Aldous Huxley‘in “Cesur Yeni Dünya“sı George Orwell‘ın “1984“ünden yaklaşık 17 yıl önce basılmış bir kitap; hatta Orwell’ın Huxley’den etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Eserlerin kurgulandığı zamanlar farklıdır. Orwell -kitabın adından da anlaşılacağı gibi- kendi distopyası için 1984 yılını belirlerken, Huxley daha uzak bir gelecek (26. yüzyıl) öngörmüştür. Her ikisi de birer distopya örneğidir. Zaman zaman “Cesur Yeni Dünya” için ütopya olduğu şeklinde bir değerlendirme yapılmasına rağmen daha çok distopya özellikleri taşımaktadır. Aslında olmayan, tasarlanmış olan ideal toplum anlamına gelen ütopya için Platon‘un Ütopyası, Farabi‘nin Erdemli Toplumu, Thomas More‘un Ütopyası ya da Francis Bacon‘un Ütopyası örnek olarak verilebilir. Distopya, kelimeyi ilk kullanan kişi olan John Stuart Mill tarafından “kötü bir yer” anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla tam olarak ütopyanın olumsuz karşılığı değildir.
Orwell’ın betimlediği dünyada -sonradan icat edilen- gerçekliğin, denetim altında tutulabilmesi için ‘bellekten’ ve ‘geçmişten’ yani, bireysel ve toplumsal hafızadan yoksun bırakılmaya çalışılan bir toplumdan bahsedilir. 1984 Distopyası’nın baskıcı devletinde geçmiş yıllara ait bütün kayıtlar ya yok edilmiş ya da çarpıtılmıştır; bütün kitap, gazete ve tarihi vesikalar yeniden yazılmış, sokak cadde ve yapılar yeniden adlandırılmıştır. Evlerin her odasında bulunan ve onların özel hayatlarına müdahale edebilen, onları yatak odalarından dahi izleyen ‘tele ekran’ sistemi her köşebaşından bizi izleyen kameralara, evimizin içinden bizi şekillendiren, çocuklarımızı eğiten (öğüten) televizyon ve bilgisayarlara şaşırtıcı derecede benzer. Orwell’ın özgün bir tanımlaması olan (“Biri Bizi Gözetliyor” yarışmasının isim babası) Büyük Biraderise paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden, kısaca her yerden toplumdaki bireyleri göz hapsinde tutmaktadır.
Huxley’in betimlediği dünyada ise insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir; tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; toplumun ihtiyacına göre insanlar, önceden saptanan nitelik ve ölçülere göre fabrikalarda üretilir ve özel merkezlerde büyütülürler. Genetik yöntemlerle aynı işte çalışacak çok sayıda özdeş insan üretilebilmektedir. Tüp bebeklerin kalıtımları, çalıştırılacakları işlere göre önceden belirlenmiştir. Belli bir şartlandırma ve “soma” adı verilen zevk verici bir içecek vasıtasıyla, bireylerin kendi konumlarından memnun olmaları sağlanmıştır. Çocuklar fabrikalarda üretildiği ve devlet tarafından yetiştirildiği için evlilik ve aile ortadan kalkmıştır. İnsanın kültürel varlığı ve tarih bilinci de yok edilmiştir. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve uyuşturucu kullanımında bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür.
Orwell’in uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönünde. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerkliklerinden ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yok. Huxley’e göre insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklarıdır. Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okuyacak kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi bilgiden yoksun bırakacak olanlardan, Huxley ise pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar aşırı bilgiye boğacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatın bizden gizlenmesinden, Huxley ise insanların bir süre sonra hakikati umursamamasından korkuyordu. Orwell insanların acı çekerek denetlenişini anlatıyordu. Huxley’e göre ise denetleme insanları hazza boğarak gerçekleştiriliyordu.
Orwell’ın fikirlerinin çoğunun günümüz toplumlarında modası geçmiş gibi gözükmektedir. Oysa Huxley’i desteklercesine insanlık teknolojiden ve teknolojiyi kullanmaktan gayet memnun gözüküyor. Hemen herkes artık bilgisayar kulanıyor. Bilgisayarlar ve akıllı cihazlar beynimizi daha az kullanmamıza yol açıyor. Hayatımızı büyük oranda teknolojik kölelik yönlendiriyor. En kötüsü de insanların mevcut konumdan rahatsızlık duymaması. Hayatımızda 1984’e benzer tehditler bulunsa da, asıl tehlikenin etrafında olan biteni umursamayan, hedonistik bir topluma dönüşümüzde yattığını söyleyebiliriz. Çünkü baskılara karşı bir çeşit direnme refleksi geliştirmek olası iken, hedonist bir toplumun -sanal- mutluluktan uyanması için bir neden ortada kalmamış gözükmektedir.