O zamanlar tıpkı Kültepe’de olduğu gibi, Duttepe’de de
kimsenin arsasının tapusu yoktu. Boş bir araziye ev yapan girişken kişi, evinin
çevresine bir iki kavak ve söğüt ağacı diktikten, sınırları belirleyecek bir
duvarın ilk taşlarını yerleştirdikten sonra, muhtara gidip para verip bu
arazideki evi, ağaçları kendi diktiğine ilişkin bir kâğıt alırdı. Kâğıtlarda,
tıpkı Tapu Kadastro Müdürlüğü’nden verilmiş gerçek tapularda olduğu gibi,
muhtarın kendi eliyle, cetvel kullanarak çizdiği bir de ilkel kroki olurdu.
Muhtar krokiye çocuksu el yazısıyla, bitişikte filancanın arsası, altında
falancanın evi, çeşme, duvar (çoğu zaman duvar yerine bir iki taş olurdu),
kavak ağacı gibi notlar düşer, eline fazla para verirsen arsanın hayalî
sınırlarını daha da büyük gösteren kelimeler de ekler, dibine de mührünü
basardı.
Ama arazi hazinenin ya da orman idaresinin malı olduğu için,
muhtardan alınan bu kâğıtların garantisi yoktu. Tapusuz araziye yapılan ev, her
an devlet tarafından yıkılabilirdi. Elleriyle yaptıkları evlerinde ilk
gecelerini geçirenler bu felaketin geldiğini rüya-larında görürlerdi.
Muhtarın kâğıtlarının önemi bir gün devlet, on yılda bir yaptığı gibi,
seçimler sırasında gecekondulara tapu verirse çıkacaktı ortaya. Çünkü tapular
muhtar kâğıtlarına bakarak dağıtılacaktı. Ayrıca muhtardan bir arazinin kendi
arazisi olduğuna ilişkin bir kâğıt alan kişi, arsasını başkasına satabilirdi.
Anadolu’dan her gün işsiz-güçsüz, evsizlerin şehre yoğun bir şekilde geldiği
dönemlerde bu muhtar kâğıtlarının fiyatı hemen yükselir, pahalılaşan arsalar
bölünüp hızla parsellenir ve göçün hızına göre muhtarların siyasi gücü de
artardı.
Bütün bu yoğun faaliyete rağmen devlet güçleri
keyiflerine eser ve günün siyasetine uygun bulurlarsa jandarmalarla gelip bir
gecekondu sahibini mahkemeye verebilir, evini yıkabilirlerdi. Önemli olan bir
an önce evi bitirmek, içine girmek, orada yaşa-maktı. Çünkü içinde yaşanılan
evin yıkılması için bir mahkeme kararı gerekiyor, bu da çok vakit alıyordu.
Herhangi bir tepede bir arsayı “benim” diye çeviren kişi, akıllıysa ilk
fırsatta bir gecede ailesinin, eş dostun yardımıyla oraya dört duvar çekip,
hemen içine girip yaşamaya başlamalıydı ki ertesi gün yıkıcılar evine doku-
namasın. Çatısı kapatılmamış, hatta duvarları, pencereleri bitirilmemiş evlere
girip yıldızları yorgan, göğü de çatı belleyip İstanbul’daki evlerinde ilk
uykularını uyuyan annelerin ve çocukların hikâyelerini dinlemeyi severdi
Mevlut. Rivayete göre “gecekondu” kelimesini tarihte ilk kullanan, bir gecede
on iki evin duvarını yükseltip içine girilecek hale koyan Erzincanlı bir duvar
ustasıydı ve yaşlılıktan ölünce Duttepe mezarlığına ona dua etmeye binlerce
kişi gitmişti.
**
"I had melancholy thoughts ...
a strangeness in my mind,
A feeling that I was not for that hour,
Nor for that place."