Friday, August 11, 2017

Tarih



Olguların nasıl bir sırada ve nasıl bir bağlamda ele alınacağına karar veren tarihçinin bizzat kendisidir. Dolayısıyla, tarihçinin kendini objektif (nesnel) görmesi ya da tüm olgulara yani tarihsel gerçekliğe vakıf olduğunu düşünmesi bir yanılsamadır. Yani ‘tarih yoktur, tarihçi vardır’ diyenler haklıdır.

**


Geçmiş temel olarak iki nedenle hatırlanır: Birincisi geçmişin çizgisinden ayrılmamak için; İkincisi ayrılmak için. Birinci durumda geçmişi, bugünkü ihtiyaçlar doğrultusunda ‘yeniden kurma' çabası ağırlık kazanır. Geçmişin gurur verici yönleri öne çıkarılırken, kötü yanları gözden kaçırılmaya çalışılır. Özellikle Türkiye gibi yeni bir başlangıç yapma iddiasında olan toplumlar ‘geçmişe kalın bir çizgi çekme’ ve ‘bir sıfır noktası tespit ederek geleceğe yönelme’ politikalarını yaşama geçirirken çeşitli ‘bastırma’ stratejileri kullanırlar. Bastırma bazı durumlarda ‘kamusal suskunluk’, bazı durumlarda ‘resmi hatırlama yasağı’ şeklinde tezahür eder. Daha çok da ‘unutma’ ile ‘hatırlama’nın (gerçeğin başka türlü hatırlatılması da dahil) çeşitli kombinasyonları kullanılır, çünkü düşünür Frederich Nietzsche’nin (1844-1900) dediği gibi “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar ileri yürüsün, zinciri ile birlikte yürür.” Devletler de bu gerçeği gayet iyi bilir.


**


Ama ‘fazla tarih’ kadar ‘az tarih’ de iyi değildir. Çünkü bazen ancak tarihe bakarak bugünü anlayabilir, içinde yaşadığımız sorunların nasıl ortaya çıktığını, nasıl şiddetlendiğini, nasıl kemikleştiğini kavrayabiliriz. Birbirinden hak talep eden grupların, ezildiğini, mağdur edildiğini ileri sürenlerin akıl yürütme biçimlerini ancak tarihsel hikâyeyi bilirsek daha iyi anlayabiliriz. Böylece günümüzün sorunlarını çözerken, ya da geleceği inşa ederken daha az yanlış yaparız.