Marc-Olivier Jodoin, Unsplash |
Bir gün, hiç unutamıyorum, Mustafa Polat Bey’i telefonla aradım. Neler konuştuğum bütünüyle hatırımda değil. Fakat şunları söylediğimi zannediyorum: “Sağa, sola durmadan tecavüz ediyorsunuz. Ben bunu Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edemiyorum.” Ben bunları söyleyince Mustafa Polat “Ağabey, onlar da bize hücum ediyor” dedi. Ben de “Onlar bize on defa hücum etseler, biz onlara bir defa karşılık versek, yine biz zulmetmiş oluruz. Çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var. Eğer bu tutumunuzda devam ederseniz, işi tamir için bizim de anlatacağımız değişik şeyler olabilir” dedim ve ahizeyi kapattım.Daha sonra bu konuşma benim için bir hicran oldu. Çünkü o aziz ve çok kıymetli dostum ve kardeşim Mustafa Polat Bey, bu konuşmamızdan kısa bir müddet sonra elim bir trafik kazası sonucu vefat etti. Ve ben ona “Hakkını helal et” diyememiştim.”
Bu hatırada vurgulanan bazı önemli noktalara bir göz atalım. Birincisi “Sağa, sola durmadan tecavüz ediyorsunuz. Ben bunu Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edemiyorum.” cümlesinde ifade edilen hakikattır. Sağa sola durmadan tecavüz etme, saldırma, sıfatlar üzerinden değil de direkt insanları hedef tahtasına koyma gibi haller, Bediüzzaman Hazretlerinin mesleğiyle yani üslubuyla telif edilemez.
Hocaefendi’nin bu ikazı üzerine Mustafa Polat ise “Ağabey, onlar da bize hücum ediyor” diyerek savunmasını yapıyor. Burada bu ağabeyimiz “hak bir davanın vesileleri de hak olmalı” düsturuna aykırı bir beyanda bulunuyorlar. Bu olaylarda “asıl mağdur edilen biziz, önce onlar bu yanlışları irtikap ettiler. Biz de aynı şekilde mukabele ettik. Onlar bu yapılan muameleleri hak ettiler.” demek istiyor. Bu olaylarda kendi üslubumuzdan taviz verme ve başkalarının yanlışlarını taklit ederek, temsil ettiğimiz değerlere zarar verme söz konusudur.
Biz onlar gibi olamayız, çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var…
Hocaefendi bunu üzerine, başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar savrulursa savrulsunlar, bu yapılanlar bizi ne kadar mağdur ederse etsin, maruz kaldığımız zulümlerin seviyesi ne olursa olsun asla üslubumuzdan taviz veremeyeceğimizin ve Nebevi ve Kur’ani olan metodlarla meseleleri halletmemiz gerektiğinin tahşidatını yapmışlardır: “Onlar bize on defa hücum etseler, biz onlara bir defa karşılık versek, yine biz zulmetmiş oluruz. Çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var.”
Onların yaptığı gibi, Kur’an-i ve Nebevi olmayan şeytani yollarla, onların yaptığı on hücuma mukabil, biz bir defa bile mukabelede bulunsak, biz zulmetmiş oluruz. Çünkü temsil ettiğimiz ve ikame etmeye çalıştığımız değerler, böyle davranıldığında zarar görecek ve bizler güvenilirliğimizi yitirmiş olacağız. Şeytani yollara başvurduğumuz için de istediğimiz hayırlı neticeleri elde edemeyecek ve sonuçları itibariyle şer ve tahrip olan durumlar ortaya çıkacaktır.
Tabi ki burada yapılan şeyler karşısında susmak gerektiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Yapılan zulümler karşısında hakkımızı elbette savunacağız ama bu mukabele bizim üslubumuza uygun bir şekilde yapılmalıdır.