Saturday, March 31, 2018
Friday, March 30, 2018
Aşk Romanları Okuyan İhtiyar
“Maymunları ve papağanları sattıktan
sonra öğretmen hanım ona okulun kütüphanesini
göstermişti.
Adam bu kadar fazla
sayıda kitabı
bir arada görünce duygulanmıştı.
Öğretmen hanımın
raflı bir dolaptan meydana gelen kütüphanesinde
elli kadar kitap vardı. İhtiyar yeni satın aldığı büyütecin yardımıyla
kitapları keyifle
incelemeye koyulmuştu.
El Dorado'da geçirdiği
beş ay Antonio José Bolívar'ın hem okuma tercihlerini şekillendirmiş hem de aklını
birçok soru ve cevapla doldurmuştu.
Geometri kitaplarını
gözden geçirirken
okuma bilmenin sahiden değip
değmediğini
sorgulamış ve bu
kitaplardan öğrendiği uzunca bir cümleyi keyifsiz anlarda tekrarlar olmuştu: “Bir dik üçgende dik açının
karşısındaki
kenara hipotenüs adı verilir.” Daha sonraları bu cümleyi
duyan El Idilio sakinleri, bunun ya bir küfür ya bir tekerleme ya da geçerliliği
su götürmez
bir tövbe olduğunu
zannedeceklerdi.
İhtiyar,
tarih kitaplarının düpedüz yalanlarla dolu olduğunu düşünüyordu.
Eldivenleri dirseklerine kadar çekili,
cambazlar gibi daracık
pantolonlar giyen bu soluk benizli beyefendiler nasıl olur da savaşlardan galip çıkarlardı?
Adamcağızların
karıncayı
bile incitemeyeceklerini anlamak için
rüzgârda
dalgalanan bakımlı buklelerine bakmak yeterliydi. Böylelikle ihtiyar, tarihî kitaplardan hoşlanmadığına karar vermişti.
Edmondo De Amicis'in
Çocuk Kalbi adlı kitabı
adamı El Dorado'da kaldığı sürenin
neredeyse yarısı boyunca meşgul etmişti.
Olacak iş değildi. Ellerini kitaptan ayıramıyor,
gözleri ne kadar yorulsa da okumaya devam
ediyordu; ama bir akşam öyle çok
gözyaşı
dökmüştü ki bu kadar acı çekmenin
mümkün
olmadığını,
bunca bahtsızlığın tek bir kişiye fazla geleceğini söylemişti kendi kendine. Küçük Lombardiyalı gibi zavallı bir yavrucağa böylesine
acı çektirmekten
zevk alabilecek biri, hergelenin önde
gideni olmalıydı. Kütüphanedeki bütün
kitapları gözden geçirdikten
sonra asıl arzu ettiği kitabı
nihayet bulmuştu.
Florence Barclay'nin
“Tespih” adlı kitabı, baştan
sona aşkla doluydu. Karakterler sevinçleriyle çilelerini
öyle hoş
harmanlıyorlardı,
öyle güzel
acı çekiyorlardı ki ihtiyarın büyüteci gözyaşlarıyla
kaplanıyordu.
Öğretmen hanım Antonio José Bolívar'ın kitap tercihlerinden pek memnun olmasa da
bu kitabı götürmesine
izin vermiş ve ihtiyar
El Idilio'ya dönünce penceresinin önünde
kitabı belki yüz
kez okumuştu; zamanın kendisinden bile daha uzun ömürlü aşkların mutlulukları ve eziyetleriyle dolsunlar diye bellek
kuyularını
açık bırakan
Antonio José Bolívar Proano, Dişçi'nin getirdiği ve yüksek
masasının
üstünde
imalı bir biçimde
uzanmış halde onu bekleyen, hatırlamamayı
tercih ettiği dağınık
geçmişine
yabancı kitapları da aynı
iştahla okumaktaydı.”
Kurşunkalem: Yazdıkça küçülmek
Can Bahadır Yüce, Kronos
İnsanın yeryüzündeki serüveni ne kadar ilerlerse ilerlesin bazı buluşlar hiç eskimeyecek: Tekerlek, çatal-kaşık, düğme gibi… Çünkü çoğu kez en kusursuz tasarım en basit olandır.
İnsanın yeryüzündeki serüveni ne kadar ilerlerse ilerlesin bazı buluşlar hiç eskimeyecek: Tekerlek, çatal-kaşık, düğme gibi… Çünkü çoğu kez en kusursuz tasarım en basit olandır.
Kurşunkalemi de zamanı geçmeyecek nesnelerden biri sayabiliriz.
İnsan eliyle buluştuğu XVI. yüzyıldan bu yana kurşunkalem medeniyetin görünmez
çivilerinden biri oldu.
İlk kurşunkalem İngiltere’de grafit madenleri bulununca yapılmış.
Koyun derisine sarılan ya da iple tutturulan grafit çubukların tahta
kurşunkalemlere dönüşmesi kolay olmamış. Friedrich Steadtler ahşap kalemi
insanlığa armağan ettikten bir yüzyıl sonra rakip markaya adını verecek Kaspar
Faber’in kurşunkalemi geniş kitlelere ulaştırdığını biliyoruz. Kurşunun elde
edilişinden tepesine silgi kondurulmasına kadar kurşunkalemin uzun tarihi
boyunca pek değişmemiş olması nasıl köklü bir buluş olduğunu gösteriyor.
Kurşunkalem denince akla önce tahtadan bir çubuk
gelir. Ahşap o denli önemlidir ki gerçek kurşunkalem tutkunları geçen yüzyılda
ortaya çıkan mekanik kurşunkalemleri kullanmayı ihanet sayar. (Hak versem de
onlardan değilim: Rotring 600’ümü hep elimin uzanacağı mesafede tutarım.) Çünkü
“kurşunkalem” denen şey mekanik bir buluş değil, ahşabın ve grafitin kokusunu
duyabileceğiniz, kurşunun kâğıdı okşama sesinin kulağınıza müzik gibi geldiği
nesnedir.
Basit ve mütevazıdır kurşunkalem. Yazdıkça
böbürlenen insanın aksine, yazdıkça küçülür. Japonların dediği gibi, insana ve
yazıya hizmet etmek için kendini feda eder.
Bir kurşunkalemin dolduracağı sayfa, yazacağı
sözcük sayısı bellidir. Belki kolay silindiğinden, kurşunkalemle yazılan
yazının geçici olduğu düşünülmüş. (Öyle olmadığını artık biliyoruz, grafit
neredeyse mürekkep kadar zamana dayanıklı.) Sıkı kurşunkalemcilerden yazar
William Boyd kalıcılık kaygısıyla romanlarını kurşunkalemle yazmayı bırakmış
örneğin. (Boyd tutkusunu daha da ileri götürmüş, bir romanında kurşunkalemi
cinayet silahı yapmıştı.) Yine de kurşunkalemin verdiği o geçicilik duygusunda
lirik ve insana ait bir taraf yok mu? Bana kalırsa yalnız verdiği geçicilik
duygusu değil, kırılganlığı da kurşunkalemi ‘insani’ kılıyor. Üstelik
kırılmasında bile güzellik var: İşin ehli için (bkz. David Rees) kalem ucu
açmak başlı başına bir ritüeldir.
Belki geçicilik duygusu yüzünden kurşunkalem
genellikle ciddiye alınmamıştır. Nâzım’ın kurşunkalemi “yazı kalemi”
saymadığını (Kemal Tahir’e yazdığı mektuplardan) biliyoruz. Bir dostunun
mektubunda Sabahattin Ali’ye, “Kurşunkalemle yazdığım için affedin,” dediğini
hatırlıyorum.
“Birleştirir, ayırır / eli kalem tutmak”
diye yazan Necatigil’in şiirindeki gibi, kurşunkalemin birleştirici bir yanı da
var: Edebiyat dünyasında adı konmamış bir kurşunkalemciler cemaatinden söz
edebiliriz. Yaşar Kemal’den Toni Morrison’a geniş bir aile… Haldun Taner
onlarca yıllık yazı emeğini “Yüzlerce kurşunkalem bitirdik” diye özetler.
Steinbeck arka ucu yazdığı eline değmeye başlayınca o kurşunkalemi “emekli”
eder. Hemingway için iyi bir yazı gününün ölçütü yedi kurşunkalem ucu
köreltmektir. T.S. Eliot hep daktiloda yazmasına rağmen başyapıtı Çorak
Ülke’yi kurşunkalemle yazmıştır. (Şiirlerin ilk taslağı
kurşunkalemle yazılır: Necatigil ‘tükenmez’le şiir yazmayı ayıp sayardı.)
Edebiyat tarihinin en sıra dışı yazarlarından Robert Walser elindeki titremeyle
baş edemeyince mürekkepli kalemi terk etmiş, “kurşunkalem sistemi” dediği bir
yazı biçimine geçmiştir.
Henry David Thoreau’ya bir ayraç açmalı: Thoreau
profesyonel bir kurşunkalemciydi. Babasının kurşunkalem atölyesinde çalışıp bir
mühendis gibi kalem teknolojisinde yenilikler denemiş ve başarılı olmuştu. Onun
sayesinde 1800’lerin ortalarında Amerika’daki en iyi kurşunkalemleri Thoreau
ailesi imal ediyordu.
Dünyada her yıl 14 milyar kurşunkalem üretiliyor.
Zaman zaman gözden düşse de kurşunkalem insan elinin bir uzantısı olarak
muhtemelen teknolojiye yenilmeyecek.
Nesnelere de gönül borcu duyarız. Aslında
dolmakalemci olsam da kurşunkalemlerime minnet duyar, bazen haksızlık ettiğimi
düşünürüm. Onlarcasının masamda (mutlaka ayrı kalemlikte), birkaç düzinesinin
de çekmecemde olduğunu bilmek bana güven veriyor. Kurşunkaleme saygıyı yazı
uğraşına saygıyla eşdeğer gördüğümden belki. Nihayetinde her şey bir kâğıt, bir
kalemle başlıyor.
Bu yazı elbette kurşunkalemle –Blackwing 602– yazıldı.
Subscribe to:
Posts (Atom)