Kalkmadan önceki son sözleri şunlardı: “Böyle bir teşbih doğru mu bilmiyorum ama manevî bağışıklık sistemini güçlendirmeli. Eskimeden, yıpranmadan, günahlara batıp çıkmadan hayatı sürdürmek çok zor. Öyle virüsler musallat oluyor ki işte o zaman şeytan çöküyor başımıza ve manevî savunma mekanizmamız iflâs ediyor. Çok küçük argümanlara alt-üst ediyor manevî hayatımızı.”
Odasının kapısını açarken, “Dua etmeli.” diyordu bize. “Dua...”
***
Beynim öylesine dolu ki her bir neronun üzerinde elli tane problem var.” dedi üç-dört kişinin bulunduğu salonda öğlenden sonra. Kaç günden beri iç dünyasına kapanmış; halk ile beraber olmada zaruret sınırlarının dışına çıkmıyor. Namazda, dua saatinde kendisini görme şansınız var. Rabbisi ile baş başa, kimseye açmadığı, açamadığı ve ihtimal açsa da kimsenin anlamayacağı dertleri ile hemhal. Yaşanmaz bir hayat. Stres değil katiyen. İmanı olan, eşya ve hâdiselerin perde ötesine nüfuzu olup kaderi planda her şeyi görebilen veya yorumlayabilen kişilerin stresi olmaz. Kendisi demişti yıllar önce böylesine bir sözü. “Müminde stres olmaz.” diye. Bu tespitin izahı bir önceki cümlede gizli. Onun için birkaç gündür devam eden bu hâle, kutsal hafakan da diyebiliriz kutsal hüzün de. Hüznün, gamın, kederin sadece Allah için duyulduğu bir zirve burası. Hayatı kendisi için yaşayanların değil; daha ötesi ferdî planda dünyada ukbayı kazanmak için mücadele edenlerin de değil; “Milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyen yaşatma ideali ile dopdolu insanların ancak ulaşabilecekleri bir zirve.
***
“İmanını marifetle bezeyemeyen, yol yorgunluğundan kurtulamaz. Marifetini aşk u muhabbetle derinleştiremeyen, formalitelerin ağında can çekişir durur. Aşk ve muhabbeti Sevgiliye ulaşma yolunda kulluğa bağlamayanlar da, sadakatlerini ifade etmiş sayılmazlar.”
***
“Bir insanın kadrini kıymetini bir yaptıklarından bir de düşmanlarından hareketle takdir edebilirsiniz.”
***
“Fakirlik ne büyük nimet değil mi? Hiç kimseye diyet ödemek zorunda kalmıyor insan.”
***
“Allah katında en faziletli cihat, zalim sultanın önünde doğruyu söylemektir.” (Hadis)
***
“Bazen müminin rekabeti kafirin küfründen daha fazla zarar verir.”
***
İnsanın medeniyet tasavvuru inançlarına ve kabullendiği değerler sistemine göre oluşur, şekillenir. Şöyle ki, aşağıdan yukarıya üçe bölünmüş bir piramit düşünün. En üstünde insanın inancı ve o inancın insana yap veya yapma şeklindeki emir ve yasaklarının mefhumundan çıkartılan ilkeler ve prensipler vardır. İnsan amelleri bu ilke ve prensiplerin ete kemiğe bürünmüş şeklidir ve piramidin ikinci bölümünü yani ortasını oluşturur. İmanının derecesine, seviyesine göre meselâ namaz kılar veya kılmaz, hırsızlık yapar veya yapmaz, faiz alır veya almaz. Söz konusu ameller aynı zamanda insan kimliğini, şahsiyetini ve karakterini oluşturan en önemli unsurdur. Zira Müslüman kimlik Kur’ân âyetleri ve peygamber buyrukları, ulema içtihadının üst sırada yer aldığı soyut ilkelerle değil, onların hayata yansıtıldığı somut amellerle belirlenir. Piramidin üçüncü ve el alt kısmında yer alan şey ise sözünü ettiğimiz amellerin cereyan ettiği ve edeceği sosyal, siyasal, kültürel, dinî zemindir. Medeniyet bu üçünün birlikteliği ile oluşur ve hayata geçer. Bu üçü arasındaki uyum veya uyumsuzluk medeniyetin adını, şeklini, rengini, desenini, mahiyetini belirler.
Efendimiz ve hulefa-i raşidin dönemi sözünü ettiğim uyumun zirve noktasında yaşandığı dönemdir. Zemin de, ameller de, ilkeler de birbirini desteklemiş ve karşımıza bugün bile övünerek söylediğimiz İslâm medeniyeti zuhur etmiştir. Daha sonraki dönemlerde bu üçü arasındaki birlikteliğin aynı şekliyle devam ettiğini söylemek imkânsızdır.
Neden devam etmemiştir? İnsan fıtratı, zaafları, ihtiyaçları, zaruretleri devreye girmiş ve bunlar zaman zaman da olsa en alt zeminde hayatını devam ettiren insanların önce amellerine, sonra da inançlarına etki etmiştir. “Faiz haram ama bu devirde başka çare yok.” İşte tam da bu anlattığımız hususa örnek verilebilecek bir tekerlemedir. İnsanın para ihtiyacı veya para kazanma hırsı onun amelini inancına rağmen yapmasını netice vermiştir. Kim bilir bazılarında olduğu gibi belli bir müddet sonra bu inanç kırılması onu “Faiz de alış veriş gibidir.” noktasına kadar götürecek ve ortada ne inanç, ne de ona bağlı ilke ve prensip kalacaktır.