Showing posts with label insancı ilke. Show all posts
Showing posts with label insancı ilke. Show all posts

Thursday, October 10, 2013

Murphy Kanunu*


1. Murphy’nin Kanunu, tüm fiziksel sistemlere ve kozmik tarihin her aşamasına uygulanabilir.
2. Sonsuz derecede kompleks olan bir sistemin düzgün çalışması için sonsuz miktarda bir dehâya ihtiyaç vardır.
3. Evrenimiz temel yapısı ve tasarımı itibarıyla sonsuz derecede komplekstir.
4. Dolayısıyla, akıllı yaşamın gezegenimizde oluşmasından önce milyarlarca yıl boyunca sonsuz sayıda şeyin doğru gitmesi gerekiyordu.
5. Yaşam merkezli evrenimizin sonsuz kompleksliği ve bu şekilde oluşması için gereken muazzam uzun süre düşünüldüğünde, büyük bir düzenleyici gücün bulunmaması durumunda pek çok şeyin yanlış gitmesi gerekirdi.
6. Şayet canlılığın ve akıllı yaşamın ortaya çıkması esnasında bir şeylerin yanlış gitme ihtimali olsaydı, bu olasılık bu güne kadar kesinlikle gerçekleşir ve biz bugün burada olmazdık.
7. Fakat biz buradayız.
8. Dolayısıyla akıllı yaşamın oluşumu ile ilgili evrende bir şeylerin yanlış gitme ihtimalinin olması gerekirdi.
9. Şansa bağlı bir durumun milyarlarca yıl boyunca evrenin üstün düzeydeki düzenini koruması mümkün değildir.
10. Dolayısıyla, büyük bir düzenleyici prensibin kozmik tarih boyunca evrenin oluşumunun her aşamasında hayatı
tehlikeye atacak bir kaosa dönüşmemesini sağlamış olması gerekir.
11. Bu evrensel düzenleyici prensip, tüm pratik amaçlar ve nedenlerle Tanrı olarak adlandırılır.

Michael Corey, God and The New Cosmology: The Anthropic Design Argument

*Murphy Kanunları, ilk olarak 1949 yılında Komutan Ed Murphy tarafından
“Yanlış gitme olasılığı bulunan bir şey yanlış gider” şeklinde emrindeki proje yöneticisi
George Nicholls’un yarattığı bazı durum ve tersliklerden mülhem olarak
vazedilmiştir. Zaman içinde pek çok kişi tarafından benzer terslikler karşısında
“Murphy Kanunu” adı altında listeye eklenmiş kurallar, bu başlık altında anonim
hale gelmiştir.

Kopernik Devrimi ve İnsancı İlke


Kopernik ve Rönesans’tan gelen devrim ve bunun Newton fiziğiyle bütünleşmesinden doğan miras ile insan, evrenin merkezinden uzaklaştırılmıştı. Kopernik’in Kozmolojik İlkesi, bir anlamda Dünya’nın evrende önemli bir yerinin olmadığını söylüyordu. Aynı ilkeye göre homojen ve izotropik bir evrende, her nokta eşit öneme sahipti. İnsancı İlke ise, bizim evreni çok özel bir anda gözlemlediğimizi ve bu anın geçmiş ve gelecekten farklı olduğunu belirtir. Bu ilkeye göre insan, çok özel bir anda ortaya çıkmıştır. Şayet evren daha düzensiz olsaydı dünyamız var olamazdı.

Evrenin insanı içerecek şekilde olması gerektiğini söyleyen herhangi bir düşünce geçmişte yoktur. Zira Antik çağda, evren, yayılmış ruhuyla yaşayan bir canlı gibi düşünülürdü; Ortaçağ’da bu kavram, Tanrı’nın evreni insan ırkı için ve kendi ihtişamı için yarattığı düşüncesiyle yer değiştirdi. Ancak Kopernik devriminin yarattığı etki, Dünyayı ve insanı evrenin merkezinden alıp
Dünyayı Tanrı tarafından yaratılmış, kendi kuralları olan ve artık hiçbir ilâhi müdahaleye uğramayan bir makine gibi görmek şeklinde oldu.

Tuesday, October 8, 2013

İnsancı İlke


İnsancı İlke’nin ortaya koyduğu gibi, evren insanlık için âdetâ ısmarlama bir elbise gibi ‘özel dikim’ (tailor-made) şeklinde yaratılmış gibidir. Zira insanlar, sadece bunun gibi bir evrende var olabilirler.
                                                                                                            John Gribbin
**

Fizikçi ve astronomlara göre, evrenin çok kritik sınırlar içinde yaratıldığı görülmektedir. Bu sonuç, İnsancı İlke (Anthropic Principle) olarak isimlendirilmiştir. Bence bu bilim dünyasının sunduğu en teistik sonuçtur.
                                                                                                            Robert Jastrow

**

İnsancı İlke, bilim tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı. Öyle ki ilk kez bilimsel bir keşif bizi, Tanrı’nın varlığı fikrinden uzaklaştırmaktan ziyade, ona doğru götürüyordu. Yüzyıllardan beri bilim, evrenin yaratılmış ya da tasarlanmış olduğu önermesini yavaş yavaş ortadan kaldırıyordu. Fakat birden bire, bilim adamları evrenin zekâ ve amaç ürünü olduğu sonucunu verecek bir takım gerçeklerle karşılaştılar. Öyle ki binlerce büyük ve küçük detayda zekâ ve hikmet eseri olarak tasarruf eden bir Tanrı’nın yokluğunda biz de var olamayacaktık.


Modern bilimin inanca karşı kurduğu engeller yıkılmıştır. Burada açıklık getirilmesi gereken bir husus bulunmaktadır. Elbette İnsancı İlke bize Tanrı’nın kişiliği, ahiretin varlığı, kötülük problemi ya da iyi ve kötünün ne olduğu gibi konularda hiçbirşey söylemez. Ancak söz konusu ilke, yalnızca akıldan ve bilimden edinilebilecek güçlü bir gösterge sunar bize: Tanrı var.

20. yüzyılın başlarında Big Bang (Büyük Patlama) teorisi kabul edildi ve bu teori, âlemin bir başlangıcı, yani yaratılış ânı olduğunu gösterdi. Bu, kâinatın sonsuz olduğunu savunan materyalist görüşe önemli bir darbe oldu. 1970’lerde ise fizikçiler, enteresan ve düşündürücü bir hususu fark ettiler. Kâinatın bütün fizikî dengelerinin, meselâ yerçekiminin veya atomu bir arada tutan nükleer kuvvetlerin, yaşanabilir bir âlem oluşması için en ideal değerlerde olduklarını buldular. “Antropik Prensip” (İnsan için hazırlanmış kâinat anlayışı[insanci ilke]) adı verilen bu şaşırtıcı buluş, içinde yaşadığımız kâinatın rastgele ortaya çıkmadığı, insan hayatı için özel olarak yaratıldığı fikrine büyük bir delil oluşturdu. Yıllar geçtikçe bu prensibi destekleyen yeni deliller de ortaya çıkmaya devam ediyor.

                                                                                                             Patrick Glynn

Saturday, August 17, 2013

Evrendeki Hassas Ayarlara 10 Örnek


1- Evreni meydana getiren patlama (bu mecazi ifadeyle ev­renin başlangıcında bir arada olan maddenin ayrılmasını kas­tediyorum) biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı.Her iki durumda da ne galaksiler ne yıl­dızlar ne Dünyamız ne de canlılar oluşurdu.Patlamanın ga­laksileri, yıldızları, Dünyamızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı, havaya atılan bir kalemin, defalarca sivri ucu üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir.
2- Evrenin başlangıçtaki homojen yapısı da galaksilerin oluşmasının bir şartıdır.Başlangıç homojenliğindeki ufak bir azalma galaksilerin oluşmasına izin vermeyecek ve tüm mad­denin karadeliklere dönüşmesi sonucunu doğuracaktı.O za­man da biz var olamayacaktık.
3- Evrende entropi sürekli artmaktadır.Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır.
4- Big Bang’den sonra açığa çıkan protonlar ile anti-pro­tonlar ve nötronlar ile anti nötronlar birbirini yok eder.Can­lılığın oluşabilmesi için proton sayısının anti-protonlardan ve nötron sayısının anti nötronlardan çok olması gerekiyordu ve öyle olmuştur.
5- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kendi anti-maddelerinden daha fazla olmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre belirlenmiş oranlarda yaratıl­mış olmaları da gerekmekteydi ve de öyle olmuştur.
6- Dünyamız Güneş’e daha uzak olsaydı, yaşama olanak ta­nımayan soğuk ve buzullarla karşı karşıya kalırdık.Eğer Güneş’e daha yakın olsaydık, yeryüzündeki su buharlaşır ve ya­şam mümkün olmazdı.Bunun olasılığı önceki birçok olasılık kadar düşük olmasa da, Dünyamızı canlılığın oluşması açısın­dan özel kılan birçok olasılığın hepsi göz önünde bulundu­rulunca, bunların hepsinin oluşma olasılığı da oldukça düşük gözükmektedir.
7- Dünyamızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır.Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsay­dı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebi­lirdi.Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten ge­len zararlı ışınlar yaşamın oluşmasına olanak tanımazdı.
8- Atmosferdeki karbondioksit oranı da yaşamı mümkün kılacak bir değerdedir.Karbondioksit daha fazla olsaydı se­ra etkisi oluşacaktı.Eğer daha az olsaydı bitkilerin fotosentez yapması mümkün olmayacaktı.
9- Atmosferdeki havanın solunabilmesi gibi önemli feno­menlerin gerçekleşebilmesi için havanın belli bir basınçta, akışkanlıkta ve yoğunlukta olması lazımdır.Atmosferin yo­ğunluğu ve akışkanlığındaki değişiklik var olmamamıza se­bep olabilirdi.
10- Yaşam için bütün şartları yerine getiren Dünyamızın, ya­ratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir.Dün­ya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı.Eğer Dünyamızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş Sistemimi­zi oluşturacak yoğunlukta hammadde kalmamış olacaktı.

İnsancı İlke ve Doğa Kanunları


Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir.Ancak çok çok hassas değerlerin seçilmesi sonucun­da bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuş­tur.20.yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde bahsedilen birçok hassas değer açığa çıktı.Canlıların ve insanın var olma­sını mümkün kılan bu hassas ayarların varlığı, bilim insanlarının da dikkatini çekti ve bu durum İnsancı İlke (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi.İnsancı İlke yaklaşımı, ilk ola­rak Brandon Carter tarafından 1974’te kullanıldı ve o günden beri bilim, felsefe ve teoloji alanında birçok tartışmaya konu olmaktadır.
İnsancı İlke ile hem doğadaki yasaların hem de fizikî dün­yadaki oluşumların, insanlığın varlığını mümkün kılacak şe­kilde kritik değerlere sahip olduğu söylenir.Bu kitapta, doğa yasaları ile sabitlerin tasarımı ve fizikî dünyadaki oluşumların tasarımı iki ayrı aşama olarak ele alındı.Doğa yasaları ile sa­bitlerin tasarımı ile kastım, maddeye içkin olan ve evrenin her yerinde geçerli olan yasaların ve sabitlerin tasarımıdır.Örne­ğin çekim gücünün mevcut özellikleriyle varlığı veya proto­nun kütlesinin elektronun kütlesine oranı böyledir.Söz konu­su hassas ayarların bir kısmı şu on örnekle gösterilebilir:
1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektro­nun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır.Eğer protonun kütle­sinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.
2- Protonlar ve elektronlar çok farklı kütlelerine karşın elektrik yükleriyle birbirlerini dengeler.Eğer bu denge sağlan­masaydı canlılık için gerekli atomlar oluşamayacaktı.Elektro­nun elektrik yükü biraz farklı olsaydı yıldızlar oluşamazdı ki bu da bizim var olmamamız demektir.
3- Güçlü nükleer kuvvet çekirdekteki proton ve nötronları bir arada tutar.Bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, hidrojen dı­şında hiçbir atom, dolayısıyla canlılık oluşamazdı.
     4- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü.Eğer bu kuv­vet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.
5- Elektromanyetik kuvvet daha şiddetli olsaydı kimyasal bağların oluşumunda sorun çıkardı.Eğer daha zayıf olsaydı da kimyasal bağların oluşumu sorunlu olurdu ve canlılık için mutlak gerekli olan karbon ve oksijen atomları yetersiz kalır­dı.
6- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü.Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı.Her iki durumda da canlılık mümkün ola­mazdı.
7- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir.Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun rezo­nansına oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu.Eğer mevcut olan olağanüstü hassas oran da­ha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.
8- Hayat için büyük önemi olan karbon ve oksijen atomla­rının oluşumu rezonans seviyelerine bağlı olduğu gibi, helyum atomunun rezonansına da bağlıdırlar.Helyumun rezonansı yüksek olsaydı yaşam için gerekli karbon ve oksijen miktarı yetersiz olurdu, eğer helyumun rezonansı düşük olsaydı yine yaşam için gerekli karbon ve oksijen miktarı yetersiz olurdu.
9- Nötronların mevcut kütlelerinden daha az veya daha fazla kütleye sahip olmaları durumunda da canlılığın oluşu­munu olanaklı kılacak süreçler gerçekleşemezdi.
10- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uy­gun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir.Bu hem galaksi­lerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir.Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040’da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşu­mundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeye­cek seviyede olurdu.
Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir.Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin ola­sılığını verdiğini unutmamalıyız.Örneğin S sonucunun ger­çekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin ger­çekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı “milyar x katrilyon x trilyon’da 1”dir.
Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya ko­nan anlayışla uyumludur.Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı basit bir olasılıkla ifade edilemez; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 10.maddede­ki şart bile 10 üzeri kırk’ta 1 olasılığa denk gelmektedir ki bu olasılık “trilyon x trilyon x milyar x on milyonda 1” demektir.Böyle bir olasılığın ne demek olduğunu şöyle bir örnekle anlatmaya çalışayım: Dünya’nın çöllerinde, plajlarında ve okyanusların­da var olan bütün kum tanelerinin içine bir tek kum tanesini sakladıktan sonra, tüm bu kumlardan rastgele bir şekilde bir kum tanesi çeken kişinin, saklanan tek kum tanesini bulma olasılığı bile 10 üzeri 40’ta 1 olasılıktan çok daha yüksektir.Üstelik 10 üzeri 40’ta 1 olasılık, mevcut yüzlerce hassas ayardan sadece birisini göstermektedir.