“Çocuklar korku ve baskı nedir bilmeseler, yalanın ne olduğunu da bilmezlerdi”
Hans Zulliger
Mükemmeliyetçi bir annenin elinde çırpınıp kendi kişiliğini geliştirmeye çalışan iki kardeş düşünelim. Bu iki kardeş odalarında gayet güzel oyun oynarken birden bire bir hır gür çıkmış olsun. Çıkan kavganın sonunda masanın üzerinde duran değerli bir vazo kırılsın. Odada kırılan bir eşyanın sesini duyan anne, işini gücünü bırakıp odaya hışımla girdiğinde, saç baş birbirine girmiş iki kardeşi bir yanda, kırılan o güzelim vazoyu da diğer yanda görse ve “Kim kırdı bu vazoyu? Çabuk söyleyin bana!” dese çocukların o sıradaki psikolojisi nasıl olur acaba?
Eğer vazoyu kıran kardeş ortaya çıksa ve “Anneciğim ben kırdım” dese muhtemel ki sinir içindeki annelerinin elinden kurtulmak zor olacaktır. Böylesi bir atmosferi çocuğa yaşatan anne, çocuğun aslında insanın izzetini koruması için başvuracağı yanlış bir yola sapmasına neden olacaktır. Çocuk vazoyu kendi kırmış olsa dahi, annesinin öfkesinden korktuğu için “Ben kırmadım” diyecektir. Çocuğun böyle söylemesi her ne kadar davranış bozukluğu olsa da çocuk üzerinde oluşan psikolojik baskının neticesiyle, “gurur”una ve “onur”una dokunulmaması için kurtuluş yolu olarak böylesi bir “yalan”a başvuracaktır ve yalanın ilki çoğu defa çocuğun “izzet” ve “gurur”unu korumak için başvurduğu bir yöntemdir.
Başlangıçta kendi üzerindeki baskıdan korunmak için yalan söylemeye adım atan çocuk, daha sonra yalanın ne kadar da işe yaradığını (!) öğrenerek hayatının değişik safhalarında kazandığı bu alışkanlığı uygulamaya geçirecektir.
Hâlbuki “Kırılan bir değil, binlerce vazo mu?” yoksa “Çocuğun yalan söylemeye zorlanması mı?” daha önemlidir diye sorulacak olsa ve bir yalan başlangıcının çocuğun dünyasında nasıl bir zehir tesiri olduğunu anne babalar tarafından bilinseydi hiçbir anne baba elini beline koyup “Bu vazoyu kim kırdı?” sorusunu sormazdı.
Evet, çocukta yalan söyleme ihtiyacının en temel nedeni, çocuğun izzet ve onurunu koruma gereksinimidir. Hangi yaş grubu olursa olsun, ister 3 yaş, ister 5 yaş... Eğer çocuk kendi üzerinde “cebberrut” gibi bir baskı hissediyorsa insan olmanın gereği olarak bu baskıya boyun eğmemek için kendisini kurtarma formülünün en ilkeli olanına; yani “yalan”a başvuracaktır.
Birçok anne baba, çocuklarını eğitirken bir yandan “asil” bir insanda olması gereken bir tavrı; “Ölüme gideceğini dahi bilsen asla yalan söyleme kızım/oğlum” diyerek nasihatte bulundukları halde, aynı çocuğun yaptığı bir hata karşısında maalesef anne baba olarak aynı “asil” davranışı sergileyemiyor, hoşgörü ve tevazu ile yaklaşamıyor çocuklarına…
Hâlbuki duygusal ve psikolojik baskı altında “adam” edilmeye çalışılan çocukların büyük bölümünün ortak özelliğidir yalancılık... Yalan konusunda ustalaşmış hangi yetişkinin çocukluk yılları sorgulanmaya başlarsa karşımıza çıkacak manzara hep aynıdır: Çocukluk yıllarında, psikolojik ve duygusal baskı görülmesi.
Eğer bir anne baba yetiştirip evlendirdiği, toplum içine gönderdiği çocuğunun yalan söylüyor olmasından utanmak istemiyorsa ona baskı yapmasın. Ama günümüz anne babalarının çocuk terbiyesinde en çok kullandığı yöntemin baskı ile çocuk yetiştirmek olduğunu acı acı gözlemliyoruz. Baskı ile çocuk terbiye etmek öyle trajik bir hal almış durumda ki birçok anne baba çocuğunun baskı altında kalarak yalancılık özelliği kazanacağından habersiz olarak bir de “Sakın yalan söyleme seni mahvederim!” diye tehdit ederek çocuğun kişiliğini perişan etmektedir. Çünkü bir yandan üzerindeki baskıdan dolayı yalan söyleme ihtiyacı duyan çocuk, öbür yandan da yalan söylerse ikinci bir baskının tehdidi altında şaşkına çevrilmektedir.