‘Namaza kalktığın zaman tekbir getir ve namaza başla. Sonra bir miktar Kur’ân oku. Sonra rükûa git ve azaların sükûnet buluncaya, oturaklaşıncaya kadar rükûda kal (başka bir rivayette; ‘mafsalların kendilerini salıp gevşeyinceye kadar‘). Sonra başını rükûdan kaldır ve vücudun dimdik oluncaya kadar secdeye gitme. Sonra secdeye var ve azaların oturaklaşıncaya kadar secdede kal. Sonra secdeden başını kaldır ve vücudun oturma durumunda sükûnet buluncaya kadar otur. Sonra tekrar secdeye git ve azaların sükûnet buluncaya kadar da kalkma... ve bütün namazlarını böyle kıl.’”
Bu ve benzer delillerden hareketle, içlerinde Hanefi mezhebinden İmam Ebû Yusuf’un da olduğu fukahanın pek çoğu, tadil-i erkâna riayeti farz kabul etmişlerdir. Hanefi mezhebinde fetvaya esas olan görüşe göre ise vaciptir. Dolayısıyla namaz eda edilirken, mutlaka tadil-i erkâna riayet edilmelidir. Kanaatimce tadil-i erkâna farz diyenlerin görüşünü amelde esas almak ihtiyata daha muvafıktır. Madem bunu söyleyen müçtehit imamlar kendilerini tamamen Kur’ân’a vermiş; Kur’ân ve Sünnet’i anlamayı hayatlarına gaye edinmiş büyük insanlardır, onların aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda ihtiyata muvafık olanla amel etmek en doğru hareket tarzıdır.
Bu, namazın bütün rükünlerini ve esaslarını usûlüne uygunca yerine getirmek, onu matlaşmaya ve renk atmaya maruz bırakmadan hep ilk günkü neşve içerisinde devam ettirmeye çalışmaktır. Bunun için namazda Kur’ân-ı Kerim’i uzunca okuyup kıyamı uzatma, rükû ve secdede uzunca durma gibi hususlar da çok önemlidir. Bir yönüyle esas olan, rükünlerin hakkıyla yerine getirilmesi ve meşakkatlerine katlanılmasıdır. Çünkü bu rükünlere hakkıyla riayet etmek, insana her namazda ayrı ayrı buudlar kazandıracaktır.