Bir krala, pek zengin ve pek kudretli bir ölümlü gözüyle kim
bakmaz? Ama, onun ruhu itibara layık hiçbir sıfatla süslü değilse, sahip olduğu
şeylerden memnun değilse, o gerçekten pek fakir değil midir? Ruhu birçok kötü
tutkunun egemenliğine boyun eğmekte ise, o tutsakların en aşağısı değil midir?
Bu dünyanın bütün diğer şeyleri hakkında böyle usa vurmalar yürütülebilir.
Fakat bu örnek yeterlidir. Belki bana bütün bu usavurmalar nereye varıyor, diyeceksiniz,
nereye vardığını şimdi göreceksiniz. Aktörler rollerini oynarken biri gelip
onların maskelerini söküp atarak seyircilere doğal çehrelerini gösterirse,
sahneyi bozmaz mı? Bir çılgın gibi tiyatrodan dışarı atılmayı hak etmez mi?
Fakat bu olunca her şeyin hemen yüzü değişir: kadın bir
erkek olur, delikanlı da bir ihtiyar, krallar, kahramanlar, tanrılar o anda
gözden kaybolurlar ve yerlerinde yalnız birtakım sefiller, maskaralar görülür.
Hayal mahvolmakla piyesin uyandırdığı bütün ilgi mahvolur. İşte bu kılık
değiştirme, bu gizlenmedir ki seyircinin gözlerini sahneye bağlar. Fakat hayat
nedir? Böyle şekillere girmiş olan insanlar, sahneye çıkarlar, rollerini
oynarlar ve tiyatro sahibi bazen kıyafetlerini değiştirdikten, onları kâh
kralların görkemli erguvanı içinde, kâh esaret ve sefaletin iğrenç
paçavralarına bürünmüş olarak gösterdikten sonra, nihayet sahneyi terk etmeye
zorlar.