Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet ve dinsizlikten kaynaklanan çirkin bir inat sebebiyle bilmiyorlar ki, sebepler yalnız birer bahânedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazlarını ve donanımlarını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir: “İşte bu ağaç bundan çıkmış.” diye Yaradanın o çamdaki gösterdiği bin mucizeyi inkâr edercesine bazı zâhirî sebepleri gösterir. Cenâb-ı Hakk’ın irade ve hikmetler işlenen pek büyük bir rubûbiyet fiilini hiçe indirir.
Bazen gayet derin, bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihetle de hikmeti olan bir hakikate fennî bir isim takar. Güya o isimle mâhiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Ahmaklığın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sayfa ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse, ancak tamamiyle bilinecek derin ve geniş bir meçhul hakikata bir nâm takar; malum bir şey gibi. “Bu, budur.” der. Mesela: Güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır. Hem birer küllî irade, birer ihtiyar-ı âmm (her şeyi kuşatan irade) birer nev’î hâkimiyetin ünvanları bulunan ve “âdetullah” (Kâinatın yaratılış ve işleyişinde Allah Taâlanın koyduğu kanunlar) nâmıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rubûbiyet’i (Cenâb-ı Hakk’ın gerçekleştirdiği hâdise) ircâ eder (mal eder). O ircâ ile, onun nisbetini İlâhî iradenin tercihinden keser, sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebu Cehil’den ziyade katmerli bir echeliyet (câhilliğin en son noktası) gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini, bir nizam ve askerî kanuna isnad edip; kumandanından, padişahından, hükümetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser gibi âsî bir divâne olur.