Showing posts with label Fransa. Show all posts
Showing posts with label Fransa. Show all posts

Friday, December 14, 2018

Sarı Yelekliler



Benzin fiyatlarına yapılan zamla başlayan ve 3. haftasında tüm Fransa’yı etkisine alan ‘Sarı Yelekliler’ hareketi Türkiye’nin de gündeminde. Paris’teki şiddet olayları nedeniyle dünyanın dikkatini çekmiş olsa da aslında Fransa bu tür kitlesel ayaklanmalara yabancı bir ülke değil. Sonuncuları 1995, 2003 ve 2005’te olmak üzere son 200 yılda ülkede hayatı durduran 24 büyük ayaklanma oldu. Bunlara 2007 ve 2010’daki 2 milyon’un üzerinde katılımcının olduğu dev hükümet karşıtı gösteriler dahil değil. Fransa’da 3 yaşında bir çocuk grevin ne anlama geldiğini ve bir hak olduğunu anaokulunda öğrenir. Ortaokul yaşına gelmiş 3 Fransızdan ikisi büyük bir gösteriye katılmıştır. Bugün Batı dünyasında hak kabul edilen veya norm olarak görülen temel hak kazanımlarının ekseriyeti için Fransız halkı tarih boyunca kan dökmüş, can vermiş ve yüzlerce yıl savaşmıştır. Ancak, Facebook üzerinden başlayan ve benzin fiyatlarına getirilen çevreci vergi uygulamasıyla tetiklenen ‘Sarı yelekliler’ eylemleri mahiyet olarak alışageldiğimiz Fransız ayaklanmalarından biraz farklı görünüyor. Türkiye’de sık sık Gezi olaylarına benzetildiğini görüyoruz. Ancak, Fransız İhtilali ile doğan ‘Sans Culottes’ (Donsuzlar) ile Sarı yelekliler arasındaki benzerlikler dikkat çekici. Türkçeye ‘Baldırı çıplaklar’ olarak geçen ‘Sans Culottes’ (Donsuzlar) Fransız ihtilalinde kısa ömürlü ancak etkisi yüzyıllara yayılmış bir grup. Paris sokaklarında terör estirerek siyasi taleplerini kabul ettirmiş bir hareket. Terör kavramı bugün radikal dini örgütlerin ve ayrılıkçı hareketlerin siyasi bir aracı olarak bilinir. Ancak, Sans Culottes’lar yöneticilerde ve halkta panik ve korku oluşturmak amacıyla rastgele şiddetin bir siyasal dönüşüm aracı olarak kullanılmasını öngören terör kavramının mucididir. Fransız İhtilali’yle doğan bu hareketin ismini dönemin aristokratları koymuştur. O dönemin kıyafet adabının aksine sade kıyafet giymeleri, köylü, düz işçi ve küçük esnaftan oluşan bir grup olmaları nedeniyle aşağılama amaçlı kullanılan bu tanımı sahiplenmişler, Fransız İhtilali’nin ilk yıllarında büyük rol oynamışlardır. Hareketin öne çıkan liderleri hiç olmamıştır. Robespierre’in bu hareketi sahiplenmesine kadar kendi oluşturdukları konseylerde örgütlenmişler ve başta Paris olmak üzere şehirleri kendi aralarında bölgelere bölmüşler ve yönetmişlerdir. 

Aristokratları öldürerek, zenginlerin mallarına el koyarak ve sokakları yağmalayarak Fransa’da bugün ‘terör yılları’ olarak bilinen dönemde çok etkin olmuşlardır. Baldırı çıplakların en büyük ve kanlı gösterileri yine bugün olduğu gibi Paris’in dünyaca ünlü Şanselize (Champs-Elysees) caddesinde olmuştu. Bugün Şanselize’de araçları dükkanları yağmalayan Sarı yelekliler Fransa’yı yönetenleri terörize etmekte.

Fransız İhtilali’ni gerçekleştirerek kraliyet ailesini öldüren ve aristokrasiyi sonlandıran Paris burjuvası, Sans-culottes’ları ‘radikal’ olarak niteliyordu. Çünkü onlar tüm vatandaşların siyasi karar alma süreçlerine katılmasını talep ediyor ve bu taleplerini ‘doğrudan demokrasi’ olarak tanımlıyordu. Fransız ihtilalini yapan jakobenler ise ‘halk için halka rağmen’ anlayışını savunuyor, sans-culottes hareketini küçük görüyordu. Bugün de Sarı Yeleklilerin ortaya çıkmasının ardından Paris elitleri ve kurumsal muhalefet tıpkı Fransız İhtilali’ni yapanların baldırı çıplakları küçümsemesi gibi tahkir etme yolunu seçti. Bu da her cumartesi yapılan gösterilerde şiddetin daha da artmasına yol açtı. Bugün de belki kısa soluklu olarak ‘Sarı Yelekliler’ eylemlerinin Fransız siyasetinde köklü değişikliklere yol açması sürpriz olmaz.

Fransa’da son 20 yıldır siyaset ve kamu hayatını dönüştüren tektonik depremleri hep iki sınıf arasındaki kavgalar belirliyor. İki Fransa arasında bitmeyen bir kavga. Bir tarafta otomotiv, demiryolu, nükleer enerji, kozmetik, moda gibi sektörlerde dünya lideri öbür tarafta şehir merkezlerinde her gün bir işyerinin daha kapandığı hayalet şehirler. Bir tarafta 5 km2’de 60 farklı milliyetten insanın yaşadığı kozmopolit Paris, 2 saat uzağında aşırı sağcı partilerin yüzde 65 oy aldığı Henin-Beaumont. Bir tarafta Fransa’yı dünyanın start-up merkezi yapmayı, Paris’in Londra’nın yerini alıp Avrupa’nın finans merkezi olmasını isteyenler. Öbür tarafta, geçmişte kan dökerek kazandığı sosyal haklarını birer birer kaybeden ve ayda bir konsere gitmeyi artık lüks gören eski orta sınıf. İki yıl önce bir ailede kişi başı 1923 euro gelir düşerken, bugün bu rakam 1700 euro’ya düştü. Cebindeki para her geçen gün azalırken, sigaraya, benzine vs. gelen tüketim vergileri özellikle taşrada yaşayanları daha kötü etkiliyor. Bu bölünmenin üstüne fakirlik sınırının altındaki göçmenleri, son 3 yıla damgasına vuran terör olaylarını, mülteci akınını ilave edin. Bir Fransa küreselleşmenin nimetlerinden yararlanmanın hayallerini kurarken, ikinci Fransa ‘geride bırakılmışlık ve unutulmuşluk hissi’ ile her geçen gün daha da öfkeleniyor.

Emre Demir, Kronos

Friday, July 21, 2017

Kruasanın İcadı ve Kahve

“Fransa’nın sembolü Napolyon Korsika’da doğdu. Fransa düşmanı babası onun adını Napoleone koydu.

Fransa’nın diğer bir sembolü croissant Viyana’da doğdu. Adının ve şeklinin hilâlden gelmesinin bir sebebi var. Hilâl, bugün olduğu gibi o zaman da bir Müslüman sembolüydü. Türk birlikleri Viyana’yı kuşatmışlardı. Şehir 1683 yılının bir günü kuşatmayı yardı ve aynı gece, Peter Wender bir pastanenin fırınında croissant çöreğini icat etti: mağlupları ağza atıp yemek için.

Ve Franz Georg Koltschitzky adında Viyana için çarpışmış olan bir Kazak ödül olarak Türklerin geri çekilirken arkalarında bıraktıkları kahve tohumu çuvallarını istedi ve şehrin ilk kahvehanesini açtı: mağlupları içmek için.

  

Wednesday, July 19, 2017

Parfümün İcadı Nasıl Oldu



Nostradamus’u bugün hâlâ bestsellers olmayı sürdüren kehanetlerinden biliyoruz.

Ama Nostradamus’un aynı zamanda doktor, sülüklerin iyileştireceğine inanmayıp vebaya karşı hava ve su öneren (hava havalandırır, su temizler) sıra dışı bir doktor olduğunu çoğumuz bilmeyiz.


Pislik salgınların daha hızlı yayılmasına neden oluyordu; ne var ki Hıristiyan Avrupa’da suya iyi gözle bakılmıyordu. Vaftiz hariç yıkanmaktan kaçınılırdı çünkü bu keyif verir ve günaha davet ederdi. Sıklıkla yıkanmak Engizisyon mahkemelerinde Muhammed sapkınlığının bir kanıtı sayılıyordu. Hıristiyanlık İspanya’ya yegâne gerçeklik olarak dayatılınca, Krallık Müslümanlardan kalan bir sürü halk hamamının yıkım kaynağı olmaları gerekçesiyle yerle bir edilmesini emretti.

Hiçbir aziz ya da azize asla banyoya adım atmamışlardı ve krallar arasında da yıkanmak nadir rastlanan bir olaydı; nitekim parfüm de bu yüzden icat edilmişti. Kastilyalı İsabel’in ruhu çok temizdi, ama tarihçiler hayatı boyunca iki kez mi yoksa üç kez mi yıkandığını tartışıyorlar. Yüksek topuk giyen ilk erkek, Fransa’nın çok zarif Güneş Kralı 1647 ve 1711 yılları arasında sadece bir kez yıkandı. O da doktor reçetesiyle. 

Saturday, April 16, 2016

Mathematics of Gambling

James Harvey wasn’t the first person to take advantage of a poorly designed state lottery. Gerald Selbee’s group made millions on Michigan’s original WinFall game before the state got wise and shut it down in 2005. And the practice goes back much further. In the early eighteenth century, France financed government spending by selling bonds, but the interest rate they offered wasn’t enticing enough to drive sales. To spice the pot, the government attached a lottery to the bond sales. Every bond gave its holder the right to buy a ticket for a lottery with a 500,000-livre prize, enough money to live on comfortably for decades. But Michel Le Peletier des Forts, the deputy finance minister who conceived the lottery plan, had botched the computations; the prizes to be disbursed substantially exceeded the money to be gained in ticket receipts. In other words, the lottery, like Cash WinFall on roll-down days, had a positive expected value for the players, and anyone who bought enough tickets was due for a big score.

One person who figured this out was the mathematician and explorer Charles-Marie de La Condamine; just as Harvey would do almost three centuries later, he gathered his friends into a ticket-buying cartel. One of these was the young writer François-Marie Arouet, better known as Voltaire. While he may not have contributed to the mathematics of the scheme, Voltaire placed his stamp on it. Lottery players were to write a motto on their ticket, to be read aloud when a ticket won the jackpot; Voltaire, characteristically, saw this as a perfect opportunity to epigrammatize, writing cheeky slogans like “All men are equal!” and “Long live M. Peletier des Forts!” on his tickets for public consumption when the cartel won the prize.

Eventually, the state caught on and canceled the program, but not before La Condamine and Voltaire had taken the government for enough money to be rich men for the rest of their lives. What—you thought Voltaire made a living writing perfectly realized essays and sketches? Then, as now, that’s no way to get rich.

Eighteenth-century France had no computers, no phones, no rapid means of coordinating information about who was buying lottery tickets and where: you can see why it took the government some months to catch on to Voltaire and Le Condarmine’s scheme.

Friday, April 1, 2016

Aile İçi Eğitim

Fransa, 1976 yılında, nine ve dede gibi yaşlıların, aile muhitinden uzakta yaşamalarının, yeni nesillerin yetişmesi açısından husule getirdiği mahzurları göz önüne alarak, devlet eliyle yapılan toplu mesken dediğimiz blok inşaatlarında % 20 nispetinde, tek kişilik dairelerin planlanmasını kararlaştırılmıştır. Bundan maksat, yaşlıların buralarda iskânı suretiyle, torunlarla olan münasebetlerinin çokça azalmasını veya tamamen kesilmesini önlemektir.

**
Bilhassa süt devresi olmak üzere, temyiz yaşına kadarki devrede ailevî hayat, çocuğun şahsiyetinin teşekkülü açısından da büyük ehemmiyet taşımaktadır. Yeni araştırmalar sonucu artık anlaşılmıştır ki, çocuğun fikrî gelişmesinde bilhassa ailevî ve içtimaî şartların rolü büyüktür. Müreffeh muhitlerin çocuklarının daha doğuştan, fakir muhitlerin çocuklarına üstün olacağına dair (Batılılardaki) eski inancın yerini, “Çocuğun gelişmesinde, konuşma kapasitesini kazanmasında, tecrübeler edinmesinde hayatının akışına yön veren sâiklerin inkişafında ailevi şartlar rol oynamaktadır.” şuuru almıştır.

**

En son nazariyelere göre, insandaki kabiliyetler, hayatın ilk yıllarında süratle gelişmektedir. O kadar ki, zekâya müteallik hassaların yarısı, dört yaşından itibaren teşekkül etmekte; altı yaşına ulaşınca üçte ikisi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Üç yaşında bir çocuğun (terbiyede) maruz kalacağı bir yıllık bir tehir, altı ve yedi yaşlarında iki yıla bedel olmakta, on beş veya on altı yaşlarında da dört yıla bedel olmaktadır. Bu durumu göz önüne alan pek çok Amerikalı iktisatçı en verimli, en kârlı terbiyenin ilk yıllarda verilecek terbiye olduğunu ifade etmiştir. Bazı terbiyecilerin, kişinin şahsiyetini altı yaşında tamamlayacağını söylediğini ise daha önce kaydetmiştik.

Aileye ve aile terbiyesine ehemmiyet veren İslamî görüş de, çocuğun hayatında, ilk yılların ehemmiyetinde ısrar eder. Bu hususta İbn-i el-Kayyim’in sözü, diğer âlimleri temsilen kayda değer. Ona göre, ancak ölümle çıkacağı ifade edilen ve insanın şahsiyetinin ifadesi olan değişmez vasıflarını temsil eden “huy”; kişide, küçüklüğünde mürebbi tarafından alıştırılan gazap, inat, acelecilik, hafiflik, hevâperestlik, hiddet, hırs gibi ahlâklardan meydana gelmektedir. Mâverdî ve İhvânu’s-Safa risalelerinde de aynı şeyler ifade edilir.

**
İslam, aile içerisinde aile efradının terbiyesine yönelik gayretleri “en büyük cihat” olarak vasıflandırmıştır. Bediüzzaman, bu noktada şöyle der: 'Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihâd-ı ekber ile muvazzaftır.'
**
“İslam, aile planında, hizmetçiye varıncaya kadar bütün aile efradının eğitiminin ihmal edilmemesini talep eder. ”