Türkiye’de hepimiz şu “menkıbeyi” duymuşuzdur: Rivayete göre Bizans İmparatorluğu, Osmanlı kuşatması altında son saatlerini geçirirken Bizans’ın önde gelen ruhanileri meleklerin cinsiyeti tartışması yapıyormuş.
Doğrusu küçüklüğümüzde gülerek dinlediğimiz bu menkıbe neredeyse gerçek oldu.
Geçenlerde beni ziyaret eden bir televizyoncu “Birileri oturup ‘İslam’a en kapsamlı nasıl zarar veririz’ diyerek bir plan yapsa ancak bugünkü Müslümanlar’ın yaptıklarını yapın diye tavsiyede bulunurdu” dedi.
Tecavüze uğrayan kadını kırbaçlatan ulema mı ararsınız? Var.
Kardan adam yapmak putperestliktir diyen ulema mı ararsınız? Var.
Haram para ile yapılan camide namaz kılınır diyen ulema mı ararsınız? Var.
Sanki birileri “İslam’ı dünyada nefret edilir hale nasıl getiririz” diye bir plan yapmış ve uyguluyor.
Ulema nerede?
İslam dünyasında çöküntü almış başını gitmişken ulemanın gündemi içler acısı!
Demokrasi yok, şeffaflık yok, adalet yok, özgürlük yok, teknoloji yok... Bunları bıraktık tarım yok, halka yetecek ucuz et üretimi yok, mısır tohumu üretmek yok.
Ancak bu devasa sorunlar Müslüman toplumların üstüne üstüne gelirken ulemanın çoğunluğunun uğraştığı sorunlara bakın!
İslam’ın bizzat kendisine bu kadar sert eleştiriler olduğu bir zaman diliminde ahlak, yolsuzluk, özgürlük konularında ulema neden “bir aslan gibi” kükremiyor?
Neden birisi çıkıp “İslam’da düşünceye sınır getirilemez? Özgürlüğü savunmak farzdır. Özgür düşünceyi engellemek haramdır” diye İslam’ı savunmuyor?
“İslam özgürlük dinidir, medya özgürlüğünü kısıtlamak İslam’a ters bir şeydir” diyen bir tane müftü niye yok?
Başta Türkiye’de İslam’ın özgürlükçü ve diğer müspet özelliklerini savunmak gazetecilerin ve siyaset bilimcilerin mi işi?
İnsanlara İslam’ı anlatsın diye maaş alan binlerce insan neden sessiz?
Küçük sorun büyük sorun
“Namazın son oturuşunda salavatları geciktirmenin hükmü nedir” diye sorsak bunu bin bir ayrıntı ile İslam’a göre açıklamaya hazır hocalara, müftülere, vaizlere şunu söylemek lazım:
Özgürlük, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü namazın son oturuşundaki salavatları geciktirmek meselesinden daha mühimdir.
Hatta daha açık yazmak lazım; özgürlük meselesi en az namaz kadar önemlidir! Dindarlar namaza, hacca, oruca sahip çıktığı kadar özgürlüğe de sahip çıkmalıdır. Özgürlük ve Müslümanlık at başı gider. Bir bireyin özgürlüğünü ne kadar kısarsanız onun Müslümanlığını da o kadar zorlaştırırsınız.
Kurban mevsimi “kurban edilecek hayvanı kesecek bıçak şu kadar keskin olmalı hayvan acı çekmemeli” diye vaaz verenler her gün “kör bıçaklarla” onlarca Müslüman’ın öldürüldüğünü görmüyor mu?
Batı’ya küfretmeyelim eleştirelim
Her önemli olaydan sonra koro halinde Batı’ya küfretmek sadece hararetimizi alıyor. Küfretmek yerine Batı’ya soğukkanlı ve eleştirel bakmak gerekiyor.
Batı’dan sistematik olarak nefret eden insanlar yetiştirmek uzun vadede başta İslam’a zarar verecektir.
“Düşmana küfretmenin şehvete varan tadı” küresel olarak hiçbir dengeyi ciddi biçimde değiştirmez. Bu tür şeyler sadece iç politikada sadakati artırır.
Şunu da not etmek gerekiyor: Ne Seyyid Kutup ne Bediüzzaman ne de Mehmet Akif topyekûn Batı’yı reddetmiştir. İslami düşüncenin neredeyse bütün kutup isimleri Batı’yı seçici okumuş ve bir kalemde kötülememiştir.
“Her şeyiyle Batı kötüdür” yaklaşımı bu nedenle İslami gelenekten de kopmadır.
Gökhan Bacık, Bugün Gazetesi, 14 Ocak 2015
Doğrusu küçüklüğümüzde gülerek dinlediğimiz bu menkıbe neredeyse gerçek oldu.
Geçenlerde beni ziyaret eden bir televizyoncu “Birileri oturup ‘İslam’a en kapsamlı nasıl zarar veririz’ diyerek bir plan yapsa ancak bugünkü Müslümanlar’ın yaptıklarını yapın diye tavsiyede bulunurdu” dedi.
Tecavüze uğrayan kadını kırbaçlatan ulema mı ararsınız? Var.
Kardan adam yapmak putperestliktir diyen ulema mı ararsınız? Var.
Haram para ile yapılan camide namaz kılınır diyen ulema mı ararsınız? Var.
Sanki birileri “İslam’ı dünyada nefret edilir hale nasıl getiririz” diye bir plan yapmış ve uyguluyor.
Ulema nerede?
İslam dünyasında çöküntü almış başını gitmişken ulemanın gündemi içler acısı!
Demokrasi yok, şeffaflık yok, adalet yok, özgürlük yok, teknoloji yok... Bunları bıraktık tarım yok, halka yetecek ucuz et üretimi yok, mısır tohumu üretmek yok.
Ancak bu devasa sorunlar Müslüman toplumların üstüne üstüne gelirken ulemanın çoğunluğunun uğraştığı sorunlara bakın!
İslam’ın bizzat kendisine bu kadar sert eleştiriler olduğu bir zaman diliminde ahlak, yolsuzluk, özgürlük konularında ulema neden “bir aslan gibi” kükremiyor?
Neden birisi çıkıp “İslam’da düşünceye sınır getirilemez? Özgürlüğü savunmak farzdır. Özgür düşünceyi engellemek haramdır” diye İslam’ı savunmuyor?
“İslam özgürlük dinidir, medya özgürlüğünü kısıtlamak İslam’a ters bir şeydir” diyen bir tane müftü niye yok?
Başta Türkiye’de İslam’ın özgürlükçü ve diğer müspet özelliklerini savunmak gazetecilerin ve siyaset bilimcilerin mi işi?
İnsanlara İslam’ı anlatsın diye maaş alan binlerce insan neden sessiz?
Küçük sorun büyük sorun
“Namazın son oturuşunda salavatları geciktirmenin hükmü nedir” diye sorsak bunu bin bir ayrıntı ile İslam’a göre açıklamaya hazır hocalara, müftülere, vaizlere şunu söylemek lazım:
Özgürlük, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü namazın son oturuşundaki salavatları geciktirmek meselesinden daha mühimdir.
Hatta daha açık yazmak lazım; özgürlük meselesi en az namaz kadar önemlidir! Dindarlar namaza, hacca, oruca sahip çıktığı kadar özgürlüğe de sahip çıkmalıdır. Özgürlük ve Müslümanlık at başı gider. Bir bireyin özgürlüğünü ne kadar kısarsanız onun Müslümanlığını da o kadar zorlaştırırsınız.
Kurban mevsimi “kurban edilecek hayvanı kesecek bıçak şu kadar keskin olmalı hayvan acı çekmemeli” diye vaaz verenler her gün “kör bıçaklarla” onlarca Müslüman’ın öldürüldüğünü görmüyor mu?
Batı’ya küfretmeyelim eleştirelim
Her önemli olaydan sonra koro halinde Batı’ya küfretmek sadece hararetimizi alıyor. Küfretmek yerine Batı’ya soğukkanlı ve eleştirel bakmak gerekiyor.
Batı’dan sistematik olarak nefret eden insanlar yetiştirmek uzun vadede başta İslam’a zarar verecektir.
“Düşmana küfretmenin şehvete varan tadı” küresel olarak hiçbir dengeyi ciddi biçimde değiştirmez. Bu tür şeyler sadece iç politikada sadakati artırır.
Şunu da not etmek gerekiyor: Ne Seyyid Kutup ne Bediüzzaman ne de Mehmet Akif topyekûn Batı’yı reddetmiştir. İslami düşüncenin neredeyse bütün kutup isimleri Batı’yı seçici okumuş ve bir kalemde kötülememiştir.
“Her şeyiyle Batı kötüdür” yaklaşımı bu nedenle İslami gelenekten de kopmadır.
Gökhan Bacık, Bugün Gazetesi, 14 Ocak 2015