Monday, November 28, 2016

Behind Our Anxiety, the Fear of Being Unneeded

In many ways, there has never been a better time to be alive. Violence plagues some corners of the world, and too many still live under the grip of tyrannical regimes. And although all the world’s major faiths teach love, compassion and tolerance, unthinkable violence is being perpetrated in the name of religion.
And yet, fewer among us are poor, fewer are hungry, fewer children are dying, and more men and women can read than ever before. In many countries, recognition of women’s and minority rights is now the norm. There is still much work to do, of course, but there is hope and there is progress.
How strange, then, to see such anger and great discontent in some of the world’s richest nations. In the United States, Britain and across the European Continent, people are convulsed with political frustration and anxiety about the future. Refugees and migrants clamor for the chance to live in these safe, prosperous countries, but those who already live in those promised lands report great uneasiness about their own futures that seems to border on hopelessness.
Why?
A small hint comes from interesting research about how people thrive. In one shocking experiment, researchers found that senior citizens who didn’t feel useful to others were nearly three times as likely to die prematurely as those who did feel useful. This speaks to a broader human truth: We all need to be needed.
Being “needed” does not entail selfish pride or unhealthy attachment to the worldly esteem of others. Rather, it consists of a natural human hunger to serve our fellow men and women. As the 13th-century Buddhist sages taught, “If one lights a fire for others, it will also brighten one’s own way.”
Virtually all the world’s major religions teach that diligent work in the service of others is our highest nature and thus lies at the center of a happy life. Scientific surveys and studies confirm shared tenets of our faiths. Americans who prioritize doing good for others are almost twice as likely to say they are very happy about their lives. In Germany, people who seek to serve society are five times likelier to say they are very happy than those who do not view service as important.Selflessness and joy are intertwined. The more we are one with the rest of humanity, the better we feel.
This helps explain why pain and indignation are sweeping through prosperous countries. The problem is not a lack of material riches. It is the growing number of people who feel they are no longer useful, no longer needed, no longer one with their societies.
In America today, compared with 50 years ago, three times as many working-age men are completely outside the work force. This pattern is occurring throughout the developed world — and the consequences are not merely economic. Feeling superfluous is a blow to the human spirit. It leads to social isolation and emotional pain, and creates the conditions for negative emotions to take root.
What can we do to help? The first answer is not systematic. It is personal. Everyone has something valuable to share. We should start each day by consciously asking ourselves, “What can I do today to appreciate the gifts that others offer me?” We need to make sure that global brotherhood and oneness with others are not just abstract ideas that we profess, but personal commitments that we mindfully put into practice.
Each of us has the responsibility to make this a habit. But those in positions of responsibility have a special opportunity to expand inclusion and build societies that truly need everyone.
New York Times

Friday, November 18, 2016

Hacı Aga'nın Genç Şairle Diyaloğu

— Beyefendi, çok özür dilerim. Siz de gördünüz işte... dert çok... of aman amannn! İzninizle size danışayım. Duyduğuma göre güzel kasideleriniz varmış.

— Ömrümde hiç kaside söylemedim.

— Canım, maksadım şiir; kaside veya tasnif farketmez. Biliyorsunuz, ben bütün edebi derneklerin üyesiyim. Ömrümün çoğu ilim ve edebiyat öğrenmekle geçti. Molla Kâzım'dan Cefr ve Câmi'-i Abbâsî okudum. Bence dünyaya Kâ'ânî'den büyük şair gelmemiştir. Zamanım olsaydı, on divan dolduracak şiir söylerdim ama bugün böyle eğlenceler halkın işine yaramıyor. Şimdi bunca işim gücüm varken, bir de bu hastalıkla uğraşırken... of.. aman aman amannn... şiir söylecek fırsat bulamadığımı düşünüyorum. Öte yandan, edebi toplantılardan birinde demokrasi hakkında bir kaside okumaya söz verdim. Sizden ricam, demokrasi üzerine bir şiir yazmanız. Elbette bu hizmetinizi unutmayacağım ve sizi gerektiği gibi edebi toplantılarda tanıtacağım. Biliyorsunuz, şimdi demokrasi moda oldu. Vaktiyle şairler şahları, eşrafı, ileri gelenleri methederlerdi. Benim için de çok şiir söylediler. Kuşkusuz siz de bu konuda bir şeyler yapmışsınızdır. Artık moda değişti. Elbet şiir de bir tür kendini göstermedir. Demek istiyorum ki bugün şair yerine bir koltukta iki karpuz taşıyacak işbilir insanlara ihtiyacımız var. Formalite de olsa fena değil; özellikle seçim zamanı etkili olur. Bu yüzden sizinle başbaşa görüşmek istedim. Elbet karşılığını göreceksiniz.

— Galiba bir yanlış anlaşılma oldu. Yani siz benden şiir istiyorsunuz. Ben bunu yapamam.

— Tevazu gösteriyorsunuz. Sizin için zor bir şey değil. Çağdaş şairlerin çoğunu tanırım. Bir çıtlatacak olsam, anında burada biterlerdi. Edebi kişiliğiniz hakkında çok övgü duyduğum,münzevi, tanıtılıp desteklenmeye muhtaç biri olduğunuzu bildiğim için sizi seçtim.

— Yanılıyorsunuz. Benim tanıtılmaya ihtiyacım yok. Şimdiye kadar kimseden de sadaka istemedim. Sizin için şiir anlamsız, belki muzur ve şair de dilenci olabilir. Sadece hırsızlar, kabadayılar, eşkiya takımı, kaçakçılar akıllı, onların yaptıkları toplumda değerli sizce!

Bu cevabı beklemeyen Hacı şaşırdı; kekelemeye başladı:

— Siz de... bu toplumun.... üyesisiniz. Diyelim ki adi hırsızın....

Munâdilhak sözünü kesti:

— Haklısınız. Ahmakların sırtını sıvazlayan, sefilleri besleyen, ayak takımının hoşlandığı bu muhitte siz seçkin bir ki-şisisiniz. Hırsınız, açgözlülüğünüz, alçaklığınız ve aptallığınız doğrultusunda kendinize bir düzen kurmuşsunuz; bunu himaye ediyorsunuz. Sizin gibilerin yaşayacağı bu ortamda hiçbir şey yapamam ben. Vücudum atıl ve batıl kalır. Çünkü şairleriniz de sizin gibi olmak zorunda. Sizin hazırladığınız, her şeyin, hırsızların, dolandırıcıların, casusların değer yargılarına göre değerlendirildiği, sözcüklerin anlamlarını yitirdiği bu hela çukurunda ben bir hiçim. Bu çukurda sadece sizlerin yeme ve semirme hakkı var. Size layık olan da bu çukur zaten. Ama sizin pislikleriniz arasında boğulmaya mankûmum ben. Şair dilenci mi, dalkavuk mu acaba? Sürekli halkın kıçını yalayıp, insanları kazıklayan sizler, onları aldatarak bir tür dilencilik yapmıyor musunuz?

Hacı bunalarak

— Yeter artık! Tadını kaçırma işin. Şiirle insanların karnı doymaz. Sabahtan akşama kadar hırsız dediklerinizi methedersiniz, boynu bükük kapı ardında beklersiniz, şiirinizi okuyup da bahşiş almak için! (Hacı söylediğine pişman oldu.) İzninizle maksadım...

— Maksadınız, sizin gibi alçalan şairlerdir. Şiir ve şair hakkında hüküm vermek size kadar düşmedi. Siz ve sizin gibiler ahmak yaratıklarsınız. Yersiniz, geğirirsiniz, çalarsınız, yatar, çocuk yaparsınız. Sonra da ölür ve unutulur gidersiniz. “Şimdi de ölüm ve yok olma korkusuyla kendinize makam arıyorsunuz. Binlerce insan nesli daha gelip geçecek. Sadece birkaç kişi yiyen, uyuyan, çalan, cinsel ilişkide bulunan ve geriye yadigâr olarak dışkılarını bırakan bu meçhul kafileyi aklamak için onların yaşantılarına anlam verecek, mevcudiyet hakkı tanıyacak. İnsanoğlu hırsızı, eşkıyayı, üçkâğıtçıyı araştırmaz. İnsan hayatının bir anlamı olmalıdır. Bir Firdevsî bile sizin gibi milyonlarca insanın varlığını aklamaya yeter. Siz de ister istemez hayatınızın manasını onun sayesinde kazanır, onunla kıvanç duyarsınız. Madem ki bilim, sanat, kültür bu topraklardan uzaklaşmış, anlaşılıyor ki sadece hırsızlık, casusluk ve alçaklık bu hayata bir anlam kazandırıyor,

Salmasın hüma şeref gölgesini o diyara ki
Az olur kıymeti papağanın, çaylaktan!

Bu millete küfretmekte, aşağılamakta, hele hele soymakta haklısınız. Millette o bilinç olsaydı, sizin gibilerin işini çoktan bitirirdi. Bir millet ki kaderi rezillerin elinde...

Hacı korku içinde toparlandı:

— Ağzından çıkanı kulağın duysun. Bana kafa mı tutuyorsun? Köpek işemekle deniz murdar olmaz. Ben yetmiş yıldır bu mahallede tanınırım. İnsanlar emanetlerini bana bırakır; karılarını bana teslim eder. Şimdiye kadar kimse...

— Yetmiş yıldır insanları kandırdın, dolandırdın, arkalarından güldün. Sonra çaldığın paraları hilei şeriye ile helalledin, Karataş'ın etrafında iki sekip, yetmiş taş attın, koyun öldürdün. İşte bu gösteri senin bütün fedakârlığın. Niçin insanlar paralarını sana teslim ediyorlar? Çünkü para parayı çeker. Sabahın köründe örümcek misali ağını örüyor, hırsızları, eşkıyayı, kaçakçıları kendine çekiyorsun. İşin gücün üçkâğıtçılık, alavere dalavere. Kapalı kapılar ardında bu utanca devam edeceğini mi sanıyorsun? (Sinirinden güldü.) Yanılıyorsun. Bir nesil daha bu milletin kaderi sizlerin elinde olursa, yok olacaktır. Etrafınıza Çin Seddi de çekseniz, dünya süratle değişiyor. Devekuşu gibi başınızı kuma gömmüşsünüz. Diyelim ki hayat hakkımızın olduğunu göstermedik; başkaları hemen yerimizi alacaktır. İşte o zaman güle güle Hacı Aga ve ortakları! Ama rahat ol. O zaman, geriye bıraktıkların da herkes için kazdığın bu mezarda cehenneme gidecek. Paranla yurt dışına kaçsan da, gırgır olsun diye seninle eğlenecekler. Ama yarın tükrük, tekme tokattan başka bir şey nasip olmayacak sana. Beli kırık kedi gibi her yerde bu utancı taşıyacaksın, hem de sülalenle birlikte.

— Utan, utan; defol!

— İnsan "Hacı Aga'nın imalatı" olan kuburların üstüne çö-melmişken, oraların sineklerinden utanmaz. Saygı duyulacak varlıklardır, çünkü işi buraya getiren onlar değildir.

Hacı'nın yüzü pancar gibi kızarmıştı.

— Merhum babamın mezarına yemin ederim. Şehit Şah zamanı.. off... offf. ..

— Baban da senin gibi hırsızmış. İnsan çıplak doğar, çıplak gider. Parası çok olan ya hırsızdır ya mirasa konmuştur. Sende ikisi de var!

Hacı'nın gözleri al çanak kan olmuştu.

— Şimdi demokrasinin zararını anlıyorum. Rıza Han devrinde can ve mal güvenliğimiz varmış. Terbiyesiz herif.. yallah, defol! off... offf!

Munâdilhakk'ın sesi titriyordu:

— Hadi şuradan bok torbası! Korkudan üçbuçuk atıyorsun! Aklın fikrin helada, mutfakta, yatakta! Bir de milletvekili olmak istiyorsun, milleti iyice kara çula oturtmak için değil mi? Uğursuz kılığının sonraki nesillere geçmesi için kendin gibi üreteceklerinin geleceği kaygısındasın! Senden sonra bu taşlığın kapısının açık kalmasını, yine kendi soyundan şehvetli, sahtekâr, utanmaz birinin buraya oturup, sonraki nesilleri yolmasını istiyorsun. Senin vücudun insanlığa edilen bir küfür. Şiirin anlamını bilmen de gerekmez; bilsen garip kaçardı zaten. Hayatında hiçbir zaman güzellik olmadı ve güzellik görmedin. Görsen de aklın ermez zaten. Güzel bir manzara seni asla cez-betmemiş; güzel bir yüz veya huzur verici bir musiki seni sarsmamış; ahenkli bir söz, yüce bir fikir kalbine hiç tesir etmemiş. Sen sadece midenle belinden aşağısının esiri olmuşsun. Sahip olduğun şu iğrenç hayatı zaman ve mekânda uzatmak için çırpınıyorsun. Kurttan, domuzdan da aşağılıksın; aşağılık olmayı ananın sütüyle birlikte emmişsin. Hangi domuz hemcinsinin canıyla malıyla oynar ya da onların paralarını biriktirip, ilaçları üzerinde vurgun yapar? Sen sabahtan akşama kadar binlerce masum insanın kanını sülük gibi emip haz duyuyorsun. Kendine politikacı ve eşraf diyorsun! Bu utanç verici aşağılık muhit senin gibileri kabul ediyor, destekliyor. Bu toplumdaki cehennemi kanunlar sadece senin gibi ipini kırmış cehennemlik domuzların çıkarlarını korumak için yapılmış ve size at koşturacağınız bir meydan bırakmış. Lanet olsun seni barındıran muhite! Tüh! Tükürmeye bile değmez. Dünyada bir domuz kadar, bir veba mikrobu kadar değeri yok hayatının... Üç dört bin tümen daha fazla çaldığın gün bayram ediyorsun. Ölümün eşiğinde olmana, ağrıdan kıvranmana rağmen hâlâ elini çekmiyorsun. Halkın ilacı, yiyeceği üzerinden vurgun vurmak için demokrasi taraftarı kesiliyorsun; ağdadan bile vurgun vurmaya kalkıyorsun. Biliyor musun, kurdun tövbesi ölümdür. Rahat ol. Artık şairlik mesleğini boşadım. Hayatımdaki en büyük, en yüce şiir, yüzlerce insanı ölüme, bedbahtlığa sürükledikten sonra şişinen sen ve senin gibileri ortadan kaldırmaktır. Şerefsiz mezar kaçkınları!

Hacı mosmor olmuş, donup kalmıştı. Hastalığının verdiği ağrıyı bile duymuyordu. Munâdilhak kalktı, sokak kapısını çarpıp çıktı. 






Hacı Aga


Hacı Aga faşizm hakkında ne kadar bilgisizse, bolşevizm hakkında da bir o kadar bilgisizdi. Ama günün birinde Ruslar Tahran'a girecek olurlarsa, hiç çekinmeden mülklerini, varını yoğunu gaspedeceklerini, çoluk çocuğunu çarmıha gereceklerini, onun ve emsallerinin kellelerinin yerlerde sürüneceğini sanıyordu. Ona göre Dünya Savaşı belki de Rusların onun varlığına göz dikmelerinden çıkmıştı. Halbuki Almanlar ona yardıma kalkmışlardı; onun düşüncelerinin, amaçlarının, planlarının gerçekleşmesi için savaşıyorlardı. Her gece Berlin radyosunun Farsça programını dikkatle dinliyor ve Almanların ilerleme haberini duydukça yüreği yağ bağlıyor, spikerin sözcükleri vahiy gibi geliyordu. Daha sonra bir Arap musikisi buluyor ve radyodan gelen deve böğürtüsüne benzer naralara zevkle kulak vererek kendinden geçiyordu. Görünüşte her kılığa giriyor, birbiriyle çelişen sözler ediyordu. Kendi tabiriyle bunu "ekmeksiz kalmamak" için yapıyordu. Çünkü Hacı hayatın sahtecilik, yalan, alavere dalavere, şarlatanlık ve üçkâğıtçılıktan ibaret olduğuna inanıyordu. İçinde yaşadığı toplum bu temeller üzerine kurulmuştu. Böyle bir toplumda herkes daha iyi kazık atabilir, yan çizebilir ve paçasını kurtarabilirdi. Kendi varlığını başkaları gibi günahkâr görüyordu. “Aklanmak için hiçbir hokkabazlıktan, entrikadan, dümenden uzak durmazdı. Dilin her tarafa döndürülebilen bir et parçası olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden komisyonculuk, casusluk, yağcılık, göz boyama onun içine işlemişti. Zamane böyle istiyordu. O da kendi devrinin seçkin insanlarındandı ve dünya denilen bu kazık atma pazarında kazıklanmak istemiyordu. İlk oğlundan ağzı yandığından beri hayatında tecrübe ile edindiği ve yazma vaadinde bulunarak bütün felsefesini özetlediği mevhum ahlak kitabının belki de özünü oluşturan öğütleri Keyûmers'e veriyordu.

"Dünyada iki türlü insan vardır: Çarpan, çarpılan. Çarpılanlardan olmak istemiyorsan, başkalarını çarpmaya bak. Fazla okumak lazım değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kâfi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını işporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Laf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lazım. İtikat, din, ahlak, bunların hepsi “laf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. İnsanlara itikat gerek; yular takmak lazım onlara. Yoksa toplum dediğin bir engerek yuvasıdır; nereye elini soksan, sokarlar. İnsanlar itaatkâr, kaza ve kadere itikatlı olmalı ki sırtlarında güven içinde iş yapmak mümkün olsun. Önemli olan yemek yemek, selam vermek, insanların arasına karışmak, kadınlara sırnaşmak, dansetmek, yapmacık yapmacık gülmektir. Hele hele yüzsüz olmayı mutlaka öğren. Bu devirde böyle şeyler geçerli olduğuna göre, ayak uydurmak lazım. Yüksek makamlarla irtibat kurmaya çalış. Herkesle, her akide ile uyum içinde ol ki daha iyi söğüşleyesin. Senin hayat adamı olarak yetişmeni ve halka muhtaç olmamanı istiyorum. Kitapmış, dersmiş, on para etmez bunlar. Dağ başında yaşadığını farzet; dalgaya düşersen, yolarlar seni. Birkaç yabancı terim, birkaç büyük laf öğren yeter. İçin rahat olsun. Ben bu bakanların, milletvekillerinin topuna ders veririm. Önemli olan, becerikli bir hırsız olduğunu, elindekini kolay kolay kaptırmayacağını, onlardan biri olduğunu ve uyum sağlayacağını göstermektir. Güvenlerini kazanmalısın ki seni kendilerinden bilsinler. Biz kurtlar sofrasında yaşıyoruz. Ama her şeyin aslı paradır. Dünyada değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kâfi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını işporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Laf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lazım. İtikat, din, ahlak, bunların hepsi laf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. İnsanlara itikat gerek; yular takmak lazım onlara. Yoksa toplum dediğin bir engerek yuvasıdır; nereye elini soksan, sokarlar. İnsanlar itaatkâr, kaza ve kadere itikatlı olmalı ki sırtlarında güven içinde iş yapmak mümkün olsun. Önemli olan yemek yemek, selam vermek, insanların arasına karışmak, kadınlara sırnaşmak, dansetmek, yapmacık yapmacık gülmektir. Hele hele yüzsüz olmayı mutlaka öğren. Bu devirde böyle şeyler geçerli olduğuna göre, ayak uydurmak lazım. Yüksek makamlarla irtibat kurmaya çalış. Herkesle, her akide ile uyum içinde ol ki daha iyi söğüşleyesin. Senin hayat adamı olarak yetişmeni ve halka muhtaç olmamanı istiyorum. Kitapmış, dersmiş, on para etmez bunlar. Dağ başında yaşadığını farzet; dalgaya düşersen, yolarlar seni. Birkaç yabancı terim, birkaç büyük laf öğren yeter. İçin rahat olsun. Ben bu bakanların, milletvekillerinin topuna ders veririm. Önemli olan, becerikli bir hırsız olduğunu, elindekini kolay kolay kaptırmayacağını, onlardan biri olduğunu ve uyum sağlayacağını göstermektir. Güvenlerini kazanmalısın ki seni kendilerinden bilsinler. Biz kurtlar sofrasında yaşıyoruz. Ama her şeyin aslı paradır. Dünyada paran varsa, onurun, itibarın, namusun, her şeyin var demektir. Herkesin gözdesi olursun. Böyle vatansever ve akıllı biri olursan, seni pohpohlarlar, bütün işlerini yaparlar. Para ayıpları örter. Para çalıntı ise helale çevirebilirsin; ananın ak sütü gibi helal olur. Öbür dünya için de namazı, orucu, haccı satın almak mümkündür. Hem bu dünyada, hem öteki dünyada işin iş olur. Paran çoğaldı mı, Kâbe'yi ziyaret edebilirsin. Her yer senin olur; herkes çekinir senden; herkesin üstünde oturursun. Bir dediğin iki edilmez. Parası olan bunların hepsine sahip olur; parası olmayan da hiçbirine sahip olmaz. Aç kulağını. Parayı bulmak kolay ama parayı tutmak zordur.

Para biriktirmenin yolunu öğrenmelisin. Ben Saçlarımı değirmende ağartmadım. Parayı hangi yolla bulursan bul, mübahtır. İnsan adam yerine konulur. Benden sana nasihat bunlar. Böyle yaparsan, okumuş yazmış mühendis fabrikandaki makineyi çalıştırrnakla övünür; mimar evini yapmak ister; şair gelir, yaltaklanır, metheder seni. Bir ömür açlık çekmiş ressam resimlerini yapar. Gazeteci, milletvekili, bakan hepsi sana uşak olur. Tarihçi biyografini yazar, ahlakiyatçı ahlakındaki üstün vasıfları örnek getirir. Bütün bu boynu bükükler paranın uşağıdır. İlim ve okumak niye hayatta işe yaramaz biliyor musun? Okursan, yine para babalarına uşak olursun da ondan. Zaten bunları yapana kadar ömrün geçmiş olur. Sen henüz hayatın ne demek olduğunu bilmiyorsun. Sanıyor musun ki sabahtan akşama kadar boşuna dil döküp çenemi yoruyorum, insanlarla cedelleşiyorum? Paramı daha iyi korumak için. Para parayı çeker. Mesela sabah, önceden görmediğim ve nerede olduğunu bilmediğim iki balya pamuğu satın alırım; akşam üstü sattığımda parası iki katı olarak elime geçer!”


Friday, November 4, 2016

The Broken Window Theory

“The broken window theory argues that minor nuisances, if left unchecked, turn into major nuisances: that is, if someone breaks a window and sees it isn’t fixed immediately, he gets the signal that it’s all right to break the rest of the windows and maybe set the building afire too.


So with murder raging all around, Bill Bratton’s cops began to police the sort of deeds that used to go unpoliced: jumping a subway turnstile, panhandling too aggressively, urinating in the streets, swabbing a filthy squeegee across a car’s windshield unless the driver made an appropriate “donation.”

Most New Yorkers loved this crackdown on its own merit. But they particularly loved the idea, as stoutly preached by Bratton and Giuliani, that choking off these small crimes was like choking off the criminal element’s oxygen supply. Today’s turnstile jumper might easily be wanted for yesterday’s murder. That junkie peeing in an alley might have been on his way to a robbery.”


Honesty and Cheating

...“Feldman has also reached some of his own conclusions about honesty, based more on his experience than the data. He has come to believe that morale is a big factor—that an office is more honest when the employees like their boss and their work. He also believes that employees further up the corporate ladder cheat more than those down below. He got this idea after delivering for years to one company spread out over three floors—an executive floor on top and two lower floors with sales, service, and administrative employees. (Feldman wondered if perhaps the executives cheated out of an overdeveloped sense of entitlement. What he didn’t consider is that perhaps cheating was how they got to be executives.)”

**
“It would be naïve to suppose that people abuse information only when they are acting as experts or as agents of commerce. After all, agents and experts are people too—which suggests that we are likely to abuse information in our personal lives as well, whether by withholding true information or editing the information we choose to put forth. A real-estate agent may wink and nod when she lists a “well-maintained” house, but we each have our equivalent hedges.

Think about how you describe yourself during a job interview versus how you might describe yourself on a first date. (For even more fun, compare that first-date conversation to a conversation with the same person during your tenth year of marriage.) Or think about how you might present yourself if you were going on national television for the first time. What sort of image would you want to project? Perhaps you want to seem clever or kind or good-looking; presumably you don’t want to come off as cruel or bigoted.”

Freakonomics


Knowing what to measure and how to measure it makes a complicated world much less so. If you learn to look at data in the right way, you can explain riddles that otherwise might have seemed impossible. Because there is nothing like the sheer power of numbers to scrub away layers of confusion and contradiction.

So the aim of this book is to explore the hidden side of…everything. This may occasionally be a frustrating exercise. It may sometimes feel as if we are peering at the world through a straw or even staring into a funhouse mirror; but the idea is to look at many different scenarios and examine them in a way they have rarely been examined. In some regards, this is a strange concept for a book. Most books put forth a single theme, crisply expressed in a sentence or two, and then tell the entire story of that theme: the history of salt; the fragility of democracy; the use and misuse of punctuation.

**

Of all the truisms about politics, one is held to be truer than the rest: money buys elections. Arnold Schwarzenegger, Michael Bloomberg, Jon Corzine—these are but a few recent, dramatic examples of the truism at work. (Disregard for a moment the contrary examples of Steve Forbes, Michael Huffington, and especially Thomas Golisano, who over the course of three  gubernatorial elections in New York spent $93 million of his own money and won 4 percent, 8 percent, and 14 percent, respectively, of the vote.) Most people would agree that money has an undue influence on elections and that far too much money is spent on political campaigns.

Indeed, election data show it is true that the candidate who spends more money in a campaign usually wins. But is money the cause of the victory?

It might seem logical to think so, much as it might have seemed logical that a booming 1990s economy helped reduce crime. But just because two things are correlated does not mean that one causes the other. A correlation simply means that a relationship exists between two factors—let’s call them X and Y—but it tells you nothing about the direction of that relationship. It’s possible that X causes Y; it’s also possible that Y causes X; and it may be that X and Y are both being caused by some other factor, Z.

Think about this correlation: cities with a lot of murders also tend to have a lot of police officers. Consider now the police/murder correlation in a pair of real cities. Denver and Washington, D.C., have about the same population—but Washington has nearly three times as many police as Denver, and it also has eight times the number of murders. Unless you have more information, however, it’s hard to say what’s causing what. Someone who didn’t know better might contemplate these figures and conclude that it is all those extra police in Washington who are causing the extra murders. Such wayward thinking, which has a long history, generally provokes a wayward response. Consider the folktale of the czar who learned that the most disease-ridden province in his empire was also the province with the most doctors. His solution? He promptly ordered all the doctors shot dead.
**
And what about the other half of the election truism—that the amount of money spent on campaign finance is obscenely huge? In a typical election period that includes campaigns for the presidency, the Senate, and the House of Representatives, about $1 billion is spent per year—which sounds like a lot of money, unless you care to measure it against something seemingly less important than democratic elections.

It is the same amount, for instance, that Americans spend every year on chewing gum.