Sunday, May 8, 2016

Özsaygı ve Delilik

Özsaygı her tarafa birbirinden farklı bin bir tarzda mutluluk yaymıyor mu? Bir tanesi maymun kadar çirkin olduğu halde kendini Niera kadar güzel sanır; öteki kendine bir ikinci Eukleides nazarıyla bakar, çünkü pergel yardımıyla birkaç eğri çizmeyi başarmıştır. Bir üçüncü müziğe, kılıktan yana doğanın en büyük sillesini yemiş eşekten daha fazla yeteneği olmadığı, sesi horozun sesi kadar nahoş ve kısık olduğu halde, Hermogenes kadar iyi şarkı söylediğini sanır. Yukarıdakiler kadar hoş bir delilik türü de hizmetlerinde bulunanların erdem ve hünerleriyle -sanki Tanrı bunları kendilerine bahşetmiş gibi- gururlanan ve övünen kimselerin deliliğidir. Seneca'nın söz ettiği şu mutlu zengin işte böyle idi. Bu adam ne zaman bir masal anlatsa, yanında daima, isimleri kendisine gizlice söyleyecek hizmetkârlar bulundururdu ve hayatı artık bir solumalık nefesten ibaretken en ünlü pehlivanlarla cenge cüret etmeye hazırdı, çünkü yanında bulunan bütün tutsakların gücüne sahip olduğuna inanırdı.

Burada güzel sanatlarla uğraşanlardan söz etmeye gerek var mı? Bunların hepsinde özsaygı o kadar doğaldır ki, dâhilik ününü terk etmektense babadan kalma küçük servetlerinin bütününü terk etmeye razı olmayan belki aralarında bir tane yoktur. Özellikle, aktörler, müzisyenler, hatipler ve şairler böyledirler. Ne kadar az hüner sahibiyseler, o derece kibirli ve gururludurlar. Bununla beraber, bütün deliler, kendilerini alkışlayan başka deliler bulurlar; zira bir şey ne kadar sağduyunun karşıtı ise, o kadar çok hayranı kendine çeker; en fena şey, her zaman çoğunluğu okşayan şeydir.
**
Doğa, özsaygının mutlu armağanlarını yalnız bireylere vermiş değildir.

Genellikle her kavim, her millet, hatta her şehir bunlardan oldukça bol nasibini almıştır, ingilizler, güzel adam, iyi müzisyen ve ziyafetlerinde cömert olmakla övünürler. İskoçyalılar, asaletleri, unvanları, krallarının hanedanı ile olan akrabalıkları ve skolastik tartışmalardaki olağanüstü incelikleri ile iftihar ederler. Fransızlar, nezaket iddiasındadırlar; Parisliler, özellikle Sorbonne'larında en bilimsel teoloji okuluna sahip olmakla gururlanırlar. Edebiyat ve söz söyleme sanatına sadece kendilerinin sahip olduklarına inanan italyanlar, kendilerini dünyanın barbarlık karanlıklarına dalmamış biricik kavmi sanırlar.

Aralarında bu tatlı yanılgıyı en fazla yaşayanlar Romalılardır; eski Romalıların büyüklüğünü sayıklar ve onlardan bir şeyler aldıklarına iyice inanırlar. Venedikliler, asaletlerini düşünmekle, Grekler bilimlerin kurucuları olduklarını düşünüp eski kahramanlarının sıfatlarını kendilerine takmakla mutludurlar. Türkler ve yeryüzünün dörtte üçünü kaplayan şu sayısız barbarlar, doğru dine girmiş olmakla övünürler, boş inanç sahibi alçak kimseler saydıkları Hıristiyanlara yukardan bakarlar. Çok daha mutlu olan Yahudiler meşinlerini tatlı tatlı bekleyerek yaşar ve bu arada daima Musa'nın dinine bağlı kalırlar. İspanyollar dünyanın en büyük askerleri geçinirler; yüksek boylarından gururlanan Almanlar, sihirden anladıklarını, büyük sihirbaz olduklarım iddia ederler.