Şûrânın maaşlı memurlarla yürütülmesi beraberinde bir kısım problemleri de getirir…
Ayrıca “Şura” yazısında şu önemli hususa da dikkat çekilmektedir: “Onun periyodik olarak icra edileceğine dair herhangi bir nass olmadığı gibi, maaşlı ve ücretli adamlarla yürütüldüğüne dair de herhangi bir işaret mevcut değildir. Teşrî döneminden sonraki tatbikat ise bizi bağlamaz. Zaten, şûrânın maaşlı memurlarla yürütülmesi beraberinde bir kısım problemleri de getirir…”
Önceki yazıda istişareye ilgili her kesimden temsilcilerin katılması gerektiği üzerinde durulmuştu. Bu katılanların maaşlı ve ücretli insanlardan olması gerekmemektedir. Aksine maaşlı memurlarla istişarelerin yapılması bir takım problemleri beraberinde getirecektir. Bu insanlarda, açık ya da gizli (şuuraltlarında) maaşlarından olmamak ve işlerini kaybetmemek için yönetim ile karşı karşıya gelmeme endişesinin olması mümkündür. Dolayısıyla fikirlerini ifade ederken tam manasıyla hakperest olamamaları tehlikesi vardır. Bu hususa binaen denetim faaliyetlerinde bağımsızlık ilkesi önem arzetmektedir. Deneticiler eğer maaşlarını denetledikleri şahıs ve kurumlardan alıyorlarsa gerçek anlamda bağımsız hareket edememektedirler. Çünkü ortada bir “conflict of interest” yani menfaat çatışması sözkonusudur.
Hizmetin ilk yıllarında istişareler Hizmet’ten maaş almayan insanlar ile yapılmaktaydı. İstişare heyetleri büyük kısmı itibarıyla üniversite öğrencisi olan insanlar, esnaflar ve hizmet dışında kendi işlerini yapan, hizmetle maddi bir ilişkisi olmayan bağımsız insanlardan oluşmaktaydı. Böyle olunca da Hizmet’ten herhangi bir beklentileri söz konusu değildi. Beklentisiz ve bağımsız olmaları sebebiyle, alınan kararlarda herkes Allah (cc) rızasını gözetiyor, fikirlerini hür iradeleri ile çok rahat ortaya koyabiliyor ve kimse bunun karşısında bir hazımsızlık ortaya koymuyordu. Bu durum, o dönemki yapılan hizmetlerde sebep sonuç ilişkisi ile izah edilemeyecek ölçüde başarıların elde edilmesini sağlamıştı.
Bugünkü yaşanılan süreçin öncesinde ise istişarelerin yapıldığı insanların ekseriyeti, maaşlı çalışan yani hizmetten maaş alanlardan oluşmaktaydı. Maalesef bu durum istişarelerin sağlıklı yapılabilmesinin önünde bir engel teşkil ediyordu. Süreç ile beraber zaruri olan bir takım görevler dışında artık hizmetten maaş alanların sayısında ciddi miktarda azalma gerçekleşmiştir. Hizmet hareketine mensup olanların ekseriyeti artık başka işlerde çalışıyorlar veya çalışmak zorundadırlar. Bu gerçekleşen durum, istişarelerin daha sağlıklı yapılmasına da önemli katkılar sağlayacaktır. İstişarelerde tabi ki hizmetten maaş alan bir takım görevli insanlar da bulunacaktır ama istişare ekiplerinin ekseriyetinin bağımsız yani hizmetten maaş almayan insanlardan oluşturulması bir zarurettir ve gelinen noktada kaçınılmazdır.
**
Diğer taraftan Hocaefendi kıdemlerin ve makamların kullanılarak istişarelerin fikirleri dayatma yerleri olmaması gerektiği ile ilgili şu önemli tesbitleri yapmaktadırlar: “O halde dile getirilen görüşlerden birisinin zerre kadar hayır ağırlığının söz konusu olduğu bir yerde; ne kıdemin, ne unvanın, ne makamın ne de parmakla gösterilen biri olmanın etkisi söz konusu olamaz. Aksine hakikat orta yerde dururken bütün bunları bir kredi olarak görme ve baskı unsuru yapma meşveretin ruhunu tahrip etme demektir.
Karşı tarafı dinleme saygısını gösteremeyen ve sürekli kendi düşüncelerini doğru gören kimse esasında nefsini put haline getirmiş bir zavallıdır. Nefsi karşısında rükû ve secdeye varan böyle bir zavallı ise din ve hizmet adına konuştuğunu zannetse de, hakikatte nefsi hesabına konuşuyor demektir.Dolayısıyla onun ortaya koyduğu düşünceler hep reaksiyona sebebiyet verecek, tepkiyle karşılanacaktır.”
İstişarelerde kıdem ve kredilerini kullanma zaafı olan insanların bu egoist ve bencilce tavırları istişarelerin yümün ve bereketini alıp götürecektir. Halbuki, Hz. Üstad, Münazarat’ta ortaya konan fikirleri sadece kendisi söylediği için kabul etmemeleri gerektiği ile ilgili şunları söylemektedir: “Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız; bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız; bana reddediniz, gönderiniz.”
Osman Şahin