Muhakkikîn-i ulema, namazın rükünleri arasında yer alan secdeyi, “insanın ulaşabileceği en son zirve” olarak kabul eder ve “Diğer rükünler, secdeye ulaşabilmek için birer basamak hükmündedir.” derler. Evet, insan, abdest ile başlayan huzur-u ilâhiye çıkma ameliyesinde çeşitli safhalardan geçer ve Allah Resûlü’nün ifadesiyle, “Kulun Rabbine en yakın olduğu…” mekâna, yani secde hâline ulaşır. Yalnız burada önemli olan, secdedeki insanın, Rabbi ile olan kalbî münasebeti ve duyduğu, hissettiği şeylerdir.
Mesela namaz kılan bir mü’min, kıyamda dururken, “Rabbim, şayet Sen teşrî kılmasaydın, Sana karşı nasıl kulluk yapılır ben bilemezdim; Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun!”; rükûda “Bu hâlim benim ubûdiyetimi ifade etmede yeterli mi, değil mi bilemiyorum ama Efendimiz’i örnek alarak yapabildiğim kadar yapmaya çalışıyorum, Sen kabul eyle!” ve secdede; “Eğer muktedir olsaydım Allahım, başımı ayaklarımdan da aşağıya koyardım.” gibi düşüncelerle namazın her bir rüknünü duya duya eda etmelidir.
**
Tahiyyata oturma, kulun, namazda terakki için çabalaması ve bütün gayretini sarfedip sonuçta bitip tükenmesinin ifadesidir. Kul, vücudunda ne kadar enerjisi, dimağında ne kadar duyarlılığı, ruhunda ne kadar heyecanı var ve hisleri ne kadar uyanıksa bütününü Rabbine terakki için kullanacak, sonra da tahiyyata oturacaktır.