin ve vatandaşların hak ve özgürlüklerini, ‘milletin haklarına kurban ettikleri için ‘liberal’ de değildi.