Etobur vahşî hayvanların helâl rızıkları, hayvanların hadsiz cenazeleridir; hem zemin yüzünü temizlerler, hem de rızıklarını bulurlar. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmaları, Şeriat-ı Fıtriye’ce haramdır.
Hz. Bediüzzaman’ın tesbit ve ifade buyurduğu bu küllî düstur ve hakikat, hayvanlar âleminde gördüğümüz realite ile zahirde çelişmektedir. Bu çok önemli hakikatın üzerindeki zahirî çelişkiyi kaldırmak, hem insanlık tarihine, hem hukuka, özellikle ceza hukukuna, hem tıb ilmine, hem Darwinizm’in tabiî seçmecilik (natüral seleksiyon) iddiasına ışık tutacak ve pek çok gerçeği aydınlatacaktır.
Bediüzzaman (r.a.), Mesnevî’de de şöyle yazar:
Arkadaş! Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşerin idrak edemediği bazı sebepler ve hikmetler vardır. İlâhî Meşiet’in (Dileme) düsturlarını ihtiva eden Şeriat-ı Fıtriye’nin, (yani Cenab-ı Allah’ın kâinat için koyduğu kanunlar mecmuasının) hükümleri, aklın varlığına tâbi değildir ki, aklı olmayan varlıklara tatbik edilmesin. O Şeriat’ın hükümleri ve hikmetleri kalb, his ve istidada bakar. Bunlardan meydana gelen fiillere o Şeriat’ın hükümleri tatbik edilir ve dolayısıyla bu fiiller, ceza veya mükâfatını görür. Meselâ, yetişmiş insan olarak senin aklın bir çocuğa tokat atmana mâni olmaz ama, çocuğun şefkati mâni olur. Dolayısıyla, çocuğun şefkati senin aklından daha ötede, sorumluluk ve mükâfat veya ceza gerektiren bir meleke olur. İşte, eğer bir çocuk eline aldığı bir kuş veya bir sineği fıtratına konan şefkate ters olarak öldürse, Şeriat-ı Fıtriye’nin hükümlerinden olan şefkat hissine muhalefet etmiş olacağı için düşüp başı kırılırsa müstehaktır. Çünkü bu musibet, o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, kendi evlâdına olan şiddet-i şefkat ve himaye duygusunun aksine davranarak zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalar ve yavrularına rızık yapar. Sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır. Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, Şeriat-ı Fıtriye’ce haramdır.
Hz. Üstad Bediüzzaman’ın bu açık ifadelerini hayvanlar âlemindeki avlanma ile nasıl te’lif etmek gerekir? Natürel seleksiyona da karşı çıkan bazı Müslüman ilim ve düşünce adamları, hayvanlar âlemindeki avlanmaya şu açıklamayı getirmektedirler: Etobur vahşî hayvanlar, ceylan, yaban sığırı gibi hayvanlar içinde ya zayıflara ya da çok yaşlılara saldırmakta ve bu şekilde ceylan veya yaban sığırı sürülerinin daha iyi yaşamasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca, bu şekilde tabiatta bir gıda zinciri oluşmaktadır.
Elbette iyi niyetle ve müşahedeye dayalı olarak da yapılmış olsa bu açıklama, Hz. Bediüzzaman’ın hem ilgili daha başka ifadelerine terstir, hem de natürel seleksiyonu ret değil, kabûl ifade eder. Hz. Bediüzzaman, eserlerinin farklı yerlerinde şu önemli gerçeğe de parmak basar:
En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir: meyve kurtları ve balıklar gibi. En âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer: çocuklar ve yavrular gibi. Evet, helâl rızkı çeken güç ve irade değil, belki acz ve zayıflıktır: balıklar ile tilkilerin, yavrular ile canavarların, ağaçlar ile hayvanların mukayesesi, bunu göstermeye kâfidir.
İlâhî Rahmet ve Şefkat, zayıflar, âcizler, kimsesizler, yavrular ve yaşlılar üzerinde çok daha yoğun tecelli eder ve onları daha çok korur. Nasıl kâinatta Şeriat-ı Fıtriye’nin hükmünün bu yönde tecelli ettiğini müşahede ediyorsak, Dinî Şeriat’ın hükmü de bu yöndedir. Dolayısıyla, İlâhî Şefkat ve Merhamet’in, yavruları üzerine annelerin titrediği hayvanlar âleminde de yavruların, zayıfların ve yaşlıların etobur vahşî hayvanlara helâl rızık olmasına müsaade etmesi ve bazı hayvan sürülerinin hayatlarını daha iyi şartlarda devam ettirmesinde bunu bir faktör yapması kesinlikle düşünülemez. Meselenin gerçeği Allahü a’lem şu olsa gerektir:
Yaratılışta ve kâinatta aslolan, mutlak adalettir, yardımlaşıp dayanışmadır, sulh ve sükûndur ve sağlıktır; cidal, savaş, hastalık ve cezalandırma değildir. Şeriat-ı Fıtriye’nin hayvanlar âlemi dâhil bütün kâi-nattaki hükmü budur ve bunu kâinatın irade ve şuur sahibi olmayan, dolayısıyla sorumluluğu bulunmayan varlıkların hayatı dışında kalan bütün bölümlerinde ve tabakalarında gördüğümüz gibi, günaha istidadı olmayan meleklerin hayatlarında da müşahede etmekteyiz. İnsanlık âle-minde hastalıklar gibi, savaş da arızîdir; bazılarının sulh ve sükûnu, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı aslî model olan fıtrî düzeni bozup, bu fıtrî düzenin kanunlarından ibaret olan Din’i yaşanmaz hale getirmesi karşısında, yani fitne çıkarması durumunda bu fitnenin izalesi ve düzen ve intizamın yeniden te’sisi için yapılır.
Dolayısıyla, savaş hukuku da aslî hukuk değildir. Kısmî şuur ve irade sahibi olmakla birlikte, asıl hisleri, fıtratları ve istidatları itibariyle Şeriat-ı Fıtriye’nin hükümlerine tâbi olan hayvanlar âleminde de aslolan, birbirlerini avlamak, birbirlerini öldürmek değil, helâl rızklarıyla geçinip, bir arada sulh ve sükûn içinde yaşamaktır.
Öldürme, kan dökme ve fesat çıkarma kendisine kesinlikle yasaklanmış ve yeryüzündeki hilâfet vazife ve misyonuna en ters olan insanlığın hayatında da ilk dönemde tam bir sulh ve sükûn vardı. İhtilâf ve çatışma yoktu. Kâinat ağacı kendisini meyve versin diye yaratılan, dolayısıyla kâinat hizmetine sunulan insanın hilâfet vazife ve misyonu, nasıl cinlerin ona tâbi olmasını gerektirmişse, hayvanlar âleminin de yine ona tâbi olmasını haydi haydi gerektirir. İnsanlık âleminde Din ve iyilik galipse, cinler âleminde de aynıdır; küfür ve kötülük galipse, cinler âleminde de farklı değildir. İnsanlık âleminde ilk ihtilâfın çıkıp, ilk kanın dökülmesi ve bozgunculuğun çıkmasıyla ilk fıtrî sulh ve sükûn düzeni de bozuldu. Ve bunun üzerine Şeriat’la birlikte peygamberler gönderilmeye başlandı. Aşağıdaki âyet, bu konuda gayet açıktır.
İnsanlar, başlangıçta (rızık ve benzeri hususlarda ayrılığa düşmemiş, kavgasız-nizasız) tek bir ümmet idi. (Derken ihtilâfa düştüler) ve Allah, (iman ve salih amelin karşılığında af, rahmet ve mükâ-fatıyla) müjdeleyici, (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; beraberlerinde de, ihtilâf ettikleri konularda insanlar arasında hükmetmesi için kendisi bizatihî hak olan ve inişi esnasında da kendisine bâtılın asla yol bulamadığı Kitabı indirdi. O Kitap hakkında, ancak kendilerine o Kitabın verildiği topluluklar, hem de onlara apaçık deliller, gerçeği gün gibi gösteren âyetler geldikten sonra aralarındaki haset ve rekabetin yol açtığı tecavüzler sebebiyle ihtilâfa düştüler. Allah, hak mevzuunda ihtilâf ettikleri hususlarda iman edenlerin önünü açtı ve izniyle onları hidayete erdirdi. Allah, dilediğini dosdoğru bir yola hidayet eder.
İşte, insanlık tarihinde sulh ve sükûnun tam hakim olduğu ilk fıtrî düzen döneminde kurt kuzu ile, arslanlar ve kaplanlar ceylanlarla birlikte otlardı. Tilkiler, tavuklara saldırmazdı. Bu dönem, efsane gibi anlatılsa da, aslında eski tarihlerde geçmektedir. Derken insanlık âleminde ilk kan dökülüp ilk bozgunculuk çıkınca, bu bozulma hali veya fesat, artık kara ve denizde, dolayısıyla kara ve deniz hayvanlarının hayatlarında da düzenin, âhengin, sulhün, helâl rızkların, ölen hayvanların lâşelerinin vahşî hayvanlara da rahatça kâfi geldiği fıtrî ekosistemin bozulmasına da sebep oldu. Neticede, vahşi denilen hayvanların tabiatları da bozuldu ve onlar, fıtratlarını suistimal etmeye başladılar. Neticede, nasıl insanlık tarihinde savaşlar başlamışsa, hayvanlar âleminde de mücadeleler, birbirini boğazlamalar ortaya çıktı. Şu âyet ve Bediüzzaman’ın aşağıdaki ifadeleri, bu gerçek konusunda gayet sarihtir:
İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri kötülükler ve dolayısıyla kazandıkları günahlar yüzünden denizde ve karada bozgunculuk ortaya çıktı, nizam bozuldu.
Peygamberliğin içtimaî (sosyal) hayattaki düstur ve neticelerinden ve güneş ve aydan tut, tâ bitkiler hayvanların imdadına ve hayvanlar insanın imdadına, hattâ bütün gıda zerrecikleri bedenin hücrelerinin imdadına ve yardımına koşturulan yardımlaşma düsturu, kerem yasası ve ikram kanunu nerede? Felsefenin içtimaî hayattaki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşî hayvanların fıtratlarını sûistimallerinden kaynaklanan cidal düsturu nerede? Evet cidal (kavga, çatışma) düsturunu o kadar esaslı, aslî ve küllî kabûl etmişler ki, “Hayat bir cidaldir.” diye ahmakça hükmetmişler.