Kimlik öyle bir çırpıda verilmez, yaşam boyunca oluşur ve değişir. Pek çok kitapta bunlar söylenmiş ve uzun uzun açıklanmıştır ama bir kez daha altını çizmenin zararı yok: doğarken içimizde var olan kimlik öğelerimiz pek fazla değil - bazı fiziksel özellikler, cinsiyet, renk... Hatta orada bile her şey doğuştan gelmiyor. Cinsiyetimizi belirleyen elbette sosyal çevremiz değil ama bu aidiyetin yönünü belirleyen gene de o; Kabil'de kız doğmakla Oslo'da kız doğmak aynı anlamı taşımıyor, kadınlık aynı biçimde yaşanmıyor, ne de kimliğin başka hiçbir öğesi... Renk konusunda da benzer bir gözlemde bulunabiliriz. New York'ta, Lagos'ta, Pretoria'da ya da Luanda'da siyah olarak doğmak aynı anlamı taşımaz, kimlik açısından neredeyse aynı rengin söz konusu olmadığı bile söylenebilir. Nijerya'da doğan bir çocuk için kimliğinin en belirleyici öğesi beyaz değil de siyah olmak değildir, ama sözgelimi Haoussa değil Yoruba olmaktır. Güney Afrika'da siyah ya da beyaz olmak belirleyici bir kimlik öğesi olmayı sürdürmektedir; ama en azından etnik aidiyet -Zulu, Xhosa, v.b.de bir anlam taşır. Birleşik Devletler de Yoruba köklerle Haoussa köklerden gelmek arasında hiç- bir fark yoktur; etnik köken daha çok Beyazlar -İtalyanlar, İngilizler, İrlandalılar ve diğerleri- […]
Gene de, göçmenlerle ilişkilerin farklı bir yaklaşımla ele alınması halinde bu tür sorunların daha kolay çözüleceğine inanıyorum... Dilinizin küçümsendiğini, dininizle alay edildiğini, kültürünüzün aşağılandığını hissederseniz, farklılığınızın işaretlerini abartılı bir gösterişle sergileyerek tepki verirsiniz; tersine, size saygı du yulduğunu hissettiğinizde, yaşamayı seçtiğiniz ülkede bir yeriniz olduğunu hissettiğinizde daha farklı davranırsınız. Kararlı olarak ötekine gitmek için başınız dik ve kollarınız açık olmalıdır, ancak başınız dikse kollarınız açık olabilir.