Friday, January 15, 2016

Madde 22

“Deli olan birini uçuştan men edemez misin?"

"Ah, elbette. Etmek zorundayım. Deli olan herkesi uçuştan men etmem gerektiğini söyleyen bir kural var."

"O zaman neden beni uçuştan men etmiyorsun? Ben deliyim. Clevinger'a sor istersen."

"Clevinger'a mı? Clevinger nerede ki? Sen Clevinger'ı bul, ben de sorayım."

"O zaman diğerlerine sor. Ne kadar deli olduğumu söylerler."

"Asıl deli olan onlar."

"O zaman neden onların uçuştan men etmiyorsun?"

"Neden onları uçuştan men etmemi istemiyorlar?"

"Çünkü onlar deli, işte bu yüzden."

"Elbette deliler," diye yanıt verdi Doktor Daneeka. "Sana demin söyledim, değil mi? Ve deli insanların deli olup olmadıklarına karar vermelerine izin veremezsin, değil mi?”

“Yossarian ona ciddi ciddi baktı ve bir başka yaklaşım denedi. "Orr deli mi?"

"Elbette deli," dedi Doktor Daneeka.

"Onu uçuştan men edebilir misin?"

"Elbette edebilirim. Ama ilk önce bana gelip talepte bulunması gerek. Kural öyle diyor."

"O zaman neden talepte bulunmuyor?"

"Çünkü adam deli," dedi Doktor Daneeka. "Ucu ucuna kurtulduğu onca seferden sonra görev uçuşuna çıkmaya devam etmesi için deli olması lazım. Elbette Orr'u uçuştan men edebilirim. Ama ilk önce talepte bulunması lazım."

"Uçuştan men edilmek için yapması gereken tek şey bu mu?"

"Hepsi bu. Bana gelip talepte bulunsun."

"O zaman onu uçuştan men edebilir misin?" diye sordu Yossarian.

"Hayır. O zaman onu uçuştan men edemem.

"Yani bir açmaz mı var?"

"Elbette bir açmaz var," diye yanıt verdi Doktor Daneeka. "Madde 22'deki açmaz. Muharebe görevinden alınmak isteyen kimse aslında deli değildir."

Tek bir açmaz vardı, o da Madde 22'ydi. Bu madde, insanın gerçek ve yakın tehlike karşısında kendi güvenliği için endişelenmesinin zihnin rasyonel bir süreci olduğunu belirtiyordu. Orr deliydi ve uçuştan men edilebilirdi. Tek yapması gereken uçuştan men edilmesini talep etmekti; ve bunu yapar yapmaz, deli olmadığı anlaşılacaktı ve başka görevlerde uçması gerekecekti. Orr'un başka görevlerde uçması için deli olması gerekirdi, aklı başında olsa uçmazdı; ama aklı başındaysa uçmak zorundaydı. Uçarsa deli demekti ve uçmak zorunda değildi; ama uçmak istemiyorsa aklı başındaydı ve uçmak zorundaydı. Madde 22'deki bu şartın mutlak basitliği Yossarian'ı derinden etkiledi. Saygıyla ıslık çaldı.

"İyi açmazmış Madde 22 açmazı."
"Var olan en iyi açmaz," diye onayladı Doktor Daneeka.

**
Clevinger çok şey biliyordu; çünkü Clevinger nabzı hızlı atan ve yüzü bembeyaz kesilen bir dahiydi. Fasulye sırığı gibi, bön, ateşli, açgözlü bir beyin. Bir Harvard öğrencisi olarak hemen hemen her konuda burs kazanmıştı ve başka her konuda burs kazanmış olmamasının tek sebebi dilekçe imzalamak, dilekçe dolaştırmak, dilekçelere karşı çıkmak, münazara gruplarına katılmak, münazara gruplarından istifa etmek, gençlik kongrelerine katılmak, başka gençlik kongrelerinde gözcülük yapmak, kovulmuş öğretim üyelerini savunmak için öğrenci komiteleri organize etmek gibi işlerle fazla meşgul olmasıydı. Clevinger'ın akademik dünyada çok ilerleyeceği konusunda herkes hemfikirdi. Kısacası, Clevinger zekası çok ama beyni yok adamlardan biriydi ve bunu kendisi henüz öğrenmemişti; ama yakında öğrenecek olan kişiler dışında herkes bunu bilirdi.

**
Yossarian'ın görebildiği kadarıyla, hastanenin içinde, hastanenin dışında olduğu kadar çok hasta insan olmuyordu, ve hastanenin içindeki, ciddi rahatsızlıklara sahip insan sayısı da azdı. Hastanenin içindeki ölüm oranı hastanenin dışındakinden daha düşüktü; üstelik çok daha sağlıklı bir ölüm oranıydı. Pek az insan boş yere ölüyordu. Hastanenin içindeki insanlar ölmek hakkında çok daha fazla bilgi sahibiydi, ve bu işi çok daha düzgün, çok daha düzenli yapıyorlardı. Hastanenin içinde Ölüm'e galebe çalamıyorlardı ama Ölüm'ün adabına göre davranmasını kesinlikle sağlıyorlardı. Ona görgü kurallarını öğretmişlerdi. Ölüm'ü dışarıda tutamıyorlardı, ama hastanede olduğu sürece, Ölüm tıpkı bir hanımefendi gibi davranıyordu. Hastanenin içindeyken insanlar ruhlarını belli bir zevk ve incelikle teslim ediyorlardı. Hastanenin dışında çok rastlanan o kaba, çirkin ölüm gösterileri olmuyordu. Kraft ve Yossarian'ın çadırındaki ölü adam gibi havada patlamıyorlar, uçağın arkasında içini Yossarian'a döktükten sonra Snowden'in yaptığı gibi, alev alev bir yaz günü donarak ölmüyorlardı.

"Üşüyorum," diye sızlanmıştı Snowden. "Üşüyorum."

"Hadi, hadi," diye teselli etmeye çalıştı Yossarian onu. "Hadi, hadi."

Clevinger'ın yaptığı gibi tuhaf bir şekilde, bir bulutun içinde yoklara karışmıyorlardı. Kan ve lapa halinde patlamıyorlardı. Boğulmuyorlar, yıldırıma çarpılmıyorlar, makinelerce parçalanmıyorlar, toprak kaymalarında ezilmiyorlardı. Soygunlarda vurulmuyorlar, tecavüze uğrarken boğulmuyorlar, meyhanelerde bıçaklanmıyorlar, ebeveynleri ya da çocukları tarafından baltalanmıyorlar; yani, özetle, Tanrı'dan gelen bir başka eylem sonucu ölmüyorlardı. Kimsenin boğazına bir şey kaçmıyordu. İnsanlar ameliyat odasında centilmen gibi, kan kaybından ölüyorlar, ya da oksijen çadırında yorum yapmadan ruhlarını teslim ediyorlardı. Hastane dışında çok moda olan, bak-şimdi-buradayım-bak-şimdi-değilim oyunu yoktu; şimdi-varım-şimdi-yokum numarası da yoktu. Kıtlıklar ya da seller olmuyordu. Çocuklar beşiklerinde, buz kutularında nefessiz kalmıyorlar, kamyon altında kalmıyorlardı. Kimse dövülerek öldürülmüyordu. İnsanlar gazı açıp kafalarını fırının içine sokmuyor, metro trenlerinin önüne atlamıyor, otel pencerelerinden ölü ağırlıklar gibi kendilerini bırakıp vısss! sesi eşliğinde, saniyede dokuz nokta sekiz metre ivme ile hızlanmıyorlar, kaldırıma iğrenç bir plop! sesi ile düşmüyorlar, orada, herkesin ortasında, kıllı çilekli dondurma dolu koyun postundan çuval gibi iğrenç bir şekilde, kanlar içinde, ayak serçe parmakları yamularak ölmüyorlardı.

Her şey düşünülünce, oranın da kendine has kusurları olmasına rağmen, hastaneyi tercih ediyordu Yossarian. Görevliler işgüzar, eğer kulak aşılıyorsa kurallar kısıtlayıcı idi ve idare her şeye burnunu sokuyordu. Hasta insanlar da olduğundan, canlı, genç bir kalabalıkla aynı koğuşta kalacağına güvenemiyordu, sunulan eğlence de her zaman iyi değildi. Savaş sürdükçe ve cepheye yaklaştıkça hastanelerin durumunun kötüye gittiğini itiraf etmek zorundaydı, muharebe alanının dahilinde konukların kalitesi gözle görülür bir biçimde düşüyordu, çünkü muharebe alanı dahilinde, savaş koşullarının etkileri hemen kendilerini belli ediyorlardı. Savaşın derinliklerine gittikçe insanlar daha da hasta oluyorlardı.