“Kendisi hakkında fikir sahibi olmama”, postmodern dönem insanının başlıca karakter özelliklerinden. Üstelik bu basitçe şuursuzluktan ibaret değil. Kendinden bîhaberliğe, genellikle, azıcık izan sahibi herkesi affallatıcı bir pişkinlik, en ufak dokunuşta tın tın öttüğü halde sahibinin altın dolu küp muamelesi yaptığı çakma özgüven, bunları biraraya getirince otomatikman salgıladıkları küstahlık eşlik ediyor.
Ortaya çıkan ve bazen virüsvârî, herkesi sinsice hasta eden, bazen yırtıcı hayvan misali görünür kanlı telefat yaratan sonuçlardan biri, hiçbir özel vasfı, becerisi olmadığı halde her şeye hakkı olduğuna inanan insanlar. Birörnek giyinen, birörnek konuşan, ses tonlarından dahi ayırt edilmeleri zor olan ama her biri kendini dünyanın en özgün bireyi sayan canlılar. Bu canlı türü herhangi bir amaca, hedefe ulaşmak için herhangi bir özel beceri edinmek, mazallah birşeyler öğrenmek, aman! hele hele emek harcamak durumunda değildir. Kendisi, kendisi olduğu için her şeye hakkı vardır, her şey onun olmalıdır, filan…
Mesele çıkmasın, kötüsünden reklamı olmasın diye adını vermiyorum, zaten her tarafta görüyorsunuzdur, vaktiyle spor ayakkabılarından başladığı işi şimdi büyütmüş olan bir giyim firması, dünyanın fakirlikten nisbeten uzak büyükşehirlerinde yaşanan hayat hakkında daha kolay felsefe yapılabilsin diye kıymetli bir hizmet sunuyor.
**
1980’ler sonrasının postmodern ortamında boy veren, yazımın başlangıcında ucundan dokunabildiğim “canlı türü”nün, bugün artık insanın “doğal ortamı” sayabileceğimiz, gelişmiş ülkelerdeki ve gelişmemiş ülkelerin gelişmiş şehirlerindeki hakimiyeti ile bu musibet arasında münasebet var gibi.
Bu konudaki sorgu kolay bitmez; pek çok soru sorulabilir:
Algı operasyonu denen şeyin feriştahıyla mı karşı karşıyayız? Bütün bu “sen”ler, “kendin”lerle atomize edildikleri için mi insanlar özgün olabilmek için aslında başkalarıyla aynı şeyleri giydiklerini fark edemiyorlar?
Yoksa -burada esas soruya yaklaşıyoruz- aslında başkalarını mı fark edemiyorlar? Burada sanki bir ideoloji aşamasına bile gelemiyoruz. Daha baştan, etrafa bakarken görememe hali var gibi.
Peki bu atomize oluş (ediş!) bir ülke sınırları içindeki insan topluluğunu toplum olmaktan çıkmaya doğru sürüklemiyor mu? Böylece, eğitimsiz geniş kitleler, propaganda teknolojisinin ustalıklı kullanımıyla, onların, hepsinin kılınmış, aslında pekâlâ daracık bir çevreye, zümreye, kimi zaman tek bir lidere ait duygusal hedef etrafında birleştirilebiliyor, anti-demokrasi rejimine destek edilirken, öbür yanda, kendini bireysel özgürlüklerinin engin ummanında yüzmekte sanan sen’ler, kendin’ler, havası her an kesilebilecek, istendiği anda yemsiz bırakılabilecek bir akvaryumda birörnek geziniyorlar.
’80’lar sonrasının az buçuk gelişmiş kapitalist şehrinde boy veren, kendini biricik sanan, çünkü görmez-duymazlaşmış sen-kendin bireyi, asgarî ilkokul bilgisiyle kofluğu anlaşılacak zırvalara şehvetle inanmaya hazır, çünkü eğitimsiz bırakılmış kitle, yalanı sağlam imal edip düzgün paketlemeye bile ihtiyaç duymayan, çünkü ahlâksız yönetici-siyasetçi, dahası, utanç verici eylemlerini yalanla örtmeye gerek duymayan, çünkü gücü ele geçirmiş, onunla ilerleyebileceğini gözüne kestirmiş, “yaptımsa yaptım”cı muktedir… bunların hepsi aynı paketin unsurları mıdır?
Sadece soruyorum :)
Ümit Kıvanç
P24 BLOG