Wednesday, May 27, 2015

Bereketli Hilal’in Geri Kalışı



Evcilleştirilebilir mevcut hayvan ve bitki türlerinin toplanmış olduğu bir bölge olduğu için bir zamanlar en öne geçen Bereketli Hilal'in daha başka zorlayıcı coğrafi üstünlükleri yoktu. Bu öncülüğün yitirilişi güçlü imparatorlukların batıya doğru kayışı olarak ayrıntılarıyla incelenebilir. MÖ dördüncü binyılda Bereketli Hilal devletlerinin ortaya çıkışından sonra, güç merkezi önceleri Bereketli Hilal'de kaldı, Babil, Hitit, Asur, Pers gibi imparatorluklar arasında el değiştirdi. MÖ dördüncü yüzyıl sonunda Büyük İskender'in Yunanistan'dan Hindistan'a kadar bütün gelişmiş toplumları Yunan egemenliği altına almasıyla birlikte güç artık bir daha geri döndürülemez biçimde batıya kayış yönünde ilk adımını atmıştı.

MÖ ikinci yüzyılda Roma'nın Yunanistan 'ı ele geçirmesiyle birlikte daha da batıya kaydı ve Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bir kez daha Batı ve Kuzey Avrupa'ya kaydı. Bu kaymaların gerisinde yatan başlıca etmenler bugünkü Bereketli Hilal'i eski haliyle karşılaştırırsanız apaçık ortaya çıkar. Bugün "Bereket Hilal" ve "yiyecek üretiminde dünya birincisi"gibi sözler saçmadır. Eski Bereketli Hilal'in büyük bir bölümü bugün çöldür, yarı çöl, step ya da tarıma elverişli olmayan, toprak kayması geçirmiş ya da tuzlanmış arazilerdir. Bugün petrol gibi yenilenemeyecek tek bir kaynağa bağlı olarak bölgenin bazı uluslarının zenginliği, bölgede çoktan beridir devam etmekte olan esas yoksulluğu ve kendi kendini besleme zorluğunu gözlerden saklamaktadır.

Oysa eskiçağlarda Bereketli Hilal'in ve Yunanistan da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz'in büyük bir bölümü ormanla kaplıydı. Bölgenin verimli ormanlık arazilerinin, toprakları aşınmış makiliklere ya da çöle dönüşmesinin nedenlerini eski bitkileri inceleyen botanikçiler ve arkeologlar açıklığa kavuşturdular. Ormanlık bölgelerde tarım arazileri açılmış, kereste elde etmek, odun olarak yakmak ya da alçı elde etmek için ağaçlar kesilmiştL Yağış az olduğu, bu yüzden de (yağışla orantılı olarak) birincil üretkenlik düşük olduğu için, bitki örtüsünün yenilenme hızı özellikle çok sayıda keçinin fazlaca otladığı yerlerde yok edilme hızıyla yarışamadı. Ağaç ve ot örtüsü gidince toprak kayması arttı, vadiler alüvyonla doldu, öte yandan yağışın az olduğu yerlerde sulama tarımı yüzünden toprak tuzlandı. Cilalı Taş Çağı'nda başlayan bu süreçler çağımıza kadar sürdü. Örneğin, bugünkü Ürdün 'de eski Nebatilerin başkenti olan Petra yakınlarındaki son ormanlar 1. Dünya Savaşı'ndan hemen önce Hicaz demiryolu yapılırken Osmanlı Türkleri tarafından yok edildi.

Sonuç olarak, Bereketli Hilal ile Doğu Akdeniz toplumları ekolojik açıdan kırılgan çevre koşulları içinde var olma bahtsızlığına uğradılar. Ekolojik olarak kendi kaynaklarının tabanını yok ederek kendi kuyularını kazdılar. En eski toplumlardan, doğudaki (Bereketli Hilal'deki) toplumlardan başlayarak her bir Akdeniz toplumu kendi kuyusunu kazarken güç batıya kaydı. Kuzey ve Batı Avrupa bu akıbete uğramaktan kurtuldu ama orada yaşayan insanlar daha akıllı olduğu için değil, daha fazla yağış alan, bitki örtüsünün çabucak yeniden büyüdüğü daha dayanıklı bir çevrede yaşamak gibi bir şansa sahip oldukları için böyle oldu. Kuzey ve Batı Avrupa'nın büyük bir bölümü,
yiyecek üretimi buralara ulaştıktan 7000 yıl sonra hala verimli durumda ve yoğun tarıma elveriyor. Aslında Avrupa, tarım ürünlerini, hayvan varlığını, teknolojisini, yazı sistemini Bereketli Hilal 'den almıştı, Bereketli Hilal o zamanlar önemli bir güç ve yenilik merkezi olarak kendi kendisini yavaş yavaş baltalar durumdaydı.

Bereketli Hilal Avrupa karşısındaki o çok ileri konumunu işte böyle kaybetti.

Avustralya

Avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla geçinmek, mala mülke, barınağa fazla yatırım yapmamak ve göçebelik, ENSO yüzünden kaynaklarına bel bağlanamayan Avustralya'nın koşullarına uyumun en mantıklı yoluydu. Bir bölgedeki koşullar kötülediğinde yerliler koşulların bir süreliğine iyi olduğu bir başka yere gidiyorlardı. Ürün vermeme olasılığı olabilen birkaç tarım bitkisine bel bağlamak yerine, hepsinin aynı anda ürün vermeme
olasılığının bulunmadığı çok çeşitli yaban yiyeceklere dayalı bir ekonomi geliştirerek tehlikeyi en aza indirdiler. Düzenli aralarla kaynak sıkıntısı ve açlık çeken dalgalı nüfuslara sahip olmak yerine, iyi giden yıllarda yiyecek bolluğundan yararlanan, kötü giden yıllarda idare edebilen küçük nüfuslara sahip oldular.

Avustralya yerlilerinin yiyecek üretiminin yerine yaptıkları şeye "yangın tarımı" denir. Yerliler toprağı işlemeksizin çevrelerindeki doğa parçasını yenebilir bitki ve hayvan verimini artıracak şekilde değiştirip kullanabiliyorlardı. Düzenli aralıklarda doğa parçasının büyük bölümünü bile bile yakıyorlardı. Bunun çeşitli işlevleri vardı: Yangın hayvanların kaçmasına yol açıyordu, böylece hemen öldürülüp yenebilirlerdi; sık çalılık bölgeler yangından sonra açık alan haline geliyordu, insanlar daha kolay dolaşabilirdi; bu açık alanlar Avustralya'nın başlıca av hayvanı olan kanguruların tam aradıkları yaşama alanıydı; yangınlar hem kanguruların besini olan taze otların hem de yerlilerin besini olan eğrelti köklerinin büyümesini hızlandırıyordu .

Avustralya yerlilerinin çöl insanları olduklarını düşünürüz ama çoğu öyle değildi. Nüfus yoğunlukları yağışlara (çünkü karada yetişen yaban bitkileri ve hayvansal yiyecekler üzerinde yağışlar etkiliydi) ve denizlerdeki, ırmaklardaki, göllerdeki su ürünlerinin bolluğuna bağlı olarak değişiyordu. Yerlilerin nüfusunun en kalabalık olduğu yerler Avustralya'nın en yağışlı, en verimli bölgeleriydi: Güneydoğudaki Murray- Darling ırmak
sistemi, doğu ve kuzey sahilleri, güneybatı köşesi. Bu bölgeler günümüz Avustralyasında da en kalabalık Avrupalı göçmen nüfusları barındıran yerlerdir. Yerlilerin çöl insanları olduklarını sanmamızın nedeni, Avrupalıların onları öldürmesi ya da beğendikleri bölgelerden kovmaları sonucu yalnızca Avrupalıların beğenmedikleri yerlerde yerli nüfusların kalmış olmasıdır.

Monday, May 25, 2015

İhlâs

İhlâsı ve Allah rızasını hareketlerine temel ve esas yapmayan bir kişi, kendi tarafında olmayanlara karşı üstünlük ve ayrıcalık ister; hedefi, maksadı Allah rızasından sapar. Eline imkân ve hüküm geçerse, kendi tarafında olanları seçer; artık adaletle iş göremez. Böylece mânevî hayatını ve Allah’a karşı kulluğunu mahvetmiş olur. Boynuna bir sürü insanın hakkını ve hukukunu geçirmiş olur. Sırf kendi tarafını tuttuğu için kabiliyetsiz, niteliksiz, bilgisiz ve beceriksiz insanları mühim yerlere yerleştirir. Bu durumda da koca bir milletin mağduriyet günahını üzerine almış olur. Böyle bir suçun altından kalkmak, teker taker her mağdur için hesap vermek ise hiç kolay olmasa gerektir.



Yeni Gine


Yeni Gine'nin nüfusu toplam olarak az olduğu gibi, engebeli arazi yüzünden binlerce küçük nüfusa bölünmüştü: ovalık arazinin büyük bölümünde bataklıklar, yüksek bölgelerde birbirini izleyen dik yamaçlı dağ sırtları, dar kanyonlar, hem ovaları hem yayiaları çevreleyen sık ormanlar. Yeni Gine 'de alan çalışması yaparken yanıma aldığım Yeni Gineli yardımcılarımla, açılmış bir yol üzerinde bile olsa, günde beş kilometre yol almayı büyük başarı sayıyordum. Geleneksel Yeni Cine 'deki dağlıların çoğu hayatlarında evlerinden 15 kilometreden fazla uzaklaşmamıştır.

Araziden kaynaklanan güçlüklerle, Yeni Cine'deki obalar ya da kabileler arasındaki ilişkilerin tipik özelliği olan ve aralıklarla sürüp giden savaşlar, Yeni Cine'nin dilsel, kültürel, siyasal parçalanmışlığının nedenlerini oluşturmaktadır. Dünyada Yeni Gine'deki kadar çok sayıda dilin bir araya toplandığı bir yer yoktur:
Dünyadaki 6000 dilin 1000 tanesi Teksas'tan biraz daha büyük bir bölgenin içine sığışmış ve onlarca dil ailesiyle birbirinden İngilizce ile Çince kadar farklı tek tek dillere bölünmüştür. Yeni Gine dillerinden yarısı neredeyse 500 kişinin konuştuğu dillerdir, en büyük (yine de alt tarafı 100.000 kişinin konuştuğu) dil grupları bile siyasal olarak yüzlerce köye bölünmüştür, bu köyler de başka dilleri konuşan köylerle savaştıkları gibi birbirleriyle de amansızca savaşmaktadır. Bu küçük toplumların her biri kendi başına şefleri ve zanaat erbabını besleyemeyecek ya da metal işleme teknolojisini ve yazıyı geliştiremeyecek kadar küçüktü.



Şeflikler

Bugün ekonomik açıdan önemsiz uzak topraklarda devlet denetimi dışında birkaç oba ve kabilenin hala varlığını sürdürmesine karşın, tamamıyla bağımsız şeflikler yirminci yüzyıl başlarında ortadan yok oldu çünkü genellikle devletlerin göz koyduğu en iyi toprakları işgal ediyorlardı. Yine de MS 1492'de Amerika Birleşik Devletleri'nin doğusunda, ulusal devletlerin denetimine henüz geçmemiş Güney ve Orta Amerika'nın, Afrika'da Sahra'nın güneyinin verimli bölgelerinde, bütün Polinezya'da çoğunlukla şeflikler hala yaygındı. Arkeolajik bulgulara bakılırsa şeflikler Bereketli Hilal 'de MÖ 5500 dolaylarında, Mezoamerika ve Andlar'da MÖ 1000 dolaylarında ortaya çıktı. Şimdi gelin, şefiikierin ayıncı özelliklerine bakalım, bu özellikler çağdaş Avrupa ve Amerikan devletlerininkinden, aynı zamanda obalarınkinden, basit kabile toplumlarınınkinden çok farklıdır.

Nüfus açısından şeflikler kabilelerden hayli büyüktü, nüfusları birkaç bin ile birkaç on bin arasında değişirdi. Bu büyüklük iç çatışmalara ciddi bir zemin oluşturuyordu, çünkü şeflikte yaşayan herhangi bir kimse için şeflikteki öteki insanların büyük bir çoğunluğu kendisiyle ne kan ne evlilik bağı olan, ne de adlarını bildiği kişilerdi. Aşağı yukarı 7500 yıl önce şefliklerin ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar, tarihte ilk kez, yabancılarla düzenli olarak karşılaşmayı ve onları nasıl öldürmeleri gerektiğini öğrenmek zorunda kaldılar.



Din ve Devlet Bütünlüğü

Son Buzul Çağı 'nın sonlarında dünya nüfusunun çoğu bugünkü Fayularınkine benzer toplumlarda yaşıyordu, o zamanlar daha karmaşık bir toplumda yaşayan insanlar yoktu. MS 1500 gibi yakın bir geçmişte, dünyadaki toprakların, işleri bürokratların yürüttüğü, yasalarla yönetilen devletler halinde, sınırlarla bölünmüş kısmı % 20'yi bulmuyordu . Bugün Antarktika dışında bütün topraklar böyle bölünmüş durumda. Merkezi yönetim ile örgütlü bir din sahibi olmayı en erken başaran toplumların torunları sonunda çağdaş dünyanın hakimi oldular. Yönetim ile din bileşimi, mikroplar, yazı ve teknolojiyle birlikte tarihin genel seyrini belirleyen en yakın dört ana etmenden biri olarak işte böyle işlev gördü.

Afrika ve Avrupa



Afrika'nın yarışa böyle önden başlamış olmaktan kaynaklanan üstünlüklerine
bir de son derecede farklı iklimlere, yaşam çevrelerine ve dünyada eşi görülmemiş bir insan çeşitliğine sahip olmanın üstünlüğü ekleniyordu. Dünyayı 10.000 yıl önce ziyaret
eden başka bir gezegenden gelmiş biri, Avrupa'nın en sonunda Afrika'nın Sahra altı bölgesindeki imparatorluğun uyruğu olmuş devletlerden oluşacağı öngörüsünde bulunsaydı, anlayışla karşılanabilirdi.

Avrupalılar Afrika'yı sömürgeleştirdiyse bunun, beyaz ırkçıların sandığı gibi, Avrupalı halkların Amerikalı halklardan farklı olmasıyla bir ilgisi yok. Daha çok coğrafi ve biyocoğrafi rastlantılarla ilgisi var -özellikle de kıtaların yüzölçümleri, eksenleri, yaban bitki ve hayvan türü takımları arasındaki farklılıklarla. Yani, Amerika ile Avrupa'nın tarihsel yörüngeleri arasındaki fark taşınmaz mal varlıkları arasındaki farktan kaynaklanıyor.

Afrika ve Avrupa



Afrika'nın yarışa böyle önden başlamış olmaktan kaynaklanan üstünlüklerine
bir de son derecede farklı iklimlere, yaşam çevrelerine ve dünyada eşi görülmemiş bir insan çeşitliğine sahip olmanın üstünlüğü ekleniyordu. Dünyayı 10.000 yıl önce ziyaret
eden başka bir gezegenden gelmiş biri, Avrupa'nın en sonunda Afrika'nın Sahra altı bölgesindeki imparatorluğun uyruğu olmuş devletlerden oluşacağı öngörüsünde bulunsaydı, anlayışla karşılanabilirdi.

Avrupalılar Afrika'yı sömürgeleştirdiyse bunun, beyaz ırkçıların sandığı gibi, Avrupalı halkların Amerikalı halklardan farklı olmasıyla bir ilgisi yok. Daha çok coğrafi ve biyocoğrafi rastlantılarla ilgisi var -özellikle de kıtaların yüzölçümleri, eksenleri, yaban bitki ve hayvan türü takımları arasındaki farklılıklarla. Yani, Amerika ile Avrupa'nın tarihsel yörüngeleri arasındaki fark taşınmaz mal varlıkları arasındaki farktan kaynaklanıyor.

Yerleşik Hayat ve Teknoloji Tarihi

Yerleşik hayat teknoloji tarihi bakımından çok önemliydi çünkü insanların taşınamaz mülkler edinmelerine olanak veriyordu. Göçebe avcılar ve yiyecek toplayıcılar taşınabilir teknolojilerle yetinmek zorundaydılar. Sık sık yer değiştiriyorsanız ve ne taşıtınız ne de yük hayvanınız varsa küçük bebeklerden, silahlardan, kesin olarak gerekli, taşınabilecek kadar küçük en az sayıda eşyadan başka bir mülkünüz olmaz. Konar göçer haldeyken sırtımza bir de çömlekler, matbaa makineleri yüklenemezsiniz. Bazı teknolojilerin insanı hayrete düşürecek derecede erken ortaya çıkışını ve uzun süre bu teknolojilerde hiçbir gelişmenin olmamasını belki de bu somut güçlükle açıklayabiliriz. Örneğin, seramiğin belgelenmiş ilk örnekleri bugünkü Çekoslavakya'nın bulunduğu bölgede 27.000 yıl önce ateşte pişirilmiş küçük kil heykelciklerdir, bunlar bilinen en eski (Japonya'da 14.000 yıl önce) ateşte pişirilmiş kil kaplardan da eskidir. Çekoslavakya'nın aynı bölgesinde, aynı döneme ait olarak ilk örmecilik örnekleri de bulunmuştur, oysa bilinen belgelenmiş en eski sepet 1 3.000 yıl öncesine, bilinen en eski kumaş dokuması yaklaşık 9000 yıl öncesine aittir. Bu çok eskiye ait ilk adımlara karşın ne çömlekçilik ne de dokumacılık, insanlar yerleşik hale gelene ve çömlekleri, dokuma tezgahlarını taşıma sorunundan kurtulana kadar kanatlanmadı.

Yiyecek üretimi yerleşik hayata ve mülk edinmeye olanak sağlamanın yanı sıra bir başka nedenden dolayı da teknoloji tarihinde önemli rol oynadı. İnsanlık tarihinde ilk kez yiyecek üreten köylülerin beslediği, yiyecek üretmeyen uzmanlardan oluşan, ekonomik bakımdan uzmanlaşmış toplumların ortaya çıkması mümkün oldu. Ama bu kitabın 2 .Kısmı 'nda yiyecek üretiminin farklı kıtalarda farklı zamanlarda ortaya çıktığını görmüştük. Ayrıca bu bölümde gördüğümüz gibi, yerel teknoloji hem asıl kaynağı hem de sürdürülmesi bakımından yalnızca yerel icatlara bağlı değildir, başka yerlerden yayılacak teknolojilere de bağlıdır. Böyle olduğu için de teknoloji genelde, yayılmayı engelleyecek coğrafi ya da çevresel engellerin bulunmadığı kıtalarda çok hızlı yayıldı, hem kıtanın kendisinde hem de başka kıtalarda. Son olarak da, bir kıta üzerindeki her toplum bir teknolojinin icat edilmesi, sahiplenilmesi için yeni bir fırsatı temsil eder, çünkü toplumlar başka başka pek çok nedenden dolayı yenilikçilik te büyük farklılıklar gösterirler. Bu yüzden de diğer bütün her şeyin eşit olduğunu kabul edersek, teknolojinin en hızlı geliştiği yerler, çok kalabalık nüfuslu, olası pek çok mucidin, birbiriyle yarışan pek çok toplumun yaşadığı geniş, verimli bölgelerdir.

Şimdi şu üç etmen konusundaki farklılıkların -yiyecek üretiminin başlama tarihinin, yayılmayı önleyen engellerin, nüfus büyüklüğünün- kıtalararasında gözlemlenen teknolojik gelişme farklılıklarına nasıl doğrudan doğruya yol açtığını özetleyelim. Avrasya (aslında Kuzey Afrika da içinde olmak üzere) dünyadaki en büyük kara parçasıdır, üzerinde birbiriyle yarışan en çok sayıda toplumu barındırır. Yiyecek üretiminin ilk kez başladığı iki merkez de bu kara parçası üzerindedir: Bereketli Hilal ve Çin. Ana ekseninin doğu-batı yönünde olması, Avrasya'nın bir köşesinde benimsenmiş pek çok icadın Avrasya'nın başka yerlerinde benzer enlemlerde, benzer iklimlerde yaşayan toplurnlara bir oranda hızlı bir biçimde yayılmasına olanak vermiştir. Güney-kuzey ekseni yönündeki genişliği Amerika kıtalarının Panama Kıstağı 'ndaki darlığıyla karşıtlık oluşturur. Amerika ve Mri.ka'nın. ana eksenleriyle kesişen aşılmaz çevresel engeller orada yoktur. Sonuç olarak Avrasya'da teknolojinin yayılmasını önleyecek coğrafi ve çevresel engeller öteki kıtalardakilere göre daha aşılabilir cinsindendir. Bütün bu etmenler sayesinde Avrasya Pleyistosen sonrası dönemde teknolojinin ivme kazanmaya ilk başladığı yer ve sonuçta en büyük yerel teknoloji birikiminin oluştuğu kıtaydı.

Kuzey ve Güney Amerika genellikle ayrı kıtalar olarak görülürler ama milyonlarca yıldır birleşiktirler, benzer tarihsel sorunları vardır, Avrasya ile karşılaştırılırken birlikte ele alınabilirler. Amerika kıtaları dünyanın, Avrasya'dan hayli küçük, ikinci büyük
kara parçasını oluştururlar. Bununla birlikte coğrafi ve çevresel olarak parçalanmış durumdadırlar: Yalnızca 65 kilometre genişliğinde olan Panama Kıstağı aslında Amerika'yı coğrafi olarak ikiye böler, o bölgedeki Darien yağmur ormanlarıyla, Kuzey
Meksika çölleri de çevresel olarak aynı şeyi yapar. Çöl, Mezoamerika'nın ileri insan topluluklarını Kuzey Amerika topluluklarından ayırırken, kıstak da Mezoamerika'nın ileri toplumlarını Andlar'daki ve Amazon'daki toplumlardan ayırır. Ayrıca Amerika
kıtalarının ana ekseni güney-kuzey eksenidir, bu da yayılmanın çoğunlukla aynı enlem kuşağı boyunca sürmek yerine derece derece enlem (ve iklim) değiştirerek ilerlemesine yol açar. Örneğin, tekerlek Mezoamerika'da bulundu, lamalar Orta Andlar'da MÖ 3000'den önce evcilleştirildi ama 5000 yıl sonra Amerika'nın biricik yük hayvanıyla biricik tekerleği hala buluşamamıştı; oysa Mezoamerika'nın Maya toplumlarıyla İnka İmparatorluğu'nun kuzey sınırı arasındaki uzaklık (2000 km) tekerlek ile atı paylaşan Fransa ile Çin'in arasındaki uzaklıktan (10.000 km) çok daha azdı. Bu nedenler bana kalırsa Amerika'nın teknolojik bakımdan niçin Avrasya'nın gerisinde kaldığını açıklıyor.

Afrika'da Sahra'nın güneyi dünyanın üçüncü büyük kara parçasıdır, Amerika kıtalarından hayli küçüktür. İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde Avrasya açısından Afrika, Amerika kıtaları için olmadığı kadar ulaşılabilir bir yerdi ama Sahra çölü Güney Amerika'yı Avrasya'dan ve ayrıca Kuzey Afrika'dan ayıran hala en önemli çevresel engeldir. Afrika'nın kuzey-güney ekseni de teknolojinin hem Avrasya ile Sahra'nın güney bölgesi arasında hem de Sahra'nın güneyinde yayılmasını ayrıca engeller. Bu ikinci engellemeye bir örnek vereyim : Çömlekçilik ile demir madenciliği Avrupa'ya ne zaman geldiyse Amerika'da Sahra'nın güney bölgesinde (ekvatorun kuzeyindeki) Sahel kuşağına da o zaman geldi ya da orada o zaman ortaya çıktı . Bununla birlikte çömlekçilik Afrika'nın güney ucuna MS 1yılına kadar ulaşamadı, metal işleme teknolojisi ise Avrupa'dan gemilerle en güney uca gelinceye kadar karayı aşıp oraya ulaşamamıştı.

Son olarak Avustralya en küçük kıtadır. Yağış ve verimlilik oranının Avustralya'nın çoğu yerinde düşük olması besleyebileceği insan sayısı bakımından aslında o kıtayı daha da küçük hale getirir. Ayrıca en yalıtılmış kıtadır. Bir de yiyecek üretimi orada
yerel olarak hiç başlamamıştır. Bu etmenler bir araya gelince Avustralya yakın çağlarda hala metal ürünlere geçememiş tek kıta olarak kalmıştır.

Kıtaların 10.000 yıl önceki, yani yiyecek üretimi tam başlamadan önceki nüfusları bilinmiyor, ama hiç kuşku yok ki hepsi aynı sıraya göre diziliyorlardı, çünkü bugün en verimli bölgelerin pek çoğu 10.000 yıl önce avcılar ve yiyecek toplayıcılar için de verimli bölgelerdi. Nüfus farklılıkları apaçık ortada: (Kuzey Amerika da dahil) Avrasya 'nın nüfusu hemen hemen Amerika'nınkinin 6 katı, Afrika'nınkinin hemen hemen 8 katı,
Avustralya'nınkinin 230 katı. Kalabalık nüfus demek daha fazla sayıda mucit, birbiriyle yarışan daha fazla sayıda toplum demektir.

Yüzölçümü, yayılma kolaylığı, yiyecek üretiminin başlama tarihi bakımından kıtalar arasındaki farkların teknolojinin ortaya çıkışı üzerindeki bütün bu etkileri, teknoloji kendi kendisini hızlandırdığı için daha da abartılı boyutlara ulaşmıştır. Avrasya'nın
başlangıçtaki hayli önemli üstünlüğü böylece 1492'de çok öne geçmesini sağladı -insan zekasının değil Avrasya'nın belli coğrafi özellikleri sağladı bunu. Benim tanıdığım Yeni Gineliler arasında da gizli Edison'lar var. Ama onlar yaratıcılıklarını kendi durumlarıyla ilişkili teknolojik sorunları çözmeye yönlendiriyorlar: Onların sorunu gramofon icat etmek değil, Yeni Gine'nin sık ormanlarında, dışardan hiçbir şey almadan hayatta kalmak.