Sunday, May 14, 2017

Kaderci Osmanlılar ve Veba







William Loftus Balkanlar'da karşılaştığı bir Türk'e ne düşündüğünü sorduğunda aldığı cevap şudur: "Her şey Allah'tan! Ne düşünebilirim ki, hiçbir şey!" Türklerin kaderciliği imgesel olarak Avrupalının gözünde genellikle onların huzur ve sakinliklerinde yatıyordu. Bacaklarını "terziler gibi" bükerek, yani bağdaş kurarak oturan Türkler çoğu zaman bu sahneye eşlik eden nargileleri ve bahçelerine dalıp giden bakışlarıyla birleştiriyordu. Her şeyi Allah'a havale ettikleri gözlemlenen Müslümanların eylemsizliği ise bu kaderciliğin bir uzantısı olarak algılanıyordu.

Bu kaderci eylemsizliğin Avrupalıyı en çok dehşete düşürdüğü alan Türklerin veba karşısındaki sakinlikleriydi. Henry Blount Türklerin vebadan sakınmamalarına, korkmamalarına, özellikle de kendilerini korumaya çalışmamalarına hayret eder. Gemide vebalı bir hizmetçi ölünce diğerleri yanında yerler, içerler, hatta cesedi götürüldükten yarım saat sonra onun yatağında yatmakta bile bir sakınca görmezler. Bunu yapmamaları gerektiğini söyledikleri zaman "alınlarını işaret edip ne zaman öleceklerinin doğdukları zaman alınlarına yazıldığını" ifade ederler. Buna benzer bir olay Edirne yolunda da olur. Göğsü açık veba belirtileriyle dolu bir askeri arabaya alırlar. Orada bulunan yeniçerilerden biri daha önceki şekilde alnını işaret ederek kaderciliğini gösterir. 


Türklerin her yedi yılda bir imparatorluk turu yapan vebaya kaderci yaklaşımları doğaya ya da medeni dünyaya aykırı mı bulunur acaba? Kesinlikle evet. Tâ'un, yani veba karşısında ne karantina ne de tecrit vardır.  Han, bozahane, hamam ve diğer kamusal alanlarda bile tedbir alınmaz. Her şeyden önce Türklerin "sağduyunun gerektirdiği önlemleri" almadıkları görülür. Vebayı Allah göndermiştir, bunun iyi bir sebebi vardır ve zamanı gelince de Allah vebayı bitirecektir. Avrupalının şaşkına döndüğü hareketlerden biri de Türklerin vebadan ölen ferdin giyeceklerini ve yatağını hasta olmayan akrabalarına dağıtmalarıdır.[98] Hastanın insanlarla iletişiminin kesilmesi, bir yere kapatılması ise söz konusu bile olamaz. Bir insan özellikle hasta olduğu zaman evin tüm konforunu kullanmayı hak eder. Hasta olduğu için onu bunlardan ayırmak insanlık dışı ve zalimcedir. Dışarıdan bakılınca daha da korkunç görünen, hastanın sadece ailesiyle karışması değil, hamamlarda sağlıklı insanlarla bir arada bulunmasıdır.

Battista da Türklerin veba karşısındaki rahatlığından şaşkınlığa düşenlerdendir. Türklerin hiçbir tedbir almadıklarını, kapalı bir yer yapmadıklarını, karantinaya almadıklarını ve iyileştirici ıtırlar kullanmadıklarını belirtir. Hastalık, hastalardan sağlıklılara geçmesin diye yaşama alanlarını ayırmadıklarını, karmakarışık yaşadıklarını, söz gelimi baba öldüğünde oğlunun babasından kalan hastalıklı giysileri giymekte bir beis görmediğini yazar.[99]

Diğer bir taraftan İranlılar, Türklerin aksine, takdire şayan bir sağduyu göstererek hastalarını hemşirelere emanet ederler ve dış dünyayla olan tüm ilişkilerini keserler. Ölecek olursa evinin tüm pencereleri açılır.  Hastanın her şeyi yakılmadan önce ev ahalisi eve dönmez. Ev dezenfekte edilir, buharla temizlenir, duvarlar ve tavan yeniden boyanır. Dolayısıyla Doğu'da vebadan ölenler söz konusu olduğunda en az ölen İran'dadır.