Sunday, March 22, 2015

O (c.c.) Razı İse


Kalkmadan önceki son sözleri şunlardı: “Böyle bir teşbih doğru mu bilmiyorum ama manevî bağışıklık sistemini güçlendirmeli. Eskimeden, yıpranmadan, günahlara batıp çıkmadan hayatı sürdürmek çok zor. Öyle virüsler musallat oluyor ki işte o zaman şeytan çöküyor başımıza ve manevî savunma mekanizmamız iflâs ediyor. Çok küçük argümanlara alt-üst ediyor manevî hayatımızı.”

Odasının kapısını açarken, “Dua etmeli.” diyordu bize. “Dua...”

***
Beynim öylesine dolu ki her bir neronun üzerinde elli tane problem var.” dedi üç-dört kişinin bulunduğu salonda öğlenden sonra. Kaç günden beri iç dünyasına kapanmış; halk ile beraber olmada zaruret sınırlarının dışına çıkmıyor. Namazda, dua saatinde kendisini görme şansınız var. Rabbisi ile baş başa, kimseye açmadığı, açamadığı ve ihtimal açsa da kimsenin anlamayacağı dertleri ile hemhal. Yaşanmaz bir hayat. Stres değil katiyen. İmanı olan, eşya ve hâdiselerin perde ötesine nüfuzu olup kaderi planda her şeyi görebilen veya yorumlayabilen kişilerin stresi olmaz. Kendisi demişti yıllar önce böylesine bir sözü. “Müminde stres olmaz.” diye. Bu tespitin izahı bir önceki cümlede gizli. Onun için birkaç gündür devam eden bu hâle, kutsal hafakan da diyebiliriz kutsal hüzün de. Hüznün, gamın, kederin sadece Allah için duyulduğu bir zirve burası. Hayatı kendisi için yaşayanların değil; daha ötesi ferdî planda dünyada ukbayı kazanmak için mücadele edenlerin de değil; “Milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyen yaşatma ideali ile dopdolu insanların ancak ulaşabilecekleri bir zirve.
***
“İmanını marifetle bezeyemeyen, yol yorgunluğundan kurtulamaz. Marifetini aşk u muhabbetle derinleştiremeyen, formalitelerin ağında can çekişir durur. Aşk ve muhabbeti Sevgiliye ulaşma yolunda kulluğa bağlamayanlar da, sadakatlerini ifade etmiş sayılmazlar.”
***
“Bir insanın kadrini kıymetini bir yaptıklarından bir de düşmanlarından hareketle takdir edebilirsiniz.”

***
“Fakirlik ne büyük nimet değil mi? Hiç kimseye diyet ödemek zorunda kalmıyor insan.”

***
“Allah katında en faziletli cihat, zalim sultanın önünde doğruyu söylemektir.” (Hadis)
***
“Bazen müminin rekabeti kafirin küfründen daha fazla zarar verir.”

***
İnsanın medeniyet tasavvuru inançlarına ve kabullendiği değerler sistemine göre oluşur, şekillenir. Şöyle ki, aşağıdan yukarıya üçe bölünmüş bir piramit düşünün. En üstünde insanın inancı ve o inancın insana yap veya yapma şeklindeki emir ve yasaklarının mefhumundan çıkartılan ilkeler ve prensipler vardır. İnsan amelleri bu ilke ve prensiplerin ete kemiğe bürünmüş şeklidir ve piramidin ikinci bölümünü yani ortasını oluşturur. İmanının derecesine, seviyesine göre meselâ namaz kılar veya kılmaz, hırsızlık yapar veya yapmaz, faiz alır veya almaz. Söz konusu ameller aynı zamanda insan kimliğini, şahsiyetini ve karakterini oluşturan en önemli unsurdur. Zira Müslüman kimlik Kur’ân âyetleri ve peygamber buyrukları, ulema içtihadının üst sırada yer aldığı soyut ilkelerle değil, onların hayata yansıtıldığı somut amellerle belirlenir. Piramidin üçüncü ve el alt kısmında yer alan şey ise sözünü ettiğimiz amellerin cereyan ettiği ve edeceği sosyal, siyasal, kültürel, dinî zemindir. Medeniyet bu üçünün birlikteliği ile oluşur ve hayata geçer. Bu üçü arasındaki uyum veya uyumsuzluk medeniyetin adını, şeklini, rengini, desenini, mahiyetini belirler.

Efendimiz ve hulefa-i raşidin dönemi sözünü ettiğim uyumun zirve noktasında yaşandığı dönemdir. Zemin de, ameller de, ilkeler de birbirini desteklemiş ve karşımıza bugün bile övünerek söylediğimiz İslâm medeniyeti zuhur etmiştir. Daha sonraki dönemlerde bu üçü arasındaki birlikteliğin aynı şekliyle devam ettiğini söylemek imkânsızdır.

Neden devam etmemiştir? İnsan fıtratı, zaafları, ihtiyaçları, zaruretleri devreye girmiş ve bunlar zaman zaman da olsa en alt zeminde hayatını devam ettiren insanların önce amellerine, sonra da inançlarına etki etmiştir. “Faiz haram ama bu devirde başka çare yok.” İşte tam da bu anlattığımız hususa örnek verilebilecek bir tekerlemedir. İnsanın para ihtiyacı veya para kazanma hırsı onun amelini inancına rağmen yapmasını netice vermiştir. Kim bilir bazılarında olduğu gibi belli bir müddet sonra bu inanç kırılması onu “Faiz de alış veriş gibidir.” noktasına kadar götürecek ve ortada ne inanç, ne de ona bağlı ilke ve prensip kalacaktır.

Thursday, March 19, 2015

Sifonlu Tuvalet

“Günümüzde on insandan dördü hiçbir biçimde tuvalete erişemiyor ve işini açık havada hallediyor. Her dakika dört çocuk ishalden ölüyor ve bu vakaların yüzde 90'ının nedeni bu atıklara maruz kalmaları.

Atıklar hastalık yuvasıdır. Sadece bir gram atıkta, 10 milyon virüs ve bir milyon bakteri, 1000 parazit yumurtası ve 100 kurt yumurta bulunur. Günümüzde 7 milyarı aşan dünya nüfusu artmaya da devam ediyor ve 2045 yılında bu rakam 9 milyara dayanacak. Bu cümleyi okumayı bitirdiğinizde dünyaya 12 insan daha gelmiş olacak. Bu gerçekleri göz önüne aldığımızda, 2007'de British Medical Journal (İngiliz Tıp Dergisi) dergisinin okurlarının sıhhi temizliği geçen iki asırdaki en büyük tıbbi buluş olarak seçmeleri şaşırtıcı değildir.”

**
Günümüzde her yıl milyonlarca tuvalet satılıyor, ama yine de dünya genelinde hala 2,5 milyar insan tuvaletten yoksun. Her yıl Dünya Tuvalet Örgütü insan atığı hakkında konuşma tabusunu yıkıp tuvalet veya sıhhi temizlikten mahrum insanlara çözümler sunmak için uluslararası konferanslar düzenliyor. Tüm bunlar size komik gelebilir, ama genel sıhhi temizlik hayatımıza girdikten sonra ortalama insan ömrünün 20 yıl arttığını da akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Açık Anahtarlı Şifreleme

İleri teknoloji ürünü gibi durmasına rağmen, veri güvenliği binlerce yıl öncesine dayanır. Mezopotamya'da bulunan, çivi yazısıyla ve şifreli yazılmış küçük bir kil tablet, MÖ 1500 civarına aittir. Mesajların yaratıcı biçimde gizlenmesinin tarihi de eskilere kadar gider: Eski Yunanda gizli mesajlar kölelerin tıraşlanmış kafalarına dövme ile kazınır, böylece saçlar uzadıkça mesajlar düşmanların gözlerinden gizlenmiş olurdu, ta ki mesajı alan kişi tarafından kölenin kafası yeniden tıraşlanana kadar. Bu çoğu zaman işe yarardı, ama alıcı hangi kölenin kafasının tıraşlanması gerektiğini bilmek zorundaydı. Ayrıca düşman taraf da duruma uyanıp mesajı ele geçirebiliyordu.

Ortadoğu uygarlıkları çok daha güvenilir ve gelişmiş bir sistem kullanmışlardı. Buna göre yazılı mesajlar gönderen tarafından şifreleniyor, alıcı tarafından da deşifre ediliyordu. Bu sistemlerde şifreli bir metin yaratmak için düz bir metnin harflerinin yerine önceden anlaşılmış bir sisteme göre harfler yerleştiriliyordu. Fakat biri hangi harflerin yerleştirildiğini anlarsa şifreyi kolaylıkla çözebiliyordu.

Dokuzuncu yüzyılda Arap alimi el-Kindi şifre çözmenin farklı yollarını geliştirerek ciddi bir ilerleme kaydetti. Onun geliştirdiği yöntemler arasında "sıklık çözümleyicisi" yöntemi de vardı. Bu yöntem bazı harflerin diğerlerinden daha sık kullanılması temeline dayanıyordu; örneğin İngilizcede "e" harfi metnin yaklaşık yüzde 12'sini oluşturur, dolayısıyla şifreli metinde daha sık kullanılan harfleri analiz ederek metni çözebilirsiniz. Bunu önlemek için aynı harfi temsil eden farklı şifre harflerin kullanıldığı "çok alfabeli" şifrenin icadı genellikle on beşinci yüzyılda yaşayan İtalyan bir alime atfedilse de, söz konusu yöntemi el-Kindi'nin de bildiğine dair kanıtlar bulunmaktadır.

Matematik

“Matematik hayati önemdedir, çünkü bilimin dilidir. Önce matematiğini yapmadan bir köprüyü inşa edemezsiniz. CERN'deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda ne olup bittiğini anlamak istiyorsanız, bütün parçacıkların temelinde yatan matematiği analiz etmeniz gerekir. Domuz gribi virüsünün hızını denetlemek istiyorsanız, ne olacağını tahmin etmek ve onu nasıl kontrol edeceğinizi öğrenmek için matematiğe ihtiyacınız var. Matematik geleceğe bakmak için harika bir dildir."

Marcus du Sautoy

Çin ve Matematik

Çinli öğrenciler Batılı öğrencilere kıyasla matematikte daha başarılılar. Bunun bir nedeni eğitim sistemlerine bağlanabilir, bütün üniversite öğrencileri ileri trigonometri ve cebir sınavlarından geçmek zorundalar, ama araştırmalar doğanın da bunda payı olduğunu gösteriyor.

Dalian Teknoloji Üniversitesi'nde manyetik rezonans görüntüleme cihazı kullanılarak yapılan yakın zamanlı bir inceleme, Çinli deneklerin beynin sayıları kullanmanın görsel tezahürüyle ilgilenen bölümlerini daha çok kullandıklarını, buna karşın Batılı deneklerin sözcüklerin anlamlarını değerlendiren bölümlerini daha çok kullandıklarını saptamıştır. Yani görünüşe göre, Çinli denekler sayıları gerçekten daha iyi "görüyorlar". Bilimde yükselen süper güç olarak kabul edilen Çin'in geleceği için iyi bir haber bu.

Sıfır


“Klasik antik dönemin en büyük matematik dehaları bile sıfırı bir sayı olarak düşünemiyorlardı. Bunun telafisini milattan sonra dördüncü yüzyılda sıfır kavramını bulup "0" şeklindeki sembolünü sayı sistemine sokan Hintli matematikçiye borçluyuz.

"Sıfır şimdi düşünce biçimimizde ve teknolojide öylesine merkezi bir yere sahip ki sıfırın bulunuşundan önceki zamanı hayal etmek zor. Sözgelimi sıfır olmasaydı bilgisayarlarda sadece birler olurdu."

Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi, sıfır niceliğinin diğer sayılarda olduğu gibi hesaplamalarda kullanılmasını sağladı. (Sıfırla yapamadığınız tek işlem onu bölmektir!) İkincisi, sembolik bir "sıfır", bir sayının değerinin bulunduğu basamakla gösterildiği, bizim ondalık sistemimiz gibi herhangi bir mantıklı sayı sistemi için gereklidir.

Yunan ve Roma rakamlarıyla karşılaştırıldığında, ondalık sistemin on hanesini kullanarak hesap yapmak çok daha kolaydı. Arap dünyası bunu fark edip hesaplamalar için sıfırı da katarak Hint rakamlarını benimsedi. Öte yandan Avrupalılar asırlar boyunca sıfırdan habersiz yaşadı. Sıfır ilk kez Avrupa'ya geldiğinde yabancı, şaibeli ve hatta dine aykırı görüldü.

Sonunda on ikinci yüzyıl İtalyan matematikçisi Fibonacci, Arap matematikçi el-Harezmi'nin yazılarından etkilenip ondalık sistemi ve sıfırı Avrupa'ya başarılı bir şekilde takdim etti. Aslında biz şimdi günlük hayatta kullandığımız rakamlardan "Arap rakamları" diye söz ediyoruz ve "sıfır" sözcüğü Arapçada "boş" anlamına gelen sifr sözcüğünden gelmektedir.”

Timandra Harkness

Sıfır


“Klasik antik dönemin en büyük matematik dehaları bile sıfırı bir sayı olarak düşünemiyorlardı. Bunun telafisini milattan sonra dördüncü yüzyılda sıfır kavramını bulup "0" şeklindeki sembolünü sayı sistemine sokan Hintli matematikçiye borçluyuz.

"Sıfır şimdi düşünce biçimimizde ve teknolojide öylesine merkezi bir yere sahip ki sıfırın bulunuşundan önceki zamanı hayal etmek zor. Sözgelimi sıfır olmasaydı bilgisayarlarda sadece birler olurdu."

Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi, sıfır niceliğinin diğer sayılarda olduğu gibi hesaplamalarda kullanılmasını sağladı. (Sıfırla yapamadığınız tek işlem onu bölmektir!) İkincisi, sembolik bir "sıfır", bir sayının değerinin bulunduğu basamakla gösterildiği, bizim ondalık sistemimiz gibi herhangi bir mantıklı sayı sistemi için gereklidir.

Yunan ve Roma rakamlarıyla karşılaştırıldığında, ondalık sistemin on hanesini kullanarak hesap yapmak çok daha kolaydı. Arap dünyası bunu fark edip hesaplamalar için sıfırı da katarak Hint rakamlarını benimsedi. Öte yandan Avrupalılar asırlar boyunca sıfırdan habersiz yaşadı. Sıfır ilk kez Avrupa'ya geldiğinde yabancı, şaibeli ve hatta dine aykırı görüldü.

Sonunda on ikinci yüzyıl İtalyan matematikçisi Fibonacci, Arap matematikçi el-Harezmi'nin yazılarından etkilenip ondalık sistemi ve sıfırı Avrupa'ya başarılı bir şekilde takdim etti. Aslında biz şimdi günlük hayatta kullandığımız rakamlardan "Arap rakamları" diye söz ediyoruz ve "sıfır" sözcüğü Arapçada "boş" anlamına gelen sifr sözcüğünden gelmektedir.”

Timandra Harkness

Bağlanma Kuramı

Çocuklar ortalıkta olmalı, ama duyulmamalıdır," derdi Viktoryenler. Ne var ki 1950'lerden önce üst orta sınıf ailelerin çoğunda çocuklar genellikle ortada görülmüyordu. Çocuklarıyla çok fazla zaman geçiren ebeveynlerin, onları şımarttığı düşünülüyordu. Anne babalık vazifeleri genellikle bir dadıya devrediliyor ve pek çok anne çocuklarını ancak çay saatinden sonra bir saat kadar görüyordu.

**
[John Bowlby]Bu klinikte çalıştığı sırada çocuk-ebeveyn ilişkileri üzerine bağlanma kuramını geliştirdi. "Ellili ve altmışlı yıllarda Tavistock'ta çalışırken Bowlby bir bebeğin bakıcısına bağlandığı görüşünü öne sürdü," diyor Baron-Cohen. "Bu bağlanmanın niteliği çocuğun sonraki duygusal gelişimini belirliyordu.

"Bu basit bir düşüncedir ve çok açıktır, çünkü günümüzde anne babaların çocuklarını nasıl bir çevrede büyüttüklerine ve onlarla kurdukları ilişkiye dikkat etmeleri gerektiğini biliriz. Fakat Bowlby'nin bağlanma kuramından önce çok az insan bunu açıkça dile getiriyordu.”

**
Bir çocuk hastalıkla veya tıbbi bir müdahale ile başa çıkmaya çalışırken, buna bir de anne baba sevgisinden ayrı kalmak eklenirse, ayrılık çocuk için yıkıcı bir etki yaratabilir.”

**
“İnsanlarda bağlanma üzerine yapılan kapsamlı araştırmalar sayesinde pek çok veri elde edildi. Örneğin, güvenli ve sevgi dolu bir ebeveyn-çocuk bağına sahip olmayan çocuklar, sonraki yıllarda akıl sağlığı sorunlarına ve suç işlemeye daha yatkın oluyorlar. Baron-Cohen'in de belirttiği gibi, "Kayıplar yaşayan, suiistimal veya ihmal edilen çocukların gençlik ve hatta yetişkinlik dönemlerinde bile kişilik bozuklukları sergileme ihtimali çok daha fazladır.”

Penicillium Notatum


I. Dünya Savaşı sırasında enfeksiyondan ölen askerlerin sayısı savaşarak ölenlerden fazlaydı. Bunun nedeni hastalığa yol açan bakterilerdi. Bakterileri öldürmek için önceden antiseptikler kullanılıyordu, ama antiseptikler insan hücrelerini de öldürüyordu. Acilen yeni bir çare bulmak gerekiyordu. Neyse ki 1920'lerin sonuna gelmeden beklenen çare, hem de tamamen tesadüf eseri bulundu.

Alexander Fleming, Londra'daki St. Mary's Hastanesi'nde bulunan laboratuvarından birkaç günlüğüne uzaklaşmıştı. İskoç bakteriyolog üzerinde çalıştığı stafilokok bakterilerini ürettiği birkaç tabağı açıkta bırakmıştı. 28 Eylül 1928'de laboratuvarına döndüğünde eski bakteri tabaklarını ortadan kaldırmaya başladığında gözüne bir şey ilişti.

Bir bakteri tabağında bakteri yetiştirmek için kullanılan jelin üzerinde kara bir küf oluşmuştu. İlginç olan nokta, küfün bulunduğu bölgenin bakterilerden tamamen arınmış olmasıydı. Bu da küfteki bir şeyin bakterileri öldürdüğünü gösteriyordu. Bir dizi testten sonra Fleming, Penicillium notatum olarak teşhis ettiği küfün antibiyotik özellikleri olan ve önceden bilinmeyen bir madde salgıladığını kanıtladı.

Fleming bu maddeye "penisilin" adını verdi. Artık penisilinin bakteri hücrelerinin duvarlarını yıkarak etkisini gösterdiğini biliyoruz. Her ne kadar Fleming'in keşfi tıp tarihinde önemli bir mihenk taşı olsa da o zamanlar penisilin ancak çok küçük miktarlarda üretilebiliyordu ve bizzat Fleming onun herhangi bir klinik uygulamasının olabileceğine inanmıyordu. Öte yandan on yıl sonra, Oxford Üniversitesi'nde çalışan Avustralyalı bir farmakolog ve Alman bir biyokimyacı Fleming'in çalışmasıyla karşılaşınca işler tamamen değişti.

1930'ların sonunda Howard Florey ve Ernst Chain insanların tıbbi tedavisinde kullanılmak üzere yeterli miktarlarda penisilin üretimi konusuna eğildiler. Britanyalı biyokimyacı Norman Heatley'le birlikte ölümcül dozda bakteri enjekte edilmiş fareyi penisilinin kurtardığını göstermeye yetecek kadar penisilin ürettiler. Savaşın içindeki Britanya'nın zor koşulları altında Heatley'in penisilini elde edip saflaştırmadaki yaratıcılığı (örneğin, küfü yapay yolla elde etmek için Radcliffe Kliniği'nin lazımlıklarını kullanması) 1941'de ilk klinik denemeleri insanlar üzerinde yapmak için ilaçtan yeterli miktarda üretilmesini sağladı.

Beyin Haritaları

Bilimciler artık beyin "haritaları" çıkarabiliyorlar ve gönüllü deneklerde kimi duyguları uyararak sadece en derin düşüncelerimizi değil, en karanlık arzularımızı da analiz edebiliyorlar. Sözgelimi, Illinois Northwestern Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, şehvet duygusunun beynin derinlerindeki ilkel limbik sistemde yattığını gösterdiler. Japonya'da Radyoloji Bilimleri Ulusal Enstitüsü'ndeki araştırmacılar yedi büyük günahtan biri olan kıskançlığı araştırırken, beynin kökündeki ventral striatum bölgesinin, denekler başarılı insanlarla ilgili pasajlar okuduğunda aydınlandığını gördüler.


Tuesday, March 17, 2015

Teleskop ve Galileo


“İçbükey ve dışbükey mercekli gözlükler asırlardır kullanılıyordu, fakat Hans Lippershey bir borunun ucuna içbükey mercek, diğer ucuna da dışbükey mercek yerleştirdi. Küçük dürbününün bir ucundan içeri baktığında, nesneler olduğundan neredeyse üç kat daha büyük görünüyordu. Böylece teleskop doğdu.

Galileo bu cihazı duyduğunda ondaki büyük askeri potansiyeli fark etti. Eğer Osmanlı akınları millerce uzaktan tespit edilirse, saldırılara hazırlanmak için daha fazla zaman kazanabilirlerdi. Galileo, 1609 yılının yaz mevsiminde kendi teleskobunu yapmaya koyuldu. Teleskobu sekiz kat büyütebilir hale getirdiğinde, onu Venedik Dükası'na gösterdi. İcattan çok etkilenen düka, Galileo'ya hayat boyu güvence sağlayan sabit bir maaş ve Venedik'te sabit bir ikametgah vermeyi teklif etti.

Özgürce bilim yapma isteğindeki Galileo bu teklifi geri çevirdi. Teleskobunun başka bir kullanım alanını daha buldu. Onu gökyüzüne çevirdiğinde büyütme gücü, Satürn'ün halkaları, Jüpiter'in dört uydusu ve komşumuz ayın yüzeyindeki garip şekiller gibi daha önce kimsenin görmediği manzaraları görmesini sağladı.

Galileo, Ay'ın mükemmel bir küre olmadığını, günümüzde asteroitlerin çarpmasıyla oluştuğunu bildiğimiz kraterlerle kaplı olduğunu görebiliyordu. O zamanlar insanlar yalnızca Dünya'da bulunan varlıkların değişime veya bozulmaya uğradığına inanıyorlardı. Gök cisimlerinin tam birer küre olmayıp kusurlu oluşları fikri dine küfretmekle aynıydı.

Bugün Ay'ı bu kadar ayrıntılı gözlemleyen ilk kişinin Galileo olmadığını biliyoruz. İngiliz astronom Thomas Harriot, Galileo'nun kendi çizimlerini yayınlamasından iki ay önce Ay'ın haritalarını içeren bir günlük yazmıştı. Fakat Galileo her zaman kendi tanıtımını iyi yapan ve çevresi geniş biri olmuştu. Bu sayede pek çok fikri kabul görmüş, hatta 1611'de Papa'yla başarılı bir görüşme bile yapmıştı. Fakat sonunda kilisenin sınırlarını çok zorladı.

Dediğim dedik İtalyan önce bazı Cizvit astronomları fena kızdırdı. Sonra Kopernik'in merkezde güneşin olduğu Güneş Sistemi modelini lafını sakınmadan savunduğu için iyice göze batar oldu, ki sonunu hazırlayan da buydu. Fırsatı kaçırmayan Engizisyon, Kopernikçiliği destekleme yasağını ihlal ettiği için onu suçlu buldu ve Galileo son günlerini ev hapsinde geçirdi.

Teleskop ve Galileo


“İçbükey ve dışbükey mercekli gözlükler asırlardır kullanılıyordu, fakat Hans Lippershey bir borunun ucuna içbükey mercek, diğer ucuna da dışbükey mercek yerleştirdi. Küçük dürbününün bir ucundan içeri baktığında, nesneler olduğundan neredeyse üç kat daha büyük görünüyordu. Böylece teleskop doğdu.

Galileo bu cihazı duyduğunda ondaki büyük askeri potansiyeli fark etti. Eğer Osmanlı akınları millerce uzaktan tespit edilirse, saldırılara hazırlanmak için daha fazla zaman kazanabilirlerdi. Galileo, 1609 yılının yaz mevsiminde kendi teleskobunu yapmaya koyuldu. Teleskobu sekiz kat büyütebilir hale getirdiğinde, onu Venedik Dükası'na gösterdi. İcattan çok etkilenen düka, Galileo'ya hayat boyu güvence sağlayan sabit bir maaş ve Venedik'te sabit bir ikametgah vermeyi teklif etti.

Özgürce bilim yapma isteğindeki Galileo bu teklifi geri çevirdi. Teleskobunun başka bir kullanım alanını daha buldu. Onu gökyüzüne çevirdiğinde büyütme gücü, Satürn'ün halkaları, Jüpiter'in dört uydusu ve komşumuz ayın yüzeyindeki garip şekiller gibi daha önce kimsenin görmediği manzaraları görmesini sağladı.

Galileo, Ay'ın mükemmel bir küre olmadığını, günümüzde asteroitlerin çarpmasıyla oluştuğunu bildiğimiz kraterlerle kaplı olduğunu görebiliyordu. O zamanlar insanlar yalnızca Dünya'da bulunan varlıkların değişime veya bozulmaya uğradığına inanıyorlardı. Gök cisimlerinin tam birer küre olmayıp kusurlu oluşları fikri dine küfretmekle aynıydı.

Bugün Ay'ı bu kadar ayrıntılı gözlemleyen ilk kişinin Galileo olmadığını biliyoruz. İngiliz astronom Thomas Harriot, Galileo'nun kendi çizimlerini yayınlamasından iki ay önce Ay'ın haritalarını içeren bir günlük yazmıştı. Fakat Galileo her zaman kendi tanıtımını iyi yapan ve çevresi geniş biri olmuştu. Bu sayede pek çok fikri kabul görmüş, hatta 1611'de Papa'yla başarılı bir görüşme bile yapmıştı. Fakat sonunda kilisenin sınırlarını çok zorladı.

Dediğim dedik İtalyan önce bazı Cizvit astronomları fena kızdırdı. Sonra Kopernik'in merkezde güneşin olduğu Güneş Sistemi modelini lafını sakınmadan savunduğu için iyice göze batar oldu, ki sonunu hazırlayan da buydu. Fırsatı kaçırmayan Engizisyon, Kopernikçiliği destekleme yasağını ihlal ettiği için onu suçlu buldu ve Galileo son günlerini ev hapsinde geçirdi.

Dünyanın Yuvarlaklığı

“Herhalde en çok kendi adını taşıyan matematik kuramıyla tanınan Pisagor, Dünya'nın yuvarlak olabileceğini öne süren ilk kişiydi. Kuramı destekleyecek sağlam kanıta sahip değildi, fakat tanrıların dünyayı en mantıklı ve en güzel şekilde, yani bir küre olarak yarattıklarına inanıyordu. Yaklaşık yüzyıl sonra Platon bu düşünceyi destekleyerek, bizi dengelemek için dünyanın diğer tarafında başka bir kara kütlesinin olması gerektiğini savundu, ama bu düşünce de felsefi bir varsayımdan öteye geçmiyordu.

Dünya'nın yuvarlak olduğuna dair bilimsel kanıt öne sürmek, Platon'un öğrencilerinden Yunan filozof Aristo'ya düştü. "O zamanlar sağduyu sahibi herkes Dünya'nın düz olduğunu görebiliyordu," diyor Nurse. "Ama Aristo işin doğrusunu biliyordu. Zira takımyıldızların gökyüzünde güneye doğru giden bir yolcu gibi gözüktüğünü ve ay tutulması sırasında Dünya'nın Ay'a düşen gölgesinin yuvarlak olduğunu gözlemlemişti. Bu iki gerçek Dünya'nın aslında yuvarlak olduğunu kanıtlıyordu.

“1966 yılında nadide bir mamut dişi günümüz Ukrayna'sı içinde Mezhiriç'te bulundu. Böyle bir dişin bulunması ilginç olmakla birlikte, özellikle heyecan verici değildi. Buluşu özel yapan, dişin üzerine çizilen haritanın yaklaşık 12.000 yıl öncesine dayanan, bilinen en eski harita olmasıydı. Bu buluşu gölgede bırakabilecek tek harita ise Kerkük yakınlarında bir kil tablet üzerinde bulunan ve 27.000 yıl eskiye uzanan harita olsa gerekti. Kesin olan şu ki, binlerce yıldır evlerinden uzaklara giden insanlar yazılı bir rehbere ihtiyaç duyuyorlar.

MÖ yaklaşık 610 ile 547 yılları arasında yaşayan Yunan filozof Anaximander ilk bilimsel coğrafyacı ve haritacı sayılmaktadır. Onun dünya haritası sadece bildiği karaları içeriyordu ve düz bir tepesi olan silindir bir dünya gösteriyordu. Düz Dünya fikri, Pisagor'un Dünya'nın yuvarlak olabileceğini söylediği MÖ 500 civarına kadar doğru kabul ediliyordu. Pisagor'dan birkaç asır sonra Aristo, Dünya'nın Ay'a düşen gölgesinin yuvarlak olması ve seyyahların güneye yolculuklarında tespit ettikleri yıldızların kuzey yarıkürede görülememesi gerçeğinden hareketle Dünya'nın yuvarlaklığını kanıtladı.”


Kağıt

Çinliler yeni icatları konusunda ketumdular. Rivayete göre Çin ordusu MS 751'de, günümüz Kırgızistan'ında Talas Savaşı'nda yenilgiye uğradıktan sonra iki esir, kağıdın nasıl yapıldığını söyleyene kadar işkence gördü ve sonra günümüz Özbekistan'ındaki Semerkant'ta bir kağıt fabrikası inşa edildi.

Yüzyıllar boyunca kağıt yapımı teknolojisi İpek Yolu olarak bilinen ticaret yolları ağı boyunca yavaş yavaş gelişti. Bağdat'ta incelikli kağıt yapımı işleminin seri üretimi gerçekleştirildi ve kağıt hamurunu elle dövmek için havan tokmağı ve havanı kullanan geleneksel Çin yönteminin yerini otomatik demir çekiç aldı.

Kağıt yapımı teknolojisi Avrupa'ya ancak aradan yüzyıllar geçtikten sonra gelebildi. Onuncu yüzyılda İspanya ve Sicilya'da söz konusu teknoloji kullanılmaya başladı, ama bu teknolojinin Kuzey Avrupa'ya ulaşması için on beşinci yüzyılı beklemek gerekti. İngiltere'de bilinen ilk kağıt fabrikası 1490'da Stevenage yakınlarında inşa edildi.

Dünyayı Değiştiren 100 Fikir


·        Antonio Meucci, günümüzde telefonun ilk örneğini icat eden kişi olarak itibarını geri aldı. 1871'de icadının patentini fiilen almış, ama 1874'te patentini teminat altına alması için gereken 250 doları bulamamıştı. Onunla aynı laboratuvarı paylaşan Alexander Bell fırsatı değerlendirerek Meucci'nin cihazını geliştirdi ve 1876'da cihazın patentini almak için gereken parayı buldu.

Böylece Meucci patent almaya yetecek kadar parayı bulamamanın ceremesini çekti. Ama bu durumu yaşayan tek kişi o değildi. Bugün bile çok başarılı mucitler haklarını kaybediyorlar.”



·        Kendisine bir servet kalan Fransız Antoine Lavoisier zengindi, çok zengin. Aynı zamanda da hükümet adına ücret karşılığında vergi toplayarak yozlaşmış bir sistemden besleniyordu. Bu yüzden Lavoisier ve karısı Marie'nin pazar günleri laboratuvarlarına kapanarak, farklı kimyasal maddelerle saatlerce deney yapmaktan daha fazla hoşlarına giden bir şey olmaması şaşırtıcı olsa gerek.

·        Norveç'teki Stavanger Üniversitesi ve Fransa'daki Marseille Üniversitesi'nden bilimcilerin yaptığı son araştırma bir şeyi yazıya dökmenin, onu daha iyi hatırlamamızı sağladığını göstermiştir.

·        Psikoloji tarihinde en büyük buluş, Freud psikolojisinin yanlış olduğunu gösteren kanıttır."

·         “Freud'un yanlış teorilerinin çoğunun, kısmen uyuşturucu kullanmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Teorileri yıllarca bilimi büyük ölçüde etkiledi, hatta sanatı çok daha fazla etkiledi. Dolayısıyla Freud'un hatalı teorilerinin çürütülmesi, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında, psikoloji alanındaki başlıca yeniliktir.” (Richard Wiseman)


İbn-i Heysem ve Bilimsel Yöntem

İbn-i Heysem MS 965 dolaylarında şimdi Irak diye bilinen Basra'da dünyaya geldi. Pek çok alanda bilgi sahibiydi, fizikten, astronomi ve psikolojiye varıncaya dek her şeyde kuramlar geliştirip deneyler yapardı. Optik üzerine yazdığı çığır açan kitabı, Newton sahneye çıkana kadar 650 yıl boyunca bu alandaki başlıca kaynak oldu. Nil Nehri'ni sulamaya dönük mühendislik projesinde yapabileceğinden daha fazlasını vaat ettiği için Halife'yi kızdırmasının ardından bir süre göz hapsinde tutulmasına rağmen, hayatı boyunca 200'ün üzerinde eser kaleme aldı.

Fakat İbn-i Heysem herhalde en çok bilimsel yöntemin öncüsü olarak tanınır, onun sıkı tahmin ve gözlem sistemi bilimsel deneyin temellerini attı. Sırf bundan dolayı Ay'ın yüzeyinde bir asteroit ve kratere isminin verilmesini ve Irak'ın ulusal zenginliği payesini hak ettiği söylenebilir, yüzü 10.000 dinarlık banknotlarda yer almaktadır.