Sunday, August 6, 2017
Hakim Olan Kitap Endüstrisine Büyük Bir Eleştiri
Sanayi Devrimi'nden bu yana çoğu teknoloji ve ticaret biçimine uygulanan iktisadi model, yani mümkün olan en düşük bedelle üretip karşılığında mümkün olan en yüksek kârı elde edebilme gayesi, 1900'lerde kitap dünyasına da ulaştı.
Bu hedefe varabilmek için, kitap endüstrisinin büyük kısmı, özellikle de Anglo-Sakson dünyasında, güya matematiksel bir yöntemle hangi kitapların satacağını tahmin edip, bu tahmine göre hangi kitapların üretileceğini belirlemekle görevli uzmanlardan mürekkep bir takım oluşturuldu. Yazı işleri pazarlama birimi stratejistlerinden büyük kitapçı zincirlerinin satın alma görevlilerine ve belki de, sorumluluklarının o kadar da farkında olmayan editörler ve yaratıcı yazım öğretmenlerine kadar, kitap endüstrisinin neredeyse her üyesi, büyük ölçüde, (geleneksel anlamıyla) okurlardan değil, tüketicilerden oluşan bir kitle için yaratılan eserlerin üretim halkasının bir parçasına dönüştü. Elbette, kitap aşkıyla kitap endüstrisine girmeye yönelenlerin çoğu, asıl sorumluluklarına azimle sadık kalmaktadır, ancak bunu, özellikle büyük yayın grupları içerisinde hissedilen ve kitabı her şeyden önce satılabilir bir nesne olarak değerlendirmeye zorlayan güçlü baskıya karşın gerçekleştirirler. Edebi ahlakını muhafaza etmeyi başaran yayımcılar var tabii, fakat yayımcılıkla ilgili kararların giderek daha fazlası pazarlama birimlerine ve belli başlı kitapçı zincirlerinin satın alma görevlilerine boyun eğiyor ve neticede, eleştirel otosansür ve ticari kaygılar giderek artan bir sıklıkla yazı işleri alanına doğru sızıyor.
Endüstrinin stratejileri pervasız ve kendine yöneliktir.
Belirli bir model ("chick lit" [genç kız edebiyatı] olarak bilinen model) çerçevesinde üretilen ve buna uygun biçimde pazarlanan kitaplardan biri olan Devil Wears Prada'nın sinema versiyonunda, ana kötü karakter, moda piri Miranda Priestly, "moda zihniyetine" boyun eğmeyi reddeden masum kahramana, giydiği, kuşkusuz sıradan bir süpermarketten satın alınmış kıyafetin renginin, bir önceki sezonun titiz moda planlamasının bir sonucu olduğunu söyler; diğer bir deyişle, ticari dogmanın diktaları toplumun dokusuna öylesine derinden nüfuz etmiştir ki, bu dokunun hiçbir unsuru onların etkilerinden uzak kalamaz ve hatta günün modasını takip etmeyi bilinçli bir biçimde reddetsek dahi, yine de, "sistemin köleleri" olmaktan kaçamayız. Bu, kendi kendini doğrulayan bir gerçekliktir. Kitap endüstrisi yalnızca bu dogmayı üretmekle kalmaz, aynı zamanda dışında kalanlara çok küçük bir alan bırakır.
Kitapçı zincirleri vitrinlerini ve sergileme standlarıni en yüksek teklifi verene satarlar, böylece halk, yalnızca yayımcının ücretini ödediği eserleri görebilir. Dolayısıyla, çok satan olduğu duyurulan kitapların oluşturduğu yığınlar bir kitap dükkânındaki alanın çoğunu kaplar. Her birinin üzerinde, aynen yumurtaların üzerindeki gibi bir "son satış" tarihi vardır ki, bu da üretimin sürekliliğini teminat altına alır. Sözümona düşük kültürlü okurları hedef alan genel gazete politikasının baskısı altındaki kitap ekleri, benzer "fast-food" kitaplar için günbegün daha çok alan ayırarak "fast-food" kitapların da modası geçmiş herhangi bir klasik kadar değerli olduğu ya da okurların "iyi" edebiyatın keyfine varacak denli akıllı olmadığı izlenimini yaratırlar. Bu son nokta çok mühimdir: Endüstri bize aptal olduğumuzu öğretmek zorundadır, zira doğal yollarla aptallık edinmeyiz. Aksine, dünyaya zeki, meraklı ve öğrenmeye hevesli varlıklar olarak geliriz. Entelektüel ve estetik kabiliyetlerimizi, yaratıcı algımızı ve dil kullanımımızı bireysel ya da kolektif olarak köreltmek ve nihayetinde söndürmek, muazzam bir zaman ve çaba gerektirir.