Saturday, August 2, 2014

Düşünce Eğitimi Veremedik


Okumayan yazamaz” denilir ve bu çok doğru bir sözdür. Ama ben şimdi başka bir söz söyleyeceğim ve belki sizi şaşırtacağım:

Yazmayan, yazamayan, yazma arzusu duymayan insanlar okumaz.” Yazar olmak şart değil tabii.
Açıklamaya çalışayım:
Okulda, okumayı yazmayı öğretirler. Okumayı öğrettiklerine daha sonra bir şeyler okuturlar, daha fazla okumasını da tavsiye ederler. Bu, “okuma” faslı. Peki “yazma” faslında ne var? Yazmayı öğrettiklerinize ne yazdırıyorsunuz? Kompozisyon da yok artık. Yazmayı öğrenen çocuklara ne yazdırıyorsunuz? Yazma arzusunu uyandıracak, yazma alışkanlığını kazandıracak bir şeyler veriyor musunuz ona? Yazmayı bilmek, kalem oynatmayı bilmek değildir. O çocuk mektup yazmayı, dilekçe yazmayı bilmez. Kendini duygularını düşüncelerini ifade etmeyi hiç bilmez. Ve bu durumdaki çocuklar, sizin zorla okuttuklarınızdan başka bir şey de okumaz. Çünkü gerçek anlamda yazmayı öğrenmemiştir, sadece yazmayı öğrenirken alabileceği düşünce üretme eğitiminden yoksun kalmıştır. Ve efendim; düşünce eğitimi vermediğiniz kişiye, ağzınızla kuş tutsanız, okumayı sevdiremezsiniz. “Yazmaya yabancı olan, okumaya da yabancı kalır” deyişimin izahı işte budur. Haksız mıyım? Ama bu sözler mâkes bulmaz, muhatap bulmaz. Çünkü bizim çok büyük çok ciddi siyaset meselelerimiz vardır!
“Çocuklara, gençlere, bir amaç bir ideal sahibi olmanın gereğini öğretmeliyiz.” diyebilmek cesaret konusu hâline geldi. Vaktiyle ideolojik sapmalardan çok çektik diye “ideal”den de uzak kalmanın bize neler kaybettireceğini biraz tecrübe yaşamadan anlatamayız diye uzunca bir müddet suskun kalındı. Vahamet tabloları belirmeye başladı, şiddetli çatırtılar duyulur oldu; hiç aldırış etmedik. “Sadece, oku, çalış, para kazan”la olmazdı, hayat bununla dolmazdı; kişilik-karakter sahibi olabilmek için, bir denge ağırlığıyla ayakta durabilmek ve doğru bir yönde ilerleyebilmek için, verimlilik ve mutluluk için, başka şeyler de gerekliydi. “Önlerine bilgisayar koyduk, daha ne!” kolaycılığı ile kendimizi aldatamazdık… Fakat aldatmaya çalıştık. Kafamıza bir topuz indiğinde kısa da olsa bir kahırlanma dönemi yaşıyoruz: “Niçin bu çocuklar böyle oldu? Gencecik kızlar nasıl uyuşturucuya alışır? Bunlar iyi aile çocukları. Bu hâle nasıl geldiler? Ne oluyor bize?” Cevabı gayet basit: kişilik kazanma, bir ideale bağlanma, sorumluluk bilincine sahip olma eğitimi vermezsiniz; sadece öğretimle, belletimle, bilgiyi depolamakla saymakla adam yetiştireceğimizi zannederseniz, elbette böyle olacaktır. Hiç şaşılacak bir şey yok.
İnsanın ilk öğrenme ve düşünce ihtiyacı; hayatın ne olduğu ve niçin nasıl yaşanacağı meselesine cevap bulmaktır. Hayat bilgisi, hayat düşünecesi hayat görüşü adına hiçbir şey vermiyorsunuz. Öğrencileri eğitmekten önce öğretmenleri eğitmek gerektiğini hiç aklınıza getirmiyorsunuz. Öğretmenliği “garantili boğaz tokluğu” sağlayan bir iş gibi görüyorsunuz; öğretmenliğin ancak sevgiyle, istiğna ile kendini azaltan meşguliyetlere mecbur kalmadan, gelişmesi ve kültürel beslenmesi için kimseye muhtaç olmadan mütevazı harcamalar yapabilme gücüne sahip bulunarak yaşaması gereğini dikkate almıyorsunuz.. Öğretmene özsaygısını kaybettirdik, öğretmen gibi yaşama imkânlarından onu mahrum ettik. Çocuklar saymıyor, çünkü özsaygısını kaybeden yeterince saygı telkin edemez; ne çevresine ne öğrencilerine… Öğretmenimiz, okulu bitirdikten yıllar sonra bile öğretmenimiz olarak kalırdı. İster doktor, ister profesör, ister subay, ister yönetici olalım; onlar bizim daima öğretmenlerimizdi. Var mı şimdi böyle bir öğretmenlik, böyle bir öğrencilik?

Ahmet Selim
Zaman Gazetesi, 3 Ağustos 2014