Türkiye’nin doğusundaki ilk Ermeni katliamları – İstanbul’daki Ermeni toplumu herhangi bir tehdit hissetmeden çok önce yaşandılar – Nazilerin Avusturyalılarla Üçüncü Reich’ta işbirliği yaptıkları, Hitler’in 1938 Anschluss’ü sonrası Viyana’da Yahudilerin yaşadıklarıyla rahatsız edici paralellikler taşıyor.
Kitlesel katliam ve anti-Semitizm yüzünden Avusturya’nın başkentinden Almanya’ya kaçan Yahudiler Berlin’de daha az ayrımcılığa maruz bırakıldıklarını gördüler. Ama bu, elbette, uzun sürmeyecekti. Almanlar Yahudiler karşısında en büyük insanlık karşıtı suçlarını Reich dışında, Polonya’nın ve Ukrayna’nın gettolarında – Babi Yar’da – Belarus’un ve Rusya’nın ölüm tarlalarında ve sonra, Wannsee’nin ardından, Polonya’da kurulan imha kamplarında ve gaz odalarında işlemeyi tercih ettiler.
Hitler, Ermeni katliamlarının tarihini yakından takip etti ve İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda bu katliamlara sık sık atıfta bulundu. Nazi Almanya’sı, Türk ırkını “saflaştırdıkları” için Türkleri kıskanıyordu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de olan Alman diplomatlar İstanbul’dan çok uzak şehirlerdeki Ermeni tehcirlerine şahit olmuşlardı. İstanbul veya İzmir’deki sofistike durumun uzağındaki taşrada, Müslüman Türk ve Kürt topluluklar, ilk mezalimleri daha kolayca kabul etmiş olabilirler; ki sonrasında da kesinlikle katılacaklardı.
Yani, taşradaki kasabalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklarının katli için bir itki sağladı, tıpkı Nazilerle ittifak eden Baltık ve Ukraynalı milislere kendi Yahudi komşularını katletme talimatı verilmesi gerekmediği gibi. Almanya 1941’de Yugoslavya’yı işgal ettikten sonra Hırvatlara da kendi Sırp komşularını katletmeleri için Berlin’den bir emir gelmiş değildi; bunu Berlin’den emin almadan kendiliğinden yaptılar. Soykırımcı ırkçılıklarının kökleri zaten vardı.
Bir milyon Tutsi’nin – Tutsi nüfusunun yüzde 70’i – ve ılımlı Hutu’nun 1994 soykırımında katledildiği Ruanda için de geçerli midir bu? Bu, merkezî olarak örgütlenmiş ve planlanmış bir soykırımdı ama insanlığa karşı bu suçların ifası, komşunun komşuyu öldürdüğü ülkenin tümüne yayılan Hutu’ların elindeydi. IŞİD – ki tüm dünyadan Müslümanları bünyesinde barındırır – Irak ve Suriye’deki Hıristiyanları ve Ezidileri katlederken yerel nüfustan özellikle yardım almamış olabilir ama kimi Araplar kendi komşularını korumaya çalışırken, başkaları da IŞİD sahiplerini katlettikten veya tehcir ettikten sonra evlerini ve mülklerini yağmalamıştı.
Kudüs İbrani Üniversitesi öğretim görevlisi Ümit Kurt, Antep’te 1915’te Ermenilere karşı yürütülen mülksüzleştirme ve katliamlar üzerine araştırmalar yaptı ve yerel Türk Müslümanların bu suçlara serbestçe ve isteyerek katıldığını ortaya koydu. Ortaya çıkardığı şey, soykırımcı bir hükümetin, saygın bir toplumun her dalının yerel desteğine sahip olması gerektiği idi aslında: vergi tahsildarları, yargıçlar, hakimler, polisler, din adamları, avukatlar, bankacılar ve en acı verici olanı da, kurbanların komşuları. Valileri saymıyorum bile.
Bundan şu sonucu çıkarabilir miyiz? Soykırımları işleyen, tek başlarına liderler değildir. Sıradan insanlardır soykırım yapanlar. Ve soykırımlar evden uzakta, o donmuş doğuda, hepimizin kan banyosunun başladığına inandığı tarihten çok önce başlamıştır.
çeviri Serap Güneş