Friday, October 14, 2016
Ateşten Gömlek
Menfezi geçtikten sonra Polatlı’nın arkasından Karadağ’a kadar hayli ehemmiyetli bir meyil ile bir sırt daha karşımıza çıktı. Soldan gidip meyli aşacağız.
Deniz fırtınasından pek korkardım. Bir gün Marsilya’dan gelirken azim bir fırtınaya tutuldum. Fırtına başlarken daha vapur kayık gibi çalkanmaya, beyaz köpüklerin üstünde kendini kaybetmeye başladı. O zaman kaptanın ve tayfanın yüzünü mütemadiyen aramıştım ve her defasında henüz tehlike dakikasının gelmediğine inanıyor ve korkumu asıl tehlikenin vüruduna talik ediyordum. Kendi kendime:
— Eh fena dakika geldiği zaman korkarım, diyordum.
Deniz azıyor, azıyor, ben yine kumanda mevkiinde kaptanın dalgalar arasında yüksek sesle kumandasını takip ediyordum; bu ses bana garip bir teselli ve sükûn veriyordu. Burada da, bu korkunç sükûn içinde de, top seslerinin kulakları patlatan iniltileri arasında da İhsan’ın ve küçük zâbitlerin insan sesinden ziyâde çelik sesine benzeyen kısık kumandalarını dinliyor, etrafa yavaş yavaş ekmeye başladığımız arkadaş naaşlarını aşıp giderken korkacak dakikanın gelmediğine kani oluyordum.
İşte mitralyöz tıkırtıları... İşte top, işte kurşun vızıltıları. İşte mütemadiyen yere serilen atlı ve yaya askerler. Hâlâ korkmuyorum. Ne garip şey... Harpte yegâne korkunç şey insanın korkusu galiba. Hezimet ve ricat olmayan yerde meğer korku yokmuş. Harp ne basit bir şey.