Ankhises oğlunu, diğer medeniyetlerin (isim vermek gerekirse Romalıların açgözlülükle yağmaladığı Yunanlıların) sanat ve kültürü ne kadar ihtişamlı olsa da, Romalıların dünyanın hakiki efendileri olduklarını ve öyle kalacaklarını asla unutmaması yönünde uyarır.
"Bırak, diğerleri daha canlı görünen, adeta nefes alan bronzdan tasvirler yapsınlar,Zaten öyle yapacaklar, mermerden yapılma yaşayan yüzleri uyandırsınlar;Diğerleri hatiplikte kusursuzlaşsın, diğerleri aletleriyle izini sürsünCennette dönen gezegenlerin ve yıldızların ne zaman görüneceğini tahmin etsin,Ancak Romalılar, sizin aracınızın hükümet olduğunu asla unutmayın,Sizin sanatınız bu olsun: İnsanlara barış alışkanlığını, Fethedilene karşı cömertliği ve saldırganlara karşı metaneti öğretin."
Vergilius ve Cervantes'in de kuşkusuz farkında olduğu gibi, bir ozan için ilginç bir iddia bu: Siyasi iktidarın, sanat ve kültürden önce gelmesi.
Birçok emperyalist öğreti, benzer savlar üzerine inşa edilmiştir ve Ankhises'in kelimeleri günümüz okurlarının içini acıtarak kulaklarına tanıdık gelir. Vergilius, bu mısralarla, kasten ya da değil, Roma'nın sömürgecilik ihtiraslarıyla geleceğin sayısız Romalarının ihtirasları için bir yol haritası çıkarır. Ankhises oğlu ve torunlarına, biz diğerlerinden daha güçlüyüz der ve ekler: Güç, herhangi bir sanat ya da bilimden daha iyi olduğundan, iktidarın imtiyazlarını hak ederiz ve ikincil soyları fethederek insanlarımızı onlara karşı seferlere sürükleme hakkına sahibiz. Bizler, Augustus'un ya da İsa'nın barışını getirmek için buradayız. Tanrılar tarafından göreve getirilen (cömert, adil ve kararlı) yöneticileriz ve diğer herkes bize biat etmelidir. Biat etmeyenler, sonuçlarına katlanacaktır.
Hıristiyan Roma son Haçlı seferini 1270 yılında Araplara karşı düzenledi. İki yüzyılı aşkın bir süre sonra, Katolik İspanya, Yahudileri ve Arapları topraklarından atarak kendini resmi olarak Arap ve Yahudi kültürlerinden ayırdı. Kendine "araç" olarak "hükümeti" uygun gören Batı, bu tahliye eylemleriyle muzaffer hami rolünü üstleniyor, Doğu'ya ise sanat ve zanaatta bir hayli usta olan itaatkâr düşman rolünü biçiyor, böylece Arap ve Yahudiler, resmi görüşte egzotik öteki'ye dönüşüyordu. Ancak Arap ve Yahudi düşüncesi, ihraçlara karşın, İspanya'nın "temizlenmiş" toplumunun her noktasma nüfuz etmeye devam etti. Alınan bir kararın ardından gerçekleştirilen çoğu nüfus tahliyelerinde olduğu gibi, İspanya da söz dağarcığının, yer isimlerinin, mimarisinin, felsefesinin, lirik şiirlerinin, müziğinin ve tıp bilgisinin büyük kısmını, hatta satranç oyununu borçlu olduğu bu kültürlerden kendisini ayıramadı (ve ayırmadı). Arap ve Yahudi mevcudiyeti yasaklanmış olsa da, İspanya toplumu koparılmış kimliklerinin hayaletlerini muhafaza etmenin gizli yollarını buldu.
2 Ocak 1492'de, Katolik kral Aragonlu Fernando ve kraliçe Kastilyalı İsabel, törensel Mağrip kıyafetleri içinde Gırnata'ya girdiler ve Nasrilerin son emiri Ebu Abdullah'la kapitülasyon koşulları üzerinde anlaşmaya vararak, iki buçuk yüzyılı aşkın bir süredir Mağribi İspanya'nın merkezindeki Müslüman bir şehir olan Endülüs'ün Mağribi saraylarına yerleştiler. Şehrin tesliminden önce Ebu Abdullah'a Gırnata Müslümanlarının korunacağına ve geleneklerini muhafaza etmelerine izin verileceğine dair güvence vermelerine karşın, camiler süratle kilise olarak takdis edildi ve Arapça yasaklandı: Arapça kitap okurken yakalanan kimse İspanyol olarak değerlendirilmeyecek ve ağır cezalara çarptırılacaktı.
Yahudiler ilk sürülenler oldu. Kral, Gırnata'nın teslim alınışının üzerinden henüz birkaç ay geçmişken, Yahudilerin nihai sürgününü emreden bir kararnameyi imzaladı.
Araplar için alınan tedbirler kısmen de olsa farklıydı. Yahudiler söz konusu olduğunda, Katolik krallar onları din değiştirmeye razı etmek için bir sürgün buyruğu vermenin yeterli olacağını düşünmüşlerdi. Gerçekten de, az sayıda Yahudi, Sefarad'da kalabilmek için "Yeni Hıristiyan" oldu ve "domuzlar" anlamına gelen aşağılayıcı "Marronolar" adıyla anılır oldular. Ancak sıra Araplara geldiğinde, Katolik krallar din değiştirme seçeneğini açıkça ortaya koymaya karar verdiler. Bu nedenle, ilk sürgünden dört yıl sonra, 1502'de Araplar için hazırlanan sürgün buyruğunda, Kilise Ana'nın içtenlikle açılmış kollarına girmeyi kabul eden Arapların sürgünden muaf tutulacağına dair bir madde bulunuyordu. Din değiştiren Araplar, "Moriskolar" olarak anıldılar.