Monday, January 24, 2022

Kahır Toplumu

 

Gökhan Bacık, Ahval

Doğduğum köyde hiç balık yemeyen insanlar vardı. Hatta bunlar balık pişirilen bir eve girmezdi.

Bunun nedeni tarihsel bir trajediden kaynaklanıyordu: Ruslardan kaçan Çerkesler, gemilerle Karadeniz’i geçerken pek çokları hastalıktan yahut açlıktan ölmüştü. İnsanlar ölmüş yakınlarını (belki anne belki baba belki evlat) çaresizce denize atmak zorunda kalmışlardı. Kimbilir, bu ölülerin bazılarını balıklar yemişti. 

Belki de bu kahredici çaresizlik içinde ölülerini denize atanlar böyle düşünmüştü.

Canları malları telef olan bu insanların hakkını kimse soramadı. 

Yapan yaptığı ile ölen öldüğü ile kaldı.

Daha da ötesi, pek çok Çerkes bugün Rusya ile yakınlaşmanın mimarı partilere oy veriyor.

Halbuki mazlumlar her zaman haksızlığın hesabının sorulacağı bir günü bekliyor.

Avrupa’da, ülkesini terk etmiş pek çok insanın konuşmalarını süsleyen bir cümle var: 

“Bir gün hukuk geri gelince…”

Bu cümle, bir zamanlar hukukun Türkiye’de var olduğunu varsayıyor.

Peki bu zaman ne zamandı? Türkiye’de ne zaman hukuk vardı? 

1988 mi? 1998 mi? 2008 mi? 2005 mi?

Öyle bir zamana geri dönsek, bizim fark etmediğimiz ne çok mazlum bulacağız.

Belki de bugün Türkiye’de mutluluk içinde yaşayanlar da ileride bir zaman diliminde mazlum olacaklar ve “bir gün hukuk geri gelince” diyerek cümleler kuracaklar.

16 yaşında intihar eden Bahadır’ın cenazesine elleri bağlı getirilen babanın hıçkırıkları o yüzden bize şunu hatırlatıyor: 

Türkiye bir kahır toplumudur.

Bu kahır toplumunda kastlar vardır, zamanlar vardır. Herkes başka bir kasttır. Herkes başka bir zamanda yaşar. 

Bir kast ezilirken diğer kast mutlu olabilir. 

Bir zamanı yaşayanlar ağlarken diğer zamanı yaşayanlar gülebilir.

Şimdi biz (tabii öncelikle Türkiye’deki KHK’liler) toplumun en alt kastını oluşturuyoruz. 

Bunları dövmek, tutuklamak, mallarına el koymak mümkün ve meşru.

Bu açıdan, her devirde Türk toplumunun paryaları var olmuştur. Parya, ancak kırık veya eski kap kullanır. Parya olduğunu belli edecek bir işaretle boyanmış olmalıdır. Mesela eski zamanda bir parya at bile alamazdı. O ya bir eşeğe binecektir yahut yürüyecektir.

Bahadır da babası da birer paryaydı. Çocuk kendini öldürdü. Babası elleri bağlı oğlunun cenazesine getirildi.

Bugün bir KHK’li paryadır.

Alt kastın bir üyesidir.

Toplum buna üzülüyor mu?

Maaşlarına zam yapılan emekliler ve asgari ücretlilerin bir kısmı son anketlerde tekrar AKP’ye dönmüşe benziyor.

Muhakkak üzülenler de var. Ancak ağır bir rejim karşısında insanların bir şey yapması kolay değil. Ama bütün olumsuzluklara rağmen uğraşan didinen aydınlar, gazeteciler ve siyasiler de var.

Üzülmeyenler de vardır.

Takip ettiği siyasi partiye göre dünyayı algılayanlar için Bahadırlar ve diğerleri tam aksine ‘hak ettikleri’ bir durumdadır.

Rakamlar da önemli. Devletin sopa ile oradan buraya sürüklediği insanların sayısını toplasan 3-5 milyon. Kalan büyük kalabalık, günlük hayatı içinde yaşıyor. Yüzlerce yıldır süren bu model bir alışkanlığa dönmüş:

Bir grubun hakları sistematik yok edilirken insanlar onu yok sayıp yaşamaya alışmış.

Yüzlerce yıldır terbiye tezgahından geçmiş bir büyük kabalık bu. “Böyle gelmiş böyle gider” ezberi içinde tek başına itiraz etse bile bunun bir şeyi değiştirmeyeceğine ikna olmuş. Hal böyle olunca yok saymaktan başka sığınılacak yöntem kalmamış: İnsanlar hiç yokmuş gibi yapıyor.

Hiç yokmuş gibi yapmanın tuhaf sonuçları da var: Bir yansıtma ile bütün yabancı milletler kötü ilan ediliyor. Bütün bu hamasi lafların, altına işeyen çocuğun “bunu komşunun oğlu yaptı” demesinden hiçbir farkı yok. Aslında bunlar bir züğürt tesellisi.

Bu hamasetin büyüklüğü aslında memleketin sorunlarının büyüklüğünü gösteriyor.

Zaaflar büyüdükçe hamaset büyüyor.

Haksızlıklar arttıkça bayrak büyüyor, caminin kubbesi büyüyor.

Haksızlıklar arttıkça bunları örtmek için işe yarayacağı düşünülerek “daha çok vatan daha çok ezan daha çok bayrak” muhabbeti yapılıyor.

Kahır toplumunda o yüzden haksızlıklar dinsel ve milli bir tören hatta bazen ibadet havası içinde gerçekleşiyor.

Meşhur hikayedir:

Çin’de bir köye yağmur yağmış içenler delirmiş. Bu suyu iki arkadaş içmemiş. Ancak herkes delirdiği için onlara deli muamelesi yapmışlar. Çaresiz iki arkadaş sonunda suyu içmiş.

Halihazırda Türkiye hikayedeki bu Çinli köy gibi bir yer.

Ya kahrolup yaşayacaksın yahut kalabalığa karışıp yok olacaksın.